Kış ortasındaki zamansız seyahatimiz, okullardaki ‘yarıyıl tatili’ gibi oldu. İşlerimiz için, bir haftalığına Ankara’ya gitmiştik. Bir baktık, sanki bütün kışı geçirmişiz gibi, üç aya yakın kalıvermişiz. Altmış yıldan fazlasını geçirdiğim başkentimiz Ankara. Densiz birileri, onu küçümsemek için ‘Gri Ankara’ diyerek yaftasalar da, benim için hiç de öyle değildir. Orada, hangi işi kim iyi yapar, teknisyeni, tamircisi, ustası, çok yeni kurulan mahalle ve semtler hariç, eski, kadim, cadde, sokak, her bir köşesini bilirim. İşlerimizi hallederken de, kaldığımız süre içinde, fırsat buldukça, şimdiye kadar görmediğimiz yerlerini de gezip dolaştık.
Bir şeyler yazıp, karalamak, Akademik Akıl için köşe yazısı hazırlamak için, benim için ortamında ona uygun olması gerekiyor. Değişmez bir kural gibi, yıllardır tatillerde yazamıyordum. Bu kez de öyle oldu. Yazılarıma istemeyerek de olsa, üç ay kadar ara vermiş oldum. İstanbul’a döndükten sonra, öncelikle ‘Akademik Akıl’da yayınlanmış yazıları okuyarak kolları sıvadım. Fırsat buldukça onları okuyorum.
İlk okuduğum yazı, çevirilerle ilgili olanıydı. Genç arkadaşım, sosyal alanda çevirilerle ilgili olarak görüşlerini paylaşmış. Çeviriler bilim insanını, kendi ilgi alanında ‘allame-i cihan’ yapmasa da, her yeni bilgi, bilimsel birikimlerini oldukça geliştirir. Bana göre çeviri işleri, ülkemiz bilim alanı için asli bir görevdir ve bu görev birilerince zamanında ve geciktirilmeden yapılmalıdır.
Kendi alanımla ilgili olarak yazacak olursam, tıp alanındaki bilgiler de kitaplar da, 3-5 yılda bir gelişip yenileniyor. Yenilik ve gelişmeler, tıbbi buluşlar, alet, cihaz, tanı ve tedavideki yenilik ve gelişmeler, yeni yöntemler, yeni ilaçlar’, genelde bu alanda gelişmiş olan ülkelerden çıkıyor. Bu nedenle yeni bilgi ve gelişmelerin meslektaşlarımıza zaman geçirilmeden ulaştırılması gerekiyor. Meslektaşlarımızın bir kısmı yabancı dile çok fazla hakim değil. Uluslararası dergi ve kitaplar oldukça pahalı. İşte bu yüzden de, yenilik ve gelişmelerin, meslektaşlarımıza vakit geçirmeden aktarılması çok önemli.
Elli yılı geçkin meslek yaşantımın büyük çoğunluğu, Ankara’da Gazi Tıp Fakültesi’nde geçti. Her yeni bilginin meslektaşlarımıza ulaştırılmasını, ulvi bir görev olarak gördüğümden, kendi alanımızda çok sayıda telif ve çeviri eser yayınladım. İşimiz sadece çeviri yapmak ve kitap yayınlamak olmadığından, 1.000 – 1.500 sayfalık dev kitapları tek başına yazmak, yabancı dilden çevirmek, sonra da zaman geçirmeden yayınlamak, imkansız olmasa da, çoğunlukla olası değildir. İmece usulü çalışmak adına, bir kitabın çevirisine karar verdiğimizde, konuları, o konularla ilgili olan ve yabancı dil bilgisi iyi olan arkadaşlarıma dağıtırım. Çoğunluk, memnuniyetle kabul eder, kimisi savsaklar, bir kısmı görevi asistanına devreder, çok azı da baştan reddeder. Kitapla ilgili yazım kurallarını, konuyla ilgili detayları, bölümün orijinalini, son geri dönüş tarihini, gönderdiğimiz resmi yazıda iletiriz. Görev alan arkadaşlarım, bölümlerini hazırlarlar. Kitabın çevirisi için gerekli olan iznin alınmasını ilgili yayınevi üstlenir.
Üstlenilen görevin adı, ‘editörlük’tür. Çevirmenlerden gelen bölümleri sayfa sayfa inceleyip, gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra dizgiciye ulaştırırız. Bu arada, görevini geciktirenleri ikinci bir yazıyla, bazen da telefonla nazikçe uyarırız. Böylece, telif ve çeviri kitaplarımız, çok yazarlı olarak yayınlanırlar. İletişimi internetten yapmak, çalışmalarımızı hem hızlandırdı hem de kolaylaştırdı.
2016’da yaş haddinden emekli oluncaya kadar, telif ve çeviri olmak üzere, çok sayıda kitap yayınladım. Google’a ‘Haldun Güner Kitapları’ yazıldığında, görsellerde resimleriyle birlikte görülüyor. İkinci el olanları sahafların ortak web sitesi olan ‘Nadir Kitap’ta bulunuyor. Çevirisini yaptığımız kitaplardan bazılarının yeni baskılarının çevirilerini, çalışkan genç arkadaşlarım üstleniyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor.
Bu türden işler, maddi getirisinden çok, manevi hazzı fazla olan görevlerdir. Üniversitede, kılıcımız keskin ve hızlı olduğumuz dönemlerde, ‘çeviriler altı ay, telif eserler bir yıl’ şeklinde, bir sloganımız bile vardı. Hiç unutmuyorum. Birlikte omuz omuza çalıştığımız ve çok yakınım olan genç meslektaşım, bir gün, ‘abi hiç bir getirisi olmayan çevirilerle boşuna uğraşıyorsun’ dediğinde, kendisiyle gülüp geçmiştim. Sonradan, bana ‘boşuna uğraşıyorsun abi’ diyen arkadaşımın da çeviri kitap yayınladığını gördüğümde, zamanında ne kadar doğru ve iyi işler yaptığımı görerek, kendim dışında, genç arkadaşımla da gurur duydum. Demek ki, boşuna dediği uğraşının hiç de boşuna olmadığını bir sure sonra idrak ederek, bilimsel olarak aynı yoldan yürümeye başlamıştı.
Bilimsel arenadaki en büyük özelliğiniz, bilim ışığını başkalarına yaymak yolundaki çabalarınız olmalıdır. Hocalık bunu gerektirir. Sevgi gibi, bilgi ve bilim de, paylaşıldıkça çoğalır. Bilimi paylaşarak bildiklerini başkalarına da öğretenler, kendinden hiçbir şey kaybetmezler.
“Bir mum, diğer mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez.” diyen Mevlana’nın sözlerini unutmayalım..
3 yorum
Haldun hocam, güzel dokunumları olan bir söyleyiş yazısı kutluyorum. Bende epey çeviri yaptım; bir tane var ki konu tıp dışı olunca farklı keyif alıyorsunuz; yazarın sosyal konulu mesajlarını, kendi dilinize uygulamakta zorlanıyorsunuz. George Orwell’in popüler Animal Farm kitabının ingilizcesi beni çok etkilemişti, büyük haz almıştım. Türkçeye çevirdim; okudum düzelttim, bir daha okudum yeniden düzelttim ama ingilizce orijinal tadını bulamadım. Çevirmenlikte mesleğiniz dışındaki eser çevirisinin, her babayiğitin hakkı olmadığını da böylece anlamış oldum.
Çok çok tebrikler sevgili arkadaşim yolun hep açık olsun
Sevgili Haldun hoca,güzel söyleyişin beni çok etkiledi. 1967 yılında ,bir yıl istanbulda geçirdikten sonra, Ankara tıp fakülesine girdiğimde ,ilk yıllarda hep istanbulu özlerdim, öyle özliyordumki o hasreti gidermek için Atatürk orman çiftliğine ve hayvanat bahçesine giderdik oradan da istanbul yoluna bakardık.
((Ankaranın en güzel yeri istanbula giden yolunu severdik )).
Zamanla Ankaraya öyle aşık olduk ki ,en fazla huzur bulduğum yer ve şehir oldu.Söleyişin ilk kısmına katılyorum.
İkinci konuya gelince hayatımız boyunca çok sayıda yerli ve yabancı dergilere makale yazdım, amma en fazla zevk aldığım ,ingilizce ve Arapça olarak yazdığım hayat hikayem di. Yakında türkçeye çevireceğim ((portokal ağaçlarının altında)) hayat hikayemi çıkmasını heyecanla bekliyorum.
Sonuç:Hayatımın son yıllarında , yazmak okumaktan daha zevkli ve daha mutulukluk yaşatan bir uğraştır, özellikle mesleğin hudutlarını aşarak yazdığımız farklı konular olunca.
Sana bol bol yazman için mutluluk ve huzur dolu uzun yıllar dilerim.
Ankara 14/4/2025. Velit halit