Ramazan boyunca sermayemiz olan inanç ilkelerimizi kaleme alıp bir analiz yapmak istemiştim. Önce tevhit ilkemizin birincisini günü birlik yazılarımla on gün boyunca ele almış bulunmaktayım. Şimdi de inanç ilkemizin ikincisi olan tehlikede iştirak, nimette taksimat ilkemizi ele alıp bir analiz yapmak istiyorum. Zihinsel ilkelerimizi belirlemeden, yola çıkmamızın doğru olmadığına inanıyorum. Çünkü hedefimizi belirlemediğimiz sürece, ne kâmil bir devlet kurabiliriz ne de cehennemden kurtulabiliriz. Bazı ritüelleri yerine getirsek de boşuna yorulacağız bilesiniz.
أشهد أن المشاركة في الخطر وأشهد أن المقاسمة في النِّعمة.
Ey Müminler…! Ey Müslümanlar…! Ey İnsanlar…! Devlet ve millet olarak, şayet birlikte yaşamak istiyorsak, bu ilkeye tarafların iman etmesi gerekmektedir. Bu ilke de iç hukukumuzu tanzim eden kelimeyi şehadet gibi iki kanadı bulunmaktadır. Biri tehlikede iştirak etmemiz gerektiğine, ikincisi ise nimeti adil paylaştıracağımıza ve adil bölüşüm yapacağımıza iman etmektir. Bu birlikte yaşam projesinin temel esasıdır bilesiniz.
Bu birlikte yaşam tevhidinin birinci kanadı, genellikle bireyleri kapsamaktadır. İkinci kanadı ise devletin görevleri arasında bulunmaktadır. Tevhidi terazinin her iki kanadının organizasyonu ve yürürlülüğü devletin sorumluluğu altındadır. Adeta birey, riziko başına geldiğinde yani cehenneme düştüğünde, bu rizikoya iştirak edeceğimize söz vermemiz, birlikte yaşam projesinin sözleşmesinin temel şartı olsa gerektir. Devlet ise Allah’ın (kamunun) nimetlerini, adil paylaştıracağına, vatandaşlarına söz vermesi anlamına gelmektedir. Sonuçta devlet ve vatandaş arasında karşılıklı bir sözleşme yapılmaktadır.
Böylece anayasal mahiyetli, karşılıklı bir toplumsal sözleşme imzalanmaktadır. İktidar bu organizasyon ve sorumluluk yetkisini, halktan almaktadır. Vatandaşlar, adeta kendisini yönetecek kimselere, yetki devrini sağlayarak, kendi kendini yönetmektedirler. Devletin kuruluş felsefesi vatandaşına hizmet, onların haklarını korumak ve tehlike gerçekleştiğinde, devletin müdahalesini gerektirmektedir. Devlet ise bütün kurumlarıyla halkının hizmetinde olmalıdır. Zira devlet, tehlikede iştirak, nimette taksimatın hizmet organizasyonunu yapmak zorundadır.
أعتقد أن المشاركة في الخطر وأعتقد أن المقاسمة في النِّعمة.
Vatandaşlar adeta ben inanıyor (ve şahitlik ediyorum) ki, tehlikede iştirak edeceğime, rizikoya ortak olacağıma, kardeşimi tehlikede yalnız bırakmayacağıma teminat veriyorum. Yine ben inanıyor (ve şahitlik ediyorum) ki, nimeti (vatandaşlar arasında) adil paylaştıracağıma, bölüşümü adil yapacağıma söz veriyorum demektedirler. Bireyler ve devletler, bu iki temel ilkeye iman etmedikleri takdirde, kimsenin kimseye güveni de kalmayacaktır. Tevhidi terazi de kurulamayacaktır. Kurt koyuna saldırırsa, ne devletin ne de vatandaşların haberi de olmayacaktır.
Komşusu ve kardeşi aç gezerken, kardeşi ve yetkililer tok gezeceklerse, tevhidin birlikte yaşamının kurucu unsuruna iman etmemiş sayılacaklardır. Kendi ayağına diken batsa, kendi vücudunun hissetmemesi düşünülemediği gibi, kardeşinin rizikoya uğramasından dolayı acı duymuyorsa, tevhidin birlikte yaşam projesine isyan edilmiş anlamına gelmektedir. Tek vücut olamayan birey ve toplumlar, tevhidin kurucu unsurunu iyi anlayamamış birey ve toplumlardır. Zira birlikte yaşamın rüknü, bu tevhidi birlikte yaşam projesine iman etmekten geçmektedir. Aksi takdirde biri ağlayıp diğeri gülen bir toplum yapısı, ulvi gayeleri olmayan cahiliye toplum yapısı gibi olurlar.
Bu ilke, toplumların birlikte yaşamının tevhididir bilesiniz. Bu ilke, akidevi bir ilke haline dönüştürülmelidir. Nasların ruhu, bu ilkeyi zorunlu kılmaktadır. Nasların genel ve özel maksatlarının gerçekleşmesi, bu ilkenin pratiğe yansıtılmasında yatmaktadır. Birlikte yaşamın kurucu rüknü, tehlikede birleşmek, tek vücut olmak, nimeti de adil paylaşmak, bölüşmek ve bölüştürmek zorunluluğudur. Bu toplumsal sözleşme, pratik hayatımızda, birlikte yaşam sözleşmesi olarak kabul edilmelidir. Taraflar da bu sözleşmenin ilkelerine uyacağına yemin etmeli ve karşılıklı sözleşmeyi imzalamalıdırlar. Böylece tarafların birlikte yaşam sözleşmesi onay almış olacaktır.
Bu ilkenin ihlali ve ihmali, dış hukukumuza isyan sayılmalıdır. Bu ilkenin ihlali, sosyal hayatımızın ve sosyal hukukumuzun depremidir. Toplumlar, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak, kendilerine yüklenen ulvi gayelerini gerçekleştirmek istiyorlarsa, bu ilkeyi dış hukuklarına hâkim kılmaları zorunludur.
Tevhidin birlikte yaşam projesinin bu kurucu esası, ihmal ve ihlal edilirse, birlikte yaşam projesinin inşası mümkün de olamaz. Bunun için tevhidin bu kurucu esası, aslında vahyin birlikte yaşam projesinin manifestosu ve birlikte yaşamın amentüsü mahiyetindedir. Bu ilkeye iman etmeyen birey ve toplumlar, tevhidin kurucu şartlarını ihmal ettiğinden, vahyin yeryüzünde hedeflediği sosyal hukuk düzeninin kurulması sorumluluğunu da gerçekleştiremeyeceklerdir.
Kur’an’ın yeryüzünde gerçekleştirmek istediği düzenin amentüsü mahiyetinde olan bu ilke, hemen herkes için inanç akidesi haline getirilmediği sürece, tevhidi düzenin kurulması de mümkün olamayacaktır. Allah’ın kullarından beklediği tevhit düzenini kurulamayacaktır. Müslümanların birlikte yaşam projesi, bir vahiy projesidir. Bu proje, dış hukukumuzu düzenler. Bu tevhidin kurucu şartı adeta hakça / adil bir düzen ve adil bir dünya kurmayı hedefler. Müslüman toplumlar olarak, iç hukukumuzun şehadetini ikrar ile yerine getirsek de, dış hukukumuzun şehadetini yerine getiremediğimizden; iki yakamız bir araya gelememiştir ve gelemeyecektir. Tevhidin birlikte yaşam projesine isyan ettiklerinden, kurda kuşa yem olup perişan olmuşlardır.
Bugün taraflar birbirlerine güven unsurunu kaybetmişlerdir. İktidarı eline geçiren devletler ve hükümetler, adeta hukukun tanzimi yerine, ganimet mantığına yönelmişlerdir. Bir sonraki yazımda tehlikede iştirak ilkesini kısaca analiz etmek istiyorum. Saygılarımla