(Tababet san’atının icrası ile geçen 33 yıl / anı 2)
Yüksek öğrenime başladıktan sonra kafam çoktan deli deli sorularla karışmıştı bile. Tıp fakültesinde bir yandan dersleri, stajları halletmeye çalışırken belki ondan daha çok paramedikal kitapları okumaya, nerede bir toplantı, sohbet varsa katılmaya, sorularıma cevap bulmaya çalışıyordum. Fakültede her tür düşünce ve inançtan öğrenci olmasına karşın daha çok için(d)e doğduğum / bulunduğum sosyokültürel ortamdan dolayı o sivil toplum kuruluşu senin, bu tarikat-cemaat benim geziyordum. Gün geldi Hekimler Birliği Vakfı yurdunda kalan arkadaşlarla mütevazi bir öğrenci sofrasının başında ateşli tartışmalar yaptım. Günü geldi merhum Said-i Nursi’nin talebeleriyle Risale-i Nur dinledim. Necip Fazıl merhumun bir kitabını okumamla başlayan bu süreç, onun Çile kitabındaki deyimiyle “Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın / Benliğim bir kazan ve aklım kepçe / Deliler köyünden bir menzil aşkın / Her fikir içimde bir çift kelepçe” misali sürmüş, “Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş / Fikir çilesinden büyük işkence” anlamış ve sonunda “Bir kanlı şafakta, bana çil horoz / Yepyeni bir dünya etti hediye”ye kavuşmuştum. Merhum Neşet Ertaş ustanın o güzelim türküsünde çığırdığı gibi “Seher vakti çaldım yârin kapısını / Baktım yârin kapıları sürmeli” değildi Allah’tan. Gündüz vakti “Açtırdım kapıyı, girdim içeri / Aklımı başımdan aldı o peri (Ercümend Özkan abi) / Dedim sende buldum halis cevheri / Dedi yok yok bir mehenge (Kur’an’a) sürmeli”.
Ben de vurdum; bildiğim, inandığım her şeyi o mihenk taşı addettiğim Kur’an’a. Sorular ve sorgulamalarla süren hak ve hakikat arayışım, talebim sürdü gitti yıllarca; halen de sürüyor.
Tıpta uzmanlık öğrencisi olduğum yıllardı (90’lı yılların başı). İlk arabam olan eski model bir Renault TS ile Yenimahalle Şentepe’de o yıllarda bahçeli bir gecekonduda bir grup arkadaşla haftada bir Kur’an meâl-tefsir çalışması yapıyor idik.
Bir gün, arkadaşlardan birinin düğün merasimi için hazırlanan programa araştırmacı yazar M. İslamoğlu’nun da katılacağı ve bir konuşma yapacağı söylendi. Ben de bir görüp dinleyeyim diye katılmaya karar verdim.
Ankara Demetevler Öz Elif Sitesi’ndeki düğün programı öncesi öğle namazı için hep birlikte camiye gittik. Namaz sonrası ilk defa gördüğüm ‘zararsız’ bir hocanın kısa bir sohbet yapacağı söylendi, kalıp dinledim.
Hoca, konuşmasında evlilikle ilgili olması münasebetiyle Kur’an’dan iki kıssa hakkında konuşmak istediğini söyledi. İlk olarak Hz. Adem ve eşinin, sonra da Hz. Adem’in iki oğlu’nun kıssasını anlattı ve hissemize şu yorumlar düştü. Hz. Adem (a.s), eşinin hamilelik (aşermesi) nedeniyle canı yasak ağacın meyvesinden çekmişmiş, o da eşinin arzu ve ricasını kırmayarak bunu yerine getirmiş, bu mide şehvetine delalet ediyormuş. Diğerinde ise Hz. Adem’in ilk batında ve ikinci batında birer oğlu ve kızı olduğunu, şerîat uyarınca her birinin farklı batında doğan kardeşiyle evlenmesi gerekirken, Kabil’in buna karşı çıkıp güzelliği nedeniyle aynı batında doğan kızkardeşiyle evlenmek istediğini, bunun da cinsel şehvet demek olduğunu, kardeşinin canına kıymasının sebebinin bu olduğunu belirtti. Ve sohbet bu minvalde sürdü ve sonlandı.
Sohbet bittiğinde kimse söz almayınca, ben parmak kaldırıp bazı şeyler söylemek istediğimi belirttim. Ve o yıllardaki gençliğin, cesaretin verdiği özgüven ve heyecanla, kıssalara yapılan yorumların gerçeği yansıtmadığını, zira Kur’an’la çeliştiğini, Kur’an tefsirinde ilk ve ana kuralın “Kur’an’ı Kur’an’la tefsir etmek, anlamaya çalışma”nın doğru ve sağlıklı bir yöntem olduğunu söyledim. Akabinde, bahse mevzu kıssaların Kur’an’ın bir başka yerindeki ayetlerle vuzuha (açıklığa) kavuşturulduğunu söyledim. İlk kıssa’da, Hz. Adem ve eşinin Cennet’ten ayrılıp dünyada zorunlu ve geçici ikamete mecbur tutuluşlarına gerekçenin Şeytan’ın vaat ve kandırmalarına aldanmalarının neden olduğunu, ikinci kıssada da Adem’in iki oğlundan birinin diğerinin canına kıymasının Allah’a sundukları hediyenin sadece birinin kabul edilmesi üzerine diğerinin onu kıskanmasıyla alakalı olduğunu söyledim. İsrâiliyat menşeili ve tasavvufi bakışlı yorumlara itibar edilemeyeceğini belirttim.
Ortama bir sessizlik hâkim oldu, buz gibi bir hava esti.
“Ne yani, bütün kitapları yakalım mı şimdi?” dedi hoca.
“Ben böyle bir şey söylemedim” dedim.
“Benim bu söylediklerim, bugüne kadar İslam âlimlerinin yazdıkları kitaplarda yazıyor. Sen bu kitaplar yanlış yazıyor, yalnız Kur’an yeter mi demek istiyorsun?”
“Ben sadece Kur’an’ı anlamanın, yorumlamanın ilk ve en önemli usulünü, kuralını dikkate alarak bir açıklama yapmak istedim, o kadar” dedim.
Konu “Sen ne işle meşgulsün, ne eğitimi aldın?” sorusuyla bana yönelince tartışmaya son verip sükût etmeyi tercih ettim.
Sohbet bitip herkes dağılınca orada bulunanlar etrafımı sardı, hocanın son sorusunu hatırlatıp meal & tefsirim olup olmadığını sordular.
“Doktorum, din adamı değilim; sadece dinimin adamı olmaya, okuyup araştırarak dinimi anlayıp yaşamaya çalışıyorum” diye cevap verip oradan hızla uzaklaştım.
M. İslamoğlu’nu dinlerken de, vaaz sırasında orda bulunanlardan biri gelip kulağıma eğilerek söylediklerime katıldığını ifade etti. Camideki vaaz sırasında beni yalnız bırakıp sonradan hak verdiğini söyleyen bu kişiden ziyade, bir süredir tefsir dersi yaptığımız arkadaşlara “niçin vaaz sonrası sesinizi çıkarıp bana destek olmadınız” diye sitem ettiğimde “vaazı ciddiye almadık, bir şey söylemeye de lüzum hissetmedik” deyince “Kur’an çalışması yaptığım kişiler burada soru sormayacak, konuşmayacak ve bir de bildiği doğruları söyleyenin arkasında durmayacaksa, ne anlamı var birlikte Kur’an dersi yapmanın, siz Kur’an çalışmasına devam edin, hadi bana eyvallah” dedim ve onlardan ayrılıp kendi yoluma devam ettim.
Bu hatıramı nice zamandır yazmak istiyordum. Nasip kısmet bugüne imiş. Bir süre önce Van Tıp’lı yıllardan meslekdaşım Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Şaban Şimşek ağabey, hazırladığı bir kitabın müsveddesini bana gönderdi ve gözden geçirip değerlendirmemi istedi. Kendisine yıllar önce başımdan geçen bu ve benzeri olayların tesiri ile bu alana el atmanın netameli ve sıkıntılı olabileceğini belirttim fakat kitabın taslağını baştan sona okuyup öneri, eleştiri ve katkılarımı sunmaya da çalıştım. Bu emek mahsûlü ve değerli kitap geçtiğimiz günlerde yayınlandı ve hatta ilk televizyon yayını bile gerçekleştirildi [1,2].
Bir araştırmacı yazarın bir kitabından kısa bir iktibas yaparak hem yazımın başlığındaki soruya cevap sadedinde şahsi kanaatimi belirtmek, hem de hatıramı hitama erdirmek istiyorum.
“İlahiyatçılar; tıptan astronomiye, fizikten sosyolojiye, ekonomiden siyasete kadar hemen hemen her alanda kendilerinde söz söyleme hakkını buluyorlar da başkalarının ilahiyat alanında söz söylemesinden neden rahatsızlar? Bu soruyu şöyle de sorabilirim: Din / ilahiyat; tıp, astronomi, fizik, kimya, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset, tarih vs hakkında söz söylüyorken; bir doktor, fizikçi, kimyacı, sosyolog, ekonomist, psikolog, siyasetçi vs din / ilahiyat alanında neden bir şey söyleyemesin? Herkesin din / ilahiyat hakkında bu kadar çok konuşması, insanların din / ilahiyat ile girdiği ilişkinin varoluşsal oluşundan kaynaklanıyor olmasın?” [3].
Kaldı ki, insana ve hayata dair iki farklı disiplin, uzmanlık alanı olsa dahi tıp ve ilahiyatın kesiştiği ve buluştuğu konularda kim konuşacak, kanaat belirtip hüküm verecek? Organ naklinden kök hücre çalışmalarına, ötenaziden yardımcı üreme yöntemlerine kadar hem tıbbı hem de ilâhiyatı ilgilendiren sorular tartışılmak ve cevaplanmak durumundadır [4].
KAYNAKLAR
- Kur’an’ı Kur’an’la anlamak-1, Prof. Dr. Şaban Şimşek, Barış kitap, 2020, Ankara
- https://www.youtube.com/watch?v=Icf-YPWruZc&t=2586s
- Yüzleşme-I (Din, tarih, siyaset), Hamdi Tayfur, 2018, E-book, Sh. 259-60
- Kök hücre diyalogları (Tıbbın sınırlarında felsefi ve bilimsel arayışlar), Sheldon Krimsky (Tercüme: Ebru Kılıç), Koç Üniversitesi Yayınları, 2017, İstanbul
2 yorum
Bu ve bu sitede yayınlanmış diğer anıların gözden geçirilmiş son hallerinin ve ayrıca yayınlanmamış birçok anının yer aldığı ve bir yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığım kitabım “BENİM YOLUM / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl”, 08.12.2021 tarihinde okuyucu ile buluştu. Kitap 378 sayfa olup Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) yoluyla yayınlandı ve kitapyurdu sitesinde satışa sunuldu. Kitabı incelemek ve edinmek isteyenler için internet adresi; https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html