İklim değişimi hızla kendisini hissettirmeye devem ederken, iklim olayları olarakta ciddi değişimler yaşıyoruz. Bazı yerlerde sel felaketleri yaşanırken, bazı yerlere ise neredeyse hiç yağmur düşmez oldu. Bu durum üzerinde durulması gereken önemli konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yıl içinde gerçekleşen orman yangınları ikilim deki değişime etkisi tartışılmaktadır. Ancak bilimsel olarak bakıldığında etkilerinin büyük olacağını söyleyebiliriz. Türkiye Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 1988-2019 arasında toplamda 68.579 adet yangın çıkmış, 336.824 hektar alan yanmıştır. Bu veri, yılda ortalama 2.143 adet yangına, 10.526 hektar alanın tahribine tekabül etmektedir. 2021’in ocak ile ağustos ayları arasında kül olan ormanlık alan 177 bin 476 hektara ulaştı. Türkiye özellikle 2021 yılında olağanüstü şekilde gelişen orman yangınları ile mevcut orman varlığının ¼ kadarını kaybetti. Bu çok yüksek bir orandır.
Yangınların dışında ciddi sel felaketleri de yaşanmıştır. AFAD verilerine göre sadece geçen 2021 yılında ülke çapında 177 sel ve su baskını ile 107 heyelan görüldü. Aynı dönemde doğa kaynaklı olayların yüzde 20’ye yakını sel ve su baskınları, yüzde 12’ye yakını da heyelan olarak kayda geçti. Aşağıda verilen haritada illere göre sel ve su baskını felaketlerinin durumu gösterilmektedir.
Bunları sadece iklim değişikliği ile açıklamak doğru değildir. İklim değişikliğini hızlandıran sebepler üzerinde durmak daha gerçekçi olacaktır. Su kaynaklarının hoyratça tüketilmesi, yeşil alanların imara açılması, tarım arazilerinin konut projeleri ya da endüstri bölgeleri olarak belirlenmesi, büyük şehirler yasası ile mera alanlarının ve tarım alanlarının arsa olarak değerlendirilmeye başlanması gibi durumlar birer tetikleyici olarak karşımızda durmaktadır. Herkes iklim değişikliğini açıklıyor ve bizleri sıkıntıya sokanın iklimin kedisiymiş gibi konuşuyorlar. Oysa iklimi bizlerin değiştirdiğini ve birinci suçlunun insanlar olduğunu görmezden geliyorlar.
Bir diğer önemli değişim ise toprak kayması veya heyelanlardır. Türkiye’ de deprem, şiddetli yağışlar, anlık sıcaklık değişiklikleri ile yanlış arazi kullanımı sonucu heyelanlar oluşmaktadır. Bunların sonucunda da büyük miktarlarda değerli toprak kaybedilmektedir. Uzun süreli ve yüksek miktardaki yağışın etkili olduğu, özellikle de nemli iklime sahip bölgeler, heyelanların yaygın olarak görüldüğü yerlerdir. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgemiz bu konuda potansiyeli en yüksek bölgedir. Bu bölgede heyelanların büyüklüğü afet boyutuna kadar gelebilmektedir. Çığ olayı ülkemizde özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde kış aylarında yoğunluklu olarak görülmektedir. Çığdan korunmak için çığ tehlikesinin olduğu alanlarda bulunmamak en iyisidir. Çünkü çığ için yapılabilecek bir şey bulunmamaktadır. Ancak temel olarak bakıldığında yerleşim yerlerini çığ tehlikesi olabilecek alanlarda kurmamak, tehlike olan yerlerde var ise bunların kısa süre içinde taşınmasının sağlanması gerekir. Çığ tehlikesinin önüne geçebilecek en etkili yöntem ağaçlandırmadır. Ormansızlaştırılan ya da ağaçsızlaştırılan yerlerde çığ tehlikesi çok daha yüksektir.
Ağaçlar bulundukları yerde karların kolayca hareket etmesine engel olurlar. Ne kadar ağaç olursa çığ riski de o derece azalır. Ancak özellikle son yıllardaki ülke genlinde görülen ağaçsızlanma oranındaki artış gelecek açısından tedirginlik yaratmaktadır. İklim olayları birbirine bağlı ve sürekli olarak etkileşim halindedir. Ağaç sayısı azaldıkça yağış miktarında da azalma olacağından zaman içinde kar yağışı da azalacak ve çığ riski de kalkacaktır. Bu şekilde düşünülüyorsa yapılanlar doğrudur. Ancak geleceğimizin ağaçlara bağlı olduğunu ve ağaçlar ile hayatımızı sürdürebileceğimi unutmamak gerekir. Çok sık karşılaşılmayan ve haberlere de çok çıkmayan bir konu da kaya düşmesidir. Özellikle ağaçsız bölgelerde aşırı yapıştan dolayı ya da yol, baraj ve benzeri inşaatların etkisi ile kayalar yerlerinde oynamakta ve kaya düşmesi olmaktadır. Heyelan, su baskını, çığ düşmesi ve kaya düşmesinin ülkemizdeki yayılımı ile ilgili harita Şekil 3’te verilmiştir (AFAD, 2021).
Bu sadece ülkemizde değil, dünyanın çoğu bölgesinde benzer olumsuzluklar yaşanıştır. 2021 yılı gerçekten farklı bir yıl olarak kayıtlara geçti. Kalıcı bir küresel pandeminin yanı sıra, iklim felaketleriyle doluydu, bazıları o kadar yoğundu ki, onları inceleyen bilim adamlarını bile şaşırttı. Aşırı yağmurlar ve yağmur fırtınaları , Avrupa’daki dağ kasabalarını kasıp kavuran ve 200’den fazla insanı öldüren şiddetli sel baskınlarına dönüştü. Asya genelinde, aşırı yağışlar geniş alanları sular altında bıraktı ve Çin’deki metro istasyonlarını su bastı. Isı dalgaları Kuzeybatı Pasifik , Avrupa ve Kuzey Kutbu’ndaki rekorları alt üst etti. Orman yangınları Kaliforniya , Kanada , Yunanistan ve Avustralya’daki bazı yerleşim yerlerini haritadan sildi. Ve bunlar aşırı uçlardan sadece birkaçıydı. Yalnızca ABD’de, en büyük iklim ve hava felaketlerinden kaynaklanan hasarın 2021’de 100 milyar ABD dolarının üzerinde olması bekleniyor.
Bu aşırı hava olaylarının çoğu , insan kaynaklı iklim değişikliğiyle bağlantılıdır ve hızla ısınan bir dünyada neler beklenebileceğine dair bir fikir vermektedir. ABD’de özellikle bir şey göze çarpıyordu: ülkenin bir tarafı çok ıslak, diğer tarafı çok kuru olan keskin bir ulusal yağış farkı giderek artmıştır. Aslında iklim değişiminin bu şekildeki bir özelliği ön plana çıkarması beklenmeyen bir olaydır. Bir taraf seller ile uğraşırken bir tarafın aşırı kurak olması iklim bilimciler tarafından tam olarak açıklanamamaktadır. Örneğin ABD’de 2021 yılında çok sayıda ama beklenmeyen fırtınalar görüldü. Avrupa’da özellikle güney Avrupa kuraklıktan büyük sıkıntılar çekerken, kuzey Avrupa’da yağış miktarı arttı ve büyük çaplı afet boyutunda seller görülmeye başlandı. Ağustos ayında ölümcül sel baskınlarını tetiklendi. Ancak çok ilginç olan gelişme ise; Küresel ısınmanın anlaşılmaz bir şekilde hem kuraklığı hem de aşırı yağışı besliyor olmasıdır.
Aslında küresel ısınmanın dünya genelindeki yağışlara temel olarak üç farklı etkisi bulunur. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür;
- Dünya gezegeni ısındığında toplam yağış bakımından daha yüksek oranda yağış görülür. Daha yüksek sıcaklık, Dünya yüzeyinden buharlaşmayı artırır. Aynı zamanda, atmosferin, gezegenin ısıttığı her bir santigrat derece için yaklaşık %7 oranında nem tutma kapasitesini artırır. Daha fazla nemin buharlaşmasıyla küresel yağışın artması bekleniyor, ancak bu artış tekdüze ve düzenli bir artışı beraberinde getirmiyor.
- Küresel ısınma daha yoğun yağışlara neden olur. Daha yüksek sıcaklıkla, yağış oluşturmak için yoğuşma seviyesine ulaşmak için daha fazla neme ihtiyaç duyulur. Sonuç olarak, hafif yağış daha az yaygın olacaktır. Ancak atmosferdeki daha fazla nem ile fırtına sistemleri geliştiğinde, artan nem daha ağır yağış olaylarına yol açar. Buna ek olarak fırtına sistemleri ve su buharı suya dönüştüğünde atmosfere salınan enerji olan gizli ısı ile beslenir. Atmosferdeki artan nem, fırtına sistemlerindeki gizli ısıyı da artırarak yoğunluğunu arttırır. Araştırmalar, yoğun yağış olaylarının hem sıklığının hem de yoğunluğunun 1950’lerden bu yana çoğu kara bölgesinde belirgin şekilde arttığını gösteriyor.
- Küresel ısınma, ıslak yerleri daha ıslak ve kuru yerleri daha kuru hale getirme eğilimindedir. Küresel atmosfer sirkülasyon modeli nedeniyle yağış gezegen üzerinde eşit olarak dağılmamaktadır. Bu küresel sirkülasyon, dünyadaki yağmur ormanlarının çoğunu bulduğumuz tropikal bölgeler gibi rüzgarların bir araya geldiği yerlere ve dünyanın çoğu çölünün bulunduğu orta enlemler gibi rüzgarların ayrıldığı yerlerden uzağa nem getirir. Küresel rüzgar modellerinde önemli bir değişiklik olmadığını varsayarsak, buharlaşma ve nemdeki artışlar, kuru alanlardan ıslak alanlara ve daha yüksek enlemlerde fırtına yollarına daha fazla nemin taşınması anlamına gelecektir. Küresel ısınma, küresel dolaşım modelini potansiyel olarak değiştirerek dünyanın ıslak ve kurak bölgelerinde bir kaymaya neden olabilir.
Elbette bunların olması için ayrıca arazinin şekli, üzerindeki bitki türleri ve büyük su kütlelerinin varlığı gibi yerel koşulların durumu belirleyici olur. Nem kaynağının zaten sınırlı olduğu bu gibi alanlarda daha yüksek sıcaklık, havada daha az nem anlamına gelir ve bu da daha az yağmura yol açar. Daha yüksek sıcaklık ve daha az yağış da dağlardaki kar yığınlarını azaltacak ve ilkbaharda daha erken erimeye neden olacaktır. Tüm bu değişikliklerin kuraklığı artırması anlamına gelecektir. Yıllara göre yağış kayıtlarının gösterdiği ve iklim modellerine dayalı olarak gelecekteki yağışlar için öngörülen şey; yıllık yağışta bir düşüş olurken, daha uzun kuraklık dönemlerinin yaşanacağıdır.
2 yorum
Aramıza hoş geldiniz. Çok önemli bir konuyu anlatmışsınız. Gelecek yazıda önlemler üzerinde de durmanızı bekleriz.
Sayın hocam çok teşekkür ediyorum.