Geçenlerde bir gazete haberinde bir Rus araştırmacının 2045 yılında insan beyninin kopyalanıp ilk e-insanın yaratılacağını bildirdiğini okuduk. Bugün bilindiği gibi birçok organın nakli olabilmektedir. Ancak beyin nakli olamamaktadır.
İnsanların organ aktarmaları ile ilgili ilk görüşleri folklorik anlamda ilk çağlara kadar gider. Örneğin; ilk çağlarda halk arasında kuvvet ve sağlığın kuvvetli insanlardan zayıf insanlara geçirileceği konusunda inanışlar vardı. Organ aktarması kavramına mitolojide de rastlanmaktadır. Yunan mitolojisinde Mede adında bir sihirbazın kan nakli suretiyle Anchise adlı bir ihtiyara gençlik ve kudret aşıladığı anlatılmaktadır. Eski Hintte ise yüzdeki kusurları örtmek için, vücudun diğer kısımlarından alınan parçalar yüze aktarılırdı. Eski Roma’da gladyatörlerin kanı saralı hastalara içirilirdi. Böylece insandan insana kan nakledilirdi. Nitekim sıcak kan, yaralı gladyatörün yarasından alınırdı. İnsanlar, bu tip uygulamaları sonraki yüzyıllarda da yaptılar. Hatta bu durum, 19. yüzyılda bile görüldü. Nitekim 1859 yılında Göttingen’de bir büyücünün kanı, idam edildikten sonra halk tarafından mendillere alındı ve hastalar için kullanıldı.
Yine Eski Roma’da Pedanius Dioscorides (MS I. yüzyıl), hayvan kanının insan sağlığı için kullanılması gerektiğini bildirdi. Nitekim kaplumbağa kanı nasıra, yarasa ve tavşan kanı göz ağrısına, tavuk kanı kulak ağrısına ve fare kanı siğile kullanılırdı. Ayrıca, hasta hayvanın dışkısı hastaya yedirildi. Bu arada taze kesilmiş hayvanların; örneğin, tavuğun eti de yaraya konurdu. Nitekim Eski Romalı hekim Aulus Cornelius Celsus (MS 3-64), kitaplarında bu konudan söz etti. Yine böbrek hastası bir insanın böbreği üzerine hayvan eti uygulandı. Keçi dalağı, hasta insanın dalağına bağlanırdı ve sobada kurutulurdu. Böylece hasta insanın dalağının iyileşeceğine inanılırdı. Bu arada tavşan tüylerinden yapılan halat hastaya bağlanır ve iyileşmesi beklenirdi.
Organ aktarmaları ile ilgili düşünceler orta çağlarda da devam etti. Daha sonraki yıllarda, 1597 yılında Gaspare Tagliacozzi, Bologna Üniversitesinde bu konu ile ilgili bazı ön çalışmalar yaptı. Bu bilgin, burnunu kaybeden bir hastaya kolundan parça aktardı. Aynı dönemde kan nakilleri ile ilgili çalışmalar da başladı. Önceleri hayvanlarda denenen bu çalışmalar, 1667 yılında Danys tarafından insanlarda uygulandı. Ancak ilk doku ve organ transplantasyonu denemeleri, 1771 yılında İngiliz cerrahı John Hunter (1728-1793) tarafından yapıldı. Hunter, horozların testislerini çıkarıp tekrar karına koydu ve bu organın yeni yerine yapışıp beslendiğini ve fonksiyon yaptığını gözledi ve hatta horozlardan tavuklara aktardığı testisin de aynı şekilde yaşadığını gördü. Daha sonra 19. ve 20. yüzyıllarda bu çalışmalar devam etti. Bugün ise birçok organ nakledilebilmekte ve insan hayatı kurtarılmaktadır. Ancak beyin nakli yapılamamıştır.
Deontoloji açısından insan hayatını kurtarmak için yasalara ve ahlaka uygun olarak her çeşit organın nakli yapılabilir ama, eğer beyin ve omuriliğin aktarması uygulanabilirse, ortaya kişilik gibi, hatta kişinin kendisine karşı yasa tarafından korunan bir varlık çıktığı için bu son aktarmaları uygulamada, hukuk, etik ve ahlak gibi konular cerrahın karşısına çıkarlar. Çünkü bu tip nakillerle kişinin değişimi olacaktır. Yine de tekniğin yıllar sonra önümüze ne gibi bulgularla çıkabileceğini şimdiden belirlemek ve hatta deontoloji ilmini de ona göre kurallaştırmak son derece zordur
Yine de, ileride ne gibi bir uygulama ile karşılaşılacağı ve ileriki yıllarda etikle ne gibi ahlaki kuralların geçerli olacağını bugünden söylemek güçtür.
Bütün bunlardan başka, bazılarının uyguladığı yapay organ takılması yolu da vardır. Burada hukuki yönden ileride biyonik adam tipinde süper insan yaratmak mümkün müdür? Buna hakkımız var mıdır? Bu soruya da zaman içinde cevap vermek gerekir.
Şurası şimdilik bir gerçektir ki, hayvanlar üzerinde yapılan bazı deneyler, insandan insana beyin naklini de ileride mümkün kılacak gibi gözükmektedir. Ancak 1979 yılında kendisine bu konuda teklif yapılan Güney Afrikalı ünlü kalp uzmanı Dr. Christian Bernard, o günlerde şöyle demiştir: “Üzerinde bir dakika bile düşünmeden derhal reddettiğim bu öneriyi kabul etmek kesinlikle olanaksızdır. Çünkü böyle bir düşünce, pratik kalmamasının dışında, hem ahlaka hem de kanunlara aykırıdır.”
Ayrıca bu konuda, cerrahların karşısına teknik olanaksızlıklar da çıkmaktadır. Durum bugün de böyledir. Çok ileride tekniğin ne durumda olacağını da kesin olarak bilmek olanaksızdır.