“İlgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz!” Deli mi, veli mi pek belli olmayan Feylosof Sakallı Celal, yıllar önce ülkemin halini böyle tanımlamıştı. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, öğrencim dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen vardı.
1962’de hayata gözlerini yuman merhumun hayatını Orhan Karaveli kaleme aldı ve “Özgür kalmak için her şeyden fedakârlık eden bir aydının yaşamı…” diye sundu kitabını. Bu tespitin yapıldığı o yıllardan günümüze ne yazık ki pek fazla bir şey değişmedi. Bunu her sahada görmemiz mümkündür. Bir fikrin taassubuna kapılanlar, olup biteni yorumlarken hep kendi penceresinden bakıyor, bir olay ya da durum karşısında tercihlerini sıralarken fikir taassubu girdabından kendini kurtaramıyor ve liyakat arka planda kalabiliyor.
Fikir taassuplarını her alanda görmemiz mümkün; inanç, milliyet, etnik köken, siyasi partiler, spor takımlarının taraftarı olmak gibi. Bu mensubiyetlerin olması normaldir ve kişi hak ve özgürlükleri kapsamında meşrudur. Ancak bunların hiçbirisi, liyakatın önüne geçen unsurlar değildir.
Liyakat ile neyi anlatmak istiyoruz? Bir işi etik ve ahlaki kurallara, mesleğin gerektirdiği teknik, teorik, pratik, tecrübi bilgi ile en verimli şekilde sonlandırma becerisidir liyakat. Böyle bir beceriye ancak azim, çalışma, sabır ve ortak aklın kullanılmasıyla ulaşılır. Böyle meziyetlere sahip insanlar ile çalışmak, hangi inanç sahiplerini, hangi millete mensup insanları, hangi siyasi fikre sahip insanları rahatsız eder, bunu anlamak mümkün değil. Aslında bu her millet inanç, parti için aranılan en büyük meziyetlerden biridir ve öyle olmalıdır.
Gücü ve erki elinde bulunduranlar, otorite sahipleri mahiyetlerindeki liyakatli insanlar sayesinde varlıklarını sürdürebilirler, başında bulunduğu topluluğu hedefleri doğrultusunda daha iyi noktalara taşıyabilirler. Ancak bir topluluğun başındaki /başındakiler zaten liyakatsiz ya da liyakatiyle erke sahip olup, sonradan değişik nedenler ile liyakati arka plana attı ise, mahiyetindeki liyakatli insanların sayısının artması onun otoritesini sarsmaya başlayabilir. Çünkü liyakatli (bilgili, ilgili) insan güdümlü değildir. İlim, tecrübe, adalet ve vicdan unsurlarıyla harmanlanmıştır. Doğruyu görür, bilir ve yapar. Küçük menfaatler için büyük menfaatleri heba etme basiretsizliğini göstermez.
Liyakatsiz insanların sayısı arttıkça, o topluluğun başında bulunanların da liyakatsiz olma ihtimali artar ve akıbet, hem toplum hem de yöneticiler bakımından hüsrandır. Liyakatli insanların sayısı artarsa ve bu insanların sesi daha gür çıkmaya başlarsa o topluluğun refaha, iyiye, güzele ulaşma şansı artar. Böylece yöneticileri de ya liyakati baş tacı yaparlar ya da daha liyakatli olanlar yönetime gelirler.
“Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz“ sözünün menşeii tartışmalıdır; ama yaşadıklarımıza bakınca bunun doğru olduğuna inanıyorum.
Cesur ve liyakatli insanların hak ettikleri yerlerde olması temennisi ile…