Kıymetli Okurlar,
Akademik Akıl platformunun daveti üzerine bilgi birikimimi, yorum ve değerlendirmelerimi paylaşmak üzere sizinle birlikte olacağım. Bu platformda paylaşmayı düşündüğüm yazılarım çalışma konularımdan birisi olan ‘İslam İktisat Düşüncesi’ ile ilgili olacak inşaallah… Başlayalım.
İslam iktisat düşüncesi pek çoğunun öyle zannettiği gibi faiz yasağı ve zekât emrinden değildir. Faizsiz bankacılık önemli bir uygulama aracı olmakla birlikte İslam iktisat düşüncesi finansın ötesinde anlam içermektedir. Bu yüzden mikro (kişi ve firma) ve makro (genel ekonomik sonuçlar) bağlamda teklif ve sonuçları olan bütünsel bir yapıdır. Ancak bilinen anlamda bir teori olmadığı gibi, ana akım iktisat düşüncesinin tanımladığı şekliyle heteredoks da değildir; nev’i şahsına münhasırdır. Aslolanın ‘ibaha’ olduğu temel ilkesi çerçevesinde kapitalizmden farklı olarak sadece ‘nasıl’ sorusu üzerinde durmayıp, bünyesinde ‘niçin’ sorusunun cevabını da barındırır. Yine kapitalizmden farklı olarak ‘maslahat’ ve ‘makasıd’ı merkeze almak suretiyle, Allah’ın dininin itikad ve ibadetle birlikte üçüncü ayağı olan ‘muamelat’ı ictihad müessesesi vasıtasıyla işlevselleştirerek insanlığa ‘reel’ bir seçenek sunar. Bir başka fark; insanı içsel sorumluluğunu harekete geçirebilecek müesseselere sahip olmasıdır.
Günümüzde ekonomik aktivitelerin en yaygın olanlarından birisi de finansal piyasalardır. İslam iktisadı doğal olarak bu alanla da ilgilidir. Ancak finans kısmı dünyada da nispeten yeni olup, esasen ekonomik aktivitelerin fonlanmasına dönüktür. İktisatta ‘sıcak para’ olarak ifadesini bulan bu fonlar, sermaye piyasaları aracılığı ile bir ülkeye girdiğinde kredilerin maliyetleri düşmekte, piyasaya aktarılan bu fonlar vasıtasıyla yatırım ve istihdam oluşturulması amaçlanmaktadır. Amaca ne kadar hizmet ettiği tartışmalı olmakla birlikte bir şekilde kullanmak isteyen fon bulabilmekte ve bu fonların maliyeti de piyasadaki miktarına göre farklılaşmaktadır.
Portföy işletmeciliği olarak da ifade edilen bu faaliyet türüne daha çok bankalar aracılık etmektedir. Borsa da bir başka etkili araçtır. Döviz, faiz, borsa üçgenindeki bu yapı bizzat kendisi nakit akışı reel sektörü desteklediği oranda da yatırım ve istihdam anlamına gelmektedir. Ancak portföy işletmeciliği günümüzde bu asıl amaçtan sapmış olup, merkeze faiz tabanlı fon satışı yerleşmiştir. Bahsi geçen ‘kağıtların’ alım-satımı İslam iktisadının ilgi alanıma girmez. Zira ‘hesap üzerinden’ yürütülen bu türden işlemler birçok zaman gerçek bir alım-satımla ilgili değildir. Sıklıkla yaşanan ekonomik krizler ve makro ekonomik sorunların altındaki asıl neden de budur. Oysa İslam iktisadı böyle bir işlemi ‘garar’ olarak tanımlar ve izin vermez.
Bugün önde gelen devletlerin tamamı gayri safi hasılalarının önemli bir kısmını finans sektöründen temin etmektedir. İngiltere bu konuda başat ülke olup, Amerika’nın da önündedir. Zira İngiltere bu piyasada köklü bir geçmişe sahiptir. İsviçre gibi gayri safi hasılası finans sektörüne dayalı ülkeler de vardır. Dünyanın genellikle gözden ırak yerlerdeki vergi cennetleri ve off-shore (kıyı-ofşor) bankaları esasen finans sektörü içerisinde yer almakta olup, bu bölgeler kara para ya da yasadışı fonların yönetim merkezidir ve bu merkezler finans sektörünü yönlendiren devletlerin kontrolündedir. Nitekim bu finans merkezlerine ev sahipliği yapan devletler off-shore bankacılığı vasıtasıyla bu bölgelerde tutulan fonları ülkelerine çekerek bir yandan bu fonları aklamakta bir yandan da sermaye piyasası araçlarıyla fon açığını olan ülkelere aktarmak suretiyle gayri safi hasılalarını yükseltmektedir.
Türkiye de İstanbul Finans Merkezini kurarak finans piyasasından pay almayı hedeflemektedir. 1986’da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasını (İMKB-Borsa İstanbul) kurarak sisteme güçlü bir giriş yapan Türkiye aynı dönemde Körfez sermayesini çekmek üzere özel finans kurumlarının çalışma iznini de çıkarmıştır. Ancak finansal piyasalar esasen büyük ülkelerin kontrolündedir. Ayrıca kısa vadeli olan finansal piyasalar finansal operasyonlara araç olma zemini de oluşturmaktadır.
Türkiye için iyi bir seçenek İslami finansın merkezi olma iddiası olmalıdır. Zira yedi trilyon dolar olan bir potansiyelden bahsedilmektedir. State of the Global Islamic Economy Report verilerine göre, küresel ölçekte 2025’e kadar 7,7 trilyon dolara yükseleceği beklenen bu piyasaların reel sektör merkezli olması da krizlere dayanıklılık bakımından önemlidir. Zira konvansiyonel (faizli) finans piyasaları üretim ekonomisini zayıflatmaktadır. Normal zamanlarda ‘sürdürülebilirliği’ mümkün olsa da durum bir miktar kritik olduğunda, finansal piyasaların piyasadan çekilmesini önleyecek bir mekanizma yoktur. Tam tersine sistem kolay giriş ve çıkışlar üzerine kurulmuştur. Bu yüzden ekonomilerin finansal piyasalara dayanması bünyesinde uzun vadeli sakıncalar barındırmaktadır.
Türkiye tarihi misyonu nedeniyle ekonomik ve finansal anlamda islami sermayeyi organize edecek merkez olma potansiyeli taşımaktadır. İslami finans merkezi olmak Türkiye için bir yandan ‘oyuncu’ olma rolünü yerine getirme fırsatı verecekken, İslami finansın üretim ekonomisini finanse etmesi nedeniyle ekonomi krizlere karşı da dayanıklı olacaktır.
2 yorum
Hocam hoşgeLdiniz
hoş bulduk, ilginize teşekkür ederim