Bundan önce bir yazımızda felsefe hakkında giriş mahiyetinde bazı bilgileri verdik. Bu yazımızda da İlkçağ Felsefesi hakkında özet bazı bilgileri vermek istiyoruz.
İlkçağ felsefesi denince, akla Yunan felsefesi ve bu felsefeden doğmuş olan Helenizm ile Roma felsefesi akla gelmektedir. Bu felsefeye, Antik Çağ felsefesi de denmektedir. İlkçağ felsefesi, milattan önce sekizinci bin yıllarında ilk yazılı belgelerle başlar ve milattan sonra 476 yılında Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar devam eder. Bu çağ, yaklaşık olarak 13 asır devam etmiştir. Ayrıca bu çağ, kendi arasında da kısımlara ayrılmaktadır. Aslında felsefe veya felsefi düşüncenin ilk olarak ne zaman, nerede ve nasıl başladığı konusu tartışılmaktadır. Felsefenin yakın zamanlara kadar Yunanlıların ürünü olduğu kabul ediliyordu. Doğrusu Yunan Felsefesi sürecinde ve daha önceki dönemlerde doğuda, Mezopotamya çevresinde büyük kültür ve medeniyetler yaşanmıştır. Yahudiler ve Hıristiyanlar, felsefenin kökünün Doğu’da olduğu savını yaymışlardır. İşin doğrusu yapılan modern araştırmalar, felsefenin ve aynı zamanda dinlerin asıl vatanının Doğu, eski Mezopotamya ve Mısır olduğuna dair sağlam kanıtları ortaya koymuştur.[1]
Çeşitli tarihi rivayetlere göre ilk yazılı kanunlar, Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki vadilerde ortaya çıkmıştır. Buralarda ilk olarak Hammurabi’nin kanun yazarak uyguladığı bilinmektedir. İnsanlık tarihindeki büyük medeniyetler, Hammurabi’nin yazdığı ve toplumda uyguladığı bu ilk kanunlarla gelişmiştir. Tarih kaynaklarında, medeniyetin ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıktığı ve diğer medeniyetlerin, bunun birer uzantısı oldukları haber verilmektedir. Hitit ve Yunan medeniyetleri, Mezopotamya medeniyetinden etkilenerek gelişmişlerdir. Mezopotamya medeniyetinin, Mısır’ın Nil vadisindeki medeniyete ve uzak doğudaki Hint ve Çin medeniyetlerine de etkisi olmuştur.[2] Hammurabi kanunlarının vahiy mahsulü olduğu rivayet edilmektedir. Tarihçilerin kaydettikleri belgelerden öğrendiğimize göre, İbrahim Peygamber (as.) kendisine gelen vahyi kaydedip okuyan, okuma yazmayı bilen biriydi. Hem İbrahim Peygamber (as.) hem de Hammurabi kendilerine gelen vahyi hürmetle dikkate almışlardır.[3]
İnsanlık tarihinde ilk olarak kanunların adilane bir şekilde uygulanması neticesinde medeniyetin oluştuğu Mezopotamya bölgesine, geniş anlamda “Bereketli Hilal” adı da verilmektedir. “Bereketli Hilal”, Mezopotamya nehir vadilerinin doğusundan başlayıp batıya, Akdeniz’in doğusuna doğru uzanır. Bu bereketli toprak, Mısıra, Nil deltasına kadar uzar gider. Mezopotamya, çok önemli bölge olarak kabul edilmektedir. Bu bölgede, çok eskilerde tahılların ataları olarak kabul edilen yabani arpa, yabani buğday ve başka çeşitli otlar yetişiyordu. Ekim, yani ziraat, Buralarda başlayıp Nil vadisine ve Güneydoğu Avrupa’ya, yani Yunanistan’a doğru yayılmıştır. Bunun yanında hayvancılık da ilk olarak bu topraklarda başlamıştır.[4] Kısacası dünya medeniyetine ışık tutan ilk uygarlık, m. ö. 3500 yıllarında Mezopotamya’da başlamıştır. Ondan sonra bu uygarlık, m. ö. 3100 yıllarında buralardan Mısır’a ve m. ö. 2000 yıllarında da Güneydoğu Avrupa’ya, oradan da Girit’e yayılmıştır.[5] Bilimsel etkinlikler, uygarlığın tarihi ile başlamıştır. Bilim tarihçilerinin tespit ettiğine göre ilk uygarlık, m. ö. 3000 yıllarında Mezopotamya’da Sümer uygarlığının parlak bir düzeye eriştiği dönemlerde yaşanmıştır. Sümerler, hayvancılık ve tarımın yanında, teknolojide de oldukça ileri gitmişlerdir. Uygarlık, bu dönemlerde Dicle-Fırat, Nil, İndüs[6] gibi nehir vadilerinde gelişmeye devam etmiştir.[7]
Durum böyle olmasına rağmen, İlkçağ Felsefesi denince, Klasik İlkçağ ya da Antik Çağ adı verilen, yalnız Yunan ve Roma kültürlerini içine alan uzun bir aralığın ürünü olan felsefe akla gelmektedir. Bu dönem, İsa Peygamber’in doğumundan tahminen 800 yıl kadar önce başlamış ve onun doğumunda 500 yıl sonraya kadar devam etmiştir.[8] Bunun esas sebebi, yazılı kaynakların daha çok bu felsefeyi göstermiş olması olabilir.
Bu çağa damga vuran çeşitli felsefeciler vardır. Tales (m. ö. 624-546) ve Aristoteles (m. ö. 384-322) , İlk Çağ Felsefesinin önde gelen simalarından oldukları anlatılmaktadır. Ancak bu çağın önemli felsefecilerini şöyle sıralayabiliriz:
1 – Sokrates (m. ö. 469-99).
2 – Platon/Eflatun (m. ö. 28/347).
3 – Aristoteles (m. ö. 384-322).
Sokrates’in görüşleri, İlkçağ Felsefesinin temelini oluşturmaktadır. O, bütün insanların ortak akla sahip olduklarını, ona göre bilginin ahlak ve iman gibi temel değerlerin kavramlarında insanların tümünün özelliklerini yansıtan yönler bulunduğunu ileri sürmüştür. Sokrates bunu doğrulamak için kendine göre yöntemler uygulamıştır. O, ısrarla ahlak üzerinde durmuş, ona büyük önem ve ehemmiyet vermiştir. Ona göre akıl, her insanda aynı olduğuna göre, ahlaki kural ve davranışların da aynı olmasının gerektiği sonuca varmak mümkündür. Onun iddiasına göre akıl her insanda ortak olduğu gibi, ahlakın amacı olan iyiliğin de ortak olması gerekir. Akıl, iyiliğin kaynağı olduğuna göre, insanlar iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu bilebilirler. Ancak düşüncenin yöntemli bir şekilde yürütülmesi neticesinde böyle bir sonuca varmak mümkün olabilmektedir. Bunun neticesinde iyilik, kötülük ve erdem gibi ahlaki değerlerin insanlara yâda toplumlara göre değişmediği anlaşılmaktadır. Çünkü kaynağı akıl olan bu gibi şeyler, insanlarda gizli bir şekilde bulunmaktadır. Önemli olan husus, yöntemli düşünmek suretiyle bunu insanın ruhunda ortaya çıkarabilmektir. İnsanın ahlaklı yani erdemli olabilmesi için, bilgili olması gerekmektedir. Hakiki anlamda mutluluk, ancak erdemli olmakla mümkün olabilmektedir. Ona göre bilgi, mutlu olmanın da temel kaynağıdır. Bu nedenle Sokrates ahlakına, “Eudaimonist”, yani mutluluk ahlakı denmektedir. Antik Çağın hemen hemen bütün filozofları, mutluluğu bu şekilde Sokrates gibi ele almışlardır. Sokrates, yaşadığı dönemde özellikle gençler üzerinde etkili olmuştur. Onun bu konudaki düşünceleri kendisinden sonraki felsefe okulları üzerinde de etkili olmaya devam etmiştir.[9]
İlk Çağ felsefesinin önemli ikinci siması, Platondur. Platon’a, Eflatun da denmektedir. Sokrates’in öğrencisi olan Platon, “idea”, yani evrensel gerçeklik kavramından hareket ederek kendi felsefe sistemini kurmaya çalışmıştır. Bu nedenle Platon, Antik Çağın ilk sistematik filozofu olarak tanınmıştır. Onun “idea” kavramı, tüm doğa ve insan dünyasını temellendirmek ve açıklamak amacını taşıyan bir sistem olarak felsefe tarihine geçmiştir. O, bir bakıma vahdeti vücut görüşünü benimsemiştir. Platon, görüşlerini hocası Sokrates’in ağzından diyaloglar şeklinde almış ve ortaya koymuştur. Onun ileri sürdüğü idealar, genel kavramlar ve düşüncelerdir. Platon, ahlak felsefesini hocası Sokrates gibi erdem ve mutluluk olarak değerlendirmiştir. Ancak o, Sokrates ve Sokratesçi okullarda olduğu gibi tek bir insanın erdem ve mutluluğunu hedef almamıştır. O, insan türünün erdemli ve mutlu olması için gerekli şartları göz önünde bulundurarak araştırmalarda bulunmuştur. Platonun felsefesi, kendisinden sonraki dönemlerde de etkisini sürdürmüş, İslam ve Hristiyan dünyasına nüfuz etmiştir.[10]
Platonun öğrencisi Aristoteles ise, hocasına bir nevi rakip olarak çıkmıştır. O, felsefesini açıklamak ve öğrencileriyle tartışmak için “Akademia” okul kurmuştur. Aristoteles, bilgi teorisini öz, madde ve form bağlamında temellendirmiştir. O, özellikle kıyası ve tüme varım metodunu geliştirmiştir. Aristoteles, Platon gibi ideal devlet tasarımı yerine, var olan devlet ve yönetimi inceleyerek toplum ve devlet hakkındaki felsefesini açıklamıştır. Aristoteles’e göre en iyi devlet, kendi vatandaşlarını ahlaklı ve iyi yetişmiş kimseler olacak şekilde eğiten devlettir. O, eğitimin devlet tarafından gerçekleştirilmesini önermiştir. Çünkü ona göre, halkın ahlaklı ve mutlu olması, yöneticilerin bu özelliklere sahip olmalarıyla mümkün olabilmektedir. Aristoteles’e göre erdemli yaşamanın amacı, mutluluktur. O da ancak akla uygun hareket etmekle sağlanabilmektedir. Ona göre erdemli ve mutlu olabilmek için gerekli olan temel ilkeler, aşırılıklardan kaçınmak, ılımlı davranmak ve orta yolu benimsemektir. Aristoteles’e göre sanatın amacı, ahlaklı olmaktır. O da ancak taklit etmekle elde edilmektedir. Antik Çağ felsefesi, Aristoteles’ten sonra ahlak felsefesi alanında yoğunlaşmıştır. Bu dönemde Epikürcülük ve Stoacılık önemli yer tutmuştur. Bunların, ileriki dönemlerde Hristiyanlığın ve Yeni Çağda Rönesans filozofları ve yazarları üzerinde etkili olmuştur.[11]
Felsefe tarihinde Antikçağ Yunan filozofu Aristoteles’in fikir ve düşüncelerine dayanan deneyci ve gerçekçi eğilime, “Aristoculuk” denmektedir. Aristoculuk Okulu, Aristotelesin öğrencileri tarafından onun felsefesinin yorumlanarak geliştirilmesi neticesinde oluşmuştur. Kaynaklarda haber verildiğine göre Aristoteles derslerini, öğrencileriyle birlikte yürürken anlatıyormuş. Bu nedenle Aristoculuk, felsefe tarihinde “Peripatosçuluk” yani yürüyenler felsefesi olarak bilinmektedir. İslam düşüncesinde bu düşünce taraftarları, “Meşşailer” yani yürüyenler adı ile bilinmektedirler.
Aristoculuk Okulu, tarihi süreç içerisinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında çok sayıda taraftar bulmuştur. Aristoteles’in fikir ve düşünceleri, bir tarafta Hıristiyanlar tarafından dinle bir nevi bilimin gelişmesinde engel olarak kullanılırken, öbür tarafta İngiliz deney filozofları tarafından benimsenen bilimsel araştırmalarda etkili olmuştur.
Platon’un (Eflatun) (m. ö. 427-347) yanı sıra Aristoteles’in fikir ve düşünceleri, “Renaissance” olayının gelişmesinde etkili olmuştur. Çünkü bu hareketi benimseyen kişiler, ilk çağa yöneldiklerinde daima karşılarında Platon ve Aristoteles’in felsefelerini bulmuşlardır. Şunu da unutmamak gerekir ki Aristoteles Rönesans hareketinde son derece kabul gördüğü halde, çeşitli eleştirilere de maruz kalmıştır. Onun eserleri, Abbasiler döneminde Arapçaya tercüme edilmiş, el-Kindi, Farabi, İbni Sina Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî İbn Sînâ (ö. 428/1037) ve benzeri Müslüman filozoflar tarafından açıklanarak yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: İlkçağ Felsefesi, Tales, Sokrates, Platon/Eflatun, Aristoteles.
[1] Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2008, s. 11, 13; Kıllıoğlu, “felsefe”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, II, 28.
[2] Ömer Ferruh, İslâm Aile Hukuku, Sebil Yayınları, İstanbul 1969, s. 22 vd.; Ayşe Afet İnan, Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 2.
[3] İsmail Raci el-Faruki – Luis Lamia el-Faruki, İslâm Kültür Atlası, trc. Mustafa Okan Kibaroğlu – Zerrin Kibaroğlu, İnkılap Yayınları, İstanbul 1999, s. 111.
[4] Roberts, Kısa Dünya Tarihi, s. 26.
[5] Roberts, Kısa Dünya Tarihi, s. 41.
[6] İndus Nehri, Pakistan’ın en uzun nehridir. Çin’deki Tibet Platosu’ndan başlayan nehir batıya doğru Hindistan üzerinden devam ederek Pakistan’a ulaşır. Pakistan’da güneye doğru saparak Haydarabad şehrinden geçip Karaçi yakınlarında Umman Denizi’ne dökülür. 3. 200 kilometre uzunluğundadır.
[7] Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2012, s. 17.
[8] Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 11.
[9] İsmail Kıllıoğlu, “Antik Çağ Felsfesi”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Basın Yayın, İstanbul 1990, I, 62 vd.
[10] Kıllıoğlu, “Antik Çağ Felsfesi”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, I, 67 vd.
[11] Kıllıoğlu, “Antik Çağ Felsfesi”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, I, 68 vd.