Ülkemizde gündemi konuştuğunuzda, konu ne olursa olsun “İnsan hakları”nı içermeyen hiçbir başlık bulamazsınız. Özellikle sağlıkla ilgili sorunlar öncelik taşıyor. Sağlık problemlerimizin çözümü, “İnsan hakları kökenli” “İlkeler”den kaynaklanmadıkça çağdaş olamayacağa benziyor.
Günümüzde yine gündemi dolduran “İşkence araç gereçleri” toplumun psikolojik dünyasını, bazılarının da biyolojik dünyasını etkilemektedir.
Af, mahkumların günlük sağlık bakımı, ölüm cezası, açlık grevi, işkence “Hasta hakları” ile yakından ilişkili konulardır. İşkencenin öne çıkması, insan haklarının yeterince kavranılmasını ve benimsenmesini sağlayamayan eğitim eksikliğinin altını çizmektedir.
Dünya Hekimler Birliği’nin 1975’de Tokyo’da yapılan 29. Kurultayında “İşkence” şöyle tanımlanmıştır: “İşkence, yalnız başına ya da bir yetkilinin emri altında davranan bir ya da birden çok kişinin bilgi edinmek, itiraf almak ya da bir başka nedenle, kasıtlı, sistemli ya da düşüncesiz, keyfi biçimde bir başka kişiye zor kullanarak, ona fiziksel ya da ruhsal yönden acı çektirmesidir.
Görüldüğü gibi İŞKENCE, bilinçli ve programlı olarak yapılan bir “Kötülük”tür. Bu yaklaşım tarzıyla kötülüğün insana veya hayvana uygulanması nitelik olarak birşey değiştirmez. Bilinçli olarak insana uygulandığında insan haklarını; hayvana uygulandığında hayvan haklarını yok edecektir.
Daha evrensel düşünürsek “Canlı hakları”nı yok edici tüm anlayışların “Evrensel kötülük” kavramı içinde yer alacağını varsayabiliriz.
İşkence konusunu öncelikle kendisiyle tartışan birey, bu evrensel kötülüğü çağrıştıracak söz, yazı, araç, gereç ve ortamlardan uzak durmayı düşünmeye başlayacağı kuşkusuzdur. Ancak bu sonucu gerçekleştirecek bireyin eğitimi, “Evrensel ahlak ilkeleri”ni içeren bir programla örtüşmelidir.
“Düşünce devrimi” geçirme süreci yaşayan toplumların bireylerinin aldıkları eğitim, “Statik” nitelik taşıyan bir eğitimse, o toplumun bireyleri eylemlerinde bilinç altı birikmiş kültürü ve alışkanlıkları kullanırlar. Bu durum bazen taciz, bazen zorlama, bazen işkence bazen de terör olarak yansır. Duruma göre birey, yetkisini kullanma olanağına sahip olduğu araçları, meşru görmeye başlar ve kullanır.
Demokrasiyi “İlkeler sistemi” olarak algılamayan, onu bireylere bağlı bir “yöntem” olarak yaşamak hevesinde olan toplumlarda, “araçlar” amaç haline dönüşür ve “Evrensel Kötülük”ler “meşruiyet” niteliği kazanır. Bu tür toplumların gelişme süreci içinde, birey çapında intiharlar, kurum çapında işkenceler, toplum çapında darbeler kaçınılmaz sonuçlardır.
Çözüm, çağımızda “Evrensel düşünen insanların “Evrensel doğrular” kültürünü yaygınlaştırarak “Amaç”larla “Araç”ları karıştırmayan “Birey”i hazırlamaktan geçiyor.