Kaderi yanlış tanımlayan bir toplumun insanları yanlışı tartışmayı da kader haline getirirler.
Başörtüsünü tartışırlar; sosyolojik temelini araştırmadan!
Üniversiteyi tartışırlar; bilim felsefesini algılamadan!
İmam-hatipleri tartışırlar; amaçlarını tanımlamadan.
Son günlerin tartışmasız “tartışma baş yapıtı” imam-hatipler. Son otuzbeş yıldır tartışılıyor. Yanlış duymadınız otuzbeş yıl tartışılan bir konu.
Çözüm için değil tartışmak için tartışılan ve çözüm getirilmediği içinde yeni çelişkiler oluşturulan bir konu.
Çelişkiler yumağı!
Genel Kurmay’dan Üniversitelerarası Kurul’a, Yükseköğretim Kurumu’ndan Başbakanlığa, TÜSİAD’dan Milli Eğitim Bakanlığı’na uzanan zengin bir tartışmacı taraflara karşın çözümsüzlük istikrarından hiçbir şey kaybetmemiş görünüyor.
Ön yargıyla hangi konu ele alınıp çözülmüş ki bu konu çözülsün.
İmam-hatipler çelişkilerle dolu kaderini 80 yıldır yaşıyor.
Cumhuriyet kurulduğunda Osmanlı’dan kalan eğitim kurumları olan medreseler ve mahalle mektepleri devam ediyorlardı.
3 Mart 1924’te çıkarılan 429 sayılı yasayla Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı. Aynı tarihte çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) kanunuyla bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştı. 1930 tarihine kadar 29 imam-hatip okulu açıldı. İlgi görmediğinden kapandı.
Açılmalarında amaç ne idi? Osmanlı’dan kalan mahalle mektepleri devreden çıkınca toplumda oluşan İslam’ın temel bilgilerini veren okul boşluğu imam-hatiplerle dolduruldu.
Dolduruldu ama, mahalle mekteplerinin (foksiyonu o zamanki anlayışa göre) Osmanlı’da, kız ve erkek öğrencilere Kur’an öğretmek ve İslam’ın temel bilgilerini vermeyi amaçlayan temel eğitim ve öğretimdi.
Ayrıca mahalle mekteplerine alınan öğrencilerin yaş grubu taşrada 4-7, İstanbul’da 5-6 yaştı. İmam-hatip okullarının açılış amacı “din adamı” yetiştirmekti. Ancak mahalle mekteplerinin yaş grubu ile örtüşmüyordu. Dolayısıyla halktan destek görmeyince, 1930 yılında kendiliğinden kapandı. Mahalle mekteplerini vakıflar ve mahalle halkı finanse etmesine karşın, imam-hatip okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduklarından devlet finanse etmekteydi.
Çelişkili geçişler ve boşluklarla geçen din eğitimi çalışmaları Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli eğitim projesi olan “Köy Enstitüleri”nin 1936’da uygulamaya geçme sürecinde din eğitimini “ıskalaması” projenin hedefine ulaşmasını da engelledi. Türkiye’yi Japonya, Almanya standartlarına taşıma potansiyeli taşıyan “Köy Enstitüleri” toplumun sosyal ihtiyaçlarından olan “din” boyutunu gündemine almamakla, ülkeye 50 yıl kaybettirmiş oldu.
Oysa “din” sosyal bir ihtiyaçtı. “inanç” bireysel bir ihtiyaçtı.
Toplumun adına geliştirilen bir projenin, toplumun ihtiyacı olan “din” olgusunu proje dışında tutması, günümüzdeki kısır tartışmaların kültürel ortamını da hazırlamış oldu.
Diğer yandan 1935-1948 yılları arasından imam-hatipler yasal olmasa da köy enstitülerine alternatif bir süreci izlemiş oldular.
Nihayet 1948’de 10 il merkezinde 10 ay süreli imam-hatip kursları açılarak yeniden toplumun ihtiyacına cevap arandı. Bu süreç 1951-1952 döneminde İlkokuldan sonra 7 yıllık imam-hatip okullarının açılmasıyla yeni bir boyut kazandı.
1971’de okulların orta kısmı kapatıldı. 1974’de tekrar açıldı. İmam-hatiplere kız öğrencilerde alınmaya başlandı.
İmam-hatip lisesine normal ortaokullardan öğrenci alınmazken, İmam-hatip lisesinin ortaokul bölümü mezunları normal liselere ve meslek okullarına girebilmekteydi.
Nihayet 16 Ağustos 1997 tarihinde kabul edilen 4306 sayılı yasa ile sekiz yıllık kesintisiz eğitim devreye girince 5. sınıftan sonra imam-hatip okullarına geçiş imkanı da ortadan kalkmış oldu.
Böylece imam-hatip okullarının lise kısmı geçerli konuma getirilmekle, halktan çocuklarını 8 yıldan sonra imam-hatibe vermek isteyenlerin sayısı azalmış oldu.
Ayrıca imam-hatipler meslek okulu sayılarak üniversiteye girişlerini engelleyen düşük katsayı yöntemiyle mücadelenin (!) başarısı artırılmış oldu.
Değerli okuyucular, Cumhuriyet döneminde, bu eğitim felsefesinden ve eğitim metodolojisinden yoksun her yönüyle “yanlı iktidar gücü” kokan, milletin çocuklarını “Alabora” eden bu tutum ve davranışların çağdaşlıkla, adaletle ne alakası olabilir?
Baştan aşağı çelişkilerle dolu, bu serüvenin çözümsüzlüğe giden kaderini değiştirmenin iki yolu olabilir:
Ya imam-hatip okullarını kaldıracaksınız ve yerine dinini doğru öğrenmek isteyen milletin çocuklarına pedogojik ilkelere uygun bir eğitim vereceksiniz, ya da milletin kendi okulunu kendisinin yapmasını sağlayan bir “özgür ve örnek ortam” hazırlayacaksınız.
Kördüğüm olmuş, çelişkiler yumağı oluşturmuş böyle bir yapılanmayı ancak evrensel ilkelere dayanan eğitim metodolojisi ile çözmek mümkündür.
Gelecek hafta çözüm yollarını tartışacağız.
Selam ve sevgilerle.