Aslında çoktandır, bu hususta birtakım gerçekleri, okurlarımla paylaşmak istiyordum. Fakat malum ahval ve şeraitin de, buna müsait olmadığını düşünüyordum. Lakin siyasi mülahazalar, sekiz yıllık kesintisiz eğitim, 4+4+4 düzenlemeleri ve bu konu mihraklı tartışmalar, kasıtlı-kasıtsız, bilinçli ya da bilinçsiz olarak o kadar çok farklı kulvarlara taşındı ki, içimi kemiren çok önemli bir hakikati, daha fazla geciktirmeden, tarihe not düşmek ve haklının hakkını tevdi etmek adına, burada ifade, belki de ifşa(!) etmek istiyorum.
Meslek lisesi mezunlarının, dolayısı ile imam-hatiplilerin üniversitelere kabulü hususundaki düşünce ve tartışmalar, 1970 yılında hararetlenmiş, çok sancılı ve dalgalanmalar gösteren dönemler geçirmiştir. Önceki yıllarda, ODTÜ hariç hiçbir üniversite, imam-hatip kökenli öğrencileri, üniversite giriş imtihanlarında çok yüksek puan almış olsalar bile, kabul etmiyordu. Yanılmıyorsam ODTÜ, ayrı imtihan yaptığı ve herhangi bir kısıtlama koymadığı için bir yasak söz konusu değildi. Diğer üniversitelere girmek isteyen imam-hatip lisesi mezunları, çok meşakkatli yollardan geçip, zorlukları aşıp, dışarıdan normal lise bitirme sınavlarına da girerek, fark dersleri verip üniversite giriş sınavlarında başarılı puan alabilirlerse, tercih ettikleri fakültelere girebiliyorlardı.
İlk olarak 1972 yılında, diğer üniversitelerden farklı bir statüye sahip olan Atatürk Üniversitesinin o zamanki rektörü, merhum Prof. Dr. Kemal Bıyıkoğlu, bu haksızlığı ve kendi ifadesi ile zulmü, çeşitli mahfillerde gündeme getirmesi ve bu konu sebebi ile de çok menfi tepki alması, milletin bağrında için için yanan bu ateşi alevlendirmiş ve infiale sebebiyet vermişti. Üniversite senatosunda çok hararetli ve çetin müzakerelerden sonra, rahmetli Rektör Prof. Dr. Bıyıkoğlu, birkaç fedakâr öğretim üyesinin desteği ile cesur bir karar alarak, Atatürk Üniversitesinin kapılarını üniversite giriş sınavlarında başarılı olan imam-hatiplilere ve dolayısı ile tüm meslek lisesi mezunlarına açmış, mazlumların gönlünde müstesna bir taht kurmuş, dualarını almış ve bu müebbet kıyamda bir yolculuk başlatmıştı. Daha sonraki yıllarda diğer üniversiteler de, aynı minval üzere rasyonel kararlar alarak bu haksızlığa son vermiş ve gençlerimizin önünü açmışlardı. Hiçbir problem yaşanmazken, yıllar sonra bu durum, malum kafaların malum fikirlerinin malum emelleri doğrultusunda gelişen ve geliştirilen hadiseler sonucu tekrar eski mecrasına itilmiştir.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, bazı gözlemlerimin sonucu olarak, zihnimde beliren birtakım hakikatlerin paylaşılmasının elzem olduğuna inanıyorum.
Kırk yılı aşan tıbbiyeliliğim süresince, bütün öğrencilerle birlikte, diğer meslek lisesi çıkışlı ve imam-hatip lisesi menşeli tıbbiyelileri de çok yakinen, hatta bazen, ailelerine varıncaya kadar, tanımaya çalıştım. Zira bütün öğrencilerime de, kürsü dersleri bir yana, klinik pratik, ders, seminer, toplantı ve stajlarında, eğitim ve öğretimde önemli bir faktör olduğu düşüncesi ile özellikle ismiyle hitap etmeye özen gösterdim. Bu husus, gerek öğrencim olmuş meslektaşlarım ve gerekse üniversitedeki diğer öğretim üyeleri tarafından çok iyi bilinmektedir.
Tıp fakültesindeki, imam-hatipli gerek kız ve gerekse erkek öğrencilerimizin, paramedikal ve sosyal alanlardaki müspet faaliyetleri yanında, eğitim ve öğretimleri süresince, sayıları az olsa da, genellikle bütün sınıflarda, hemen hemen dereceye girecek düzeyde başarılı oldukları gözden kaçmıyordu. Başarısız olanını, hafızam beni yanıltmıyorsa, hatırlamıyorum. Aynı durum, diğer fakülteler için de, üç aşağı beş yukarı söz konusu idi.
Daha önceleri öğrencim, şimdi ise takdir ettiğim meslektaşım veya öğretim üyesi arkadaşım olan birçok imam-hatipli tıbbiyeli tanıyorum. Normal lise, fen lisesi, Anadolu lisesi, özel lise ve diğer meslek lisesi çıkışlı tıbbiyeliler gibi, bunların içerisinde de çok başarılı olan, sahalarında ünleri ülke sınırlarını aşmış, TÜBİTAK ödülü dâhil, gerek ulusal ve gerekse uluslararası düzeyde ödüller kazanmış, birçok alanda mücehhez ve münevver ilim adamları var. Bu meslektaşlarımızın da, her sahada, ülkemiz için bir kazanım olduğu inancındayım. Zira unutulmamalıdır ki, sadece ve sadece kendi mesleğinden anlayanlar, kendi mesleğini de çok iyi anlayamazlar! Hem san’at ve hem de sonsuz bir ilim olan tıp ve hekimlik de, bunların en başında gelir.
Aklın, izanın, irfanın, insafın, vicdanın, hak ve hukukun asla kabul etmeyeceği, çocukların bile inanmayacağı gerekçelerle getirilen engellemelerin adaletin terazisinden ve süzgecinden geçirilip, evirilip-çevirilip müfredatları kasıtlı olarak zayıflatılan, halkımızın hiçbir karşılık beklemeden varını yoğunu bağışlayıp sahip çıktığı bu ilim ve irfan yuvalarının önlerinin bir daha kapatılmamak üzere mutlaka açılması gerekmektedir. Bu hususta sorumlu olanların gerekli adımları atmamaları, onları tarihin acımasız mahkemesinde ve toplumun vicdanında mahkûm edecektir.
Bir yeni rubaimizle, bu konuyu bağlayalım.
İLİKLERİMDE NEFES
Elif gibi kıyamda, secdede mim misali,
Mütefekkir vav oldum, gözyaşımda hayali,
Her zerrem hıçkırıkla, hep ismini zikr eder,
İliklerimde nefes, mesken tutmuş hilali.