Bu makalenin başlığına bakarak yazının tamamını okumadan ve anlamadan yorum yapacak ya da şahsımıza doğrudan saldıracak ve hakaretlerde bulunacak olanlara şöyle söyleyerek başlamamız yerinde olacaktır: Bu kimseler kul hakkı ihlali yaptıkları için ahirette onların gözlerinin yaşına hiç bakmadan sevaplarını alacağımı; sevapları yoksa da günahlarımın onların omuzlarına yüklenmesini zevkle seyredeceğimi bilmelerini isterim. Öte yandan, yapıcı ve olumlu eleştiriye açık olduğumuzu, duygusal olmayan mantıklı, bilimsel, objektif ve tutarlı teklif ve katkıları ciddiye alıp değerlendireceğimizi de ifade etmek isterim.
Yazının girişinde bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konuyu açıklamaya geçebiliriz.
Böyle bir yazıyı kaleme almamızın ve bu şekilde dikkat çekici bir başlık seçmemizin temel amacı, toplumda bu konuda gördüğümüz ciddi bilgi eksikliği ve kafa karışıklığıdır. Bu konunun emekli ya da halen görevde olan çoğu din görevlisi tarafından doğru, tutarlı ve mantıklı bir şekilde değerlendirilememiş ve halen de büyük yanlışlar yapılıyor olmasıdır. Nikâh gibi ciddi bir konuyu gizli kapaklı ya da “iki yalancı (!) şahidin” şahitliğiyle yapan, bunu topluma ilan etmeyen, kaydı kuydu olmayan, bu tür bir nikâhla güya vicdanlarını rahatlatan “zavallı kadın ve erkeklerin” sayılarının hızla artmakta oluşudur. Bu tür nikâhların kıyılmasına alet olan “sözde hocaların/hoca müsveddelerinin” kendilerini bu konuda ehil görerek büyük bir sorumluluğun altına bilinçsizce girmeleri ve “az bir para karşılığında” imam nikâhı diye adlandırılan komediye/tiyatroya ortak olmalarıdır. Bu büyük hatayı/yanlışı düşünmeksizin yapan tipleri ve bunlara aracılık eden emekli ya da görevde olanları uyardığımızda da almış olduğumuz düzeysiz, seviyesiz, bilgi ve birikimden yoksun, ahlak ve edep dışı söz ve davranışların şahsımıza pervasızca sergilenmiş ve sergileniyor olmasıdır.
Şunu açıkça ifade edelim ki, “hukuki bağlayıcılığı ve yaptırımı olan resmi ve geçerli nikâh” olmaksızın “göstermelik basit bir dinî törenle” ve bunun da “kapalı kapılar arkasında” gizlice yapılmış olması “asla sahih nikâh akdi” değildir; olsa olsa tarafların kendilerini kandırmaları/aldatmalarıdır. Böyle bir nikâh sadece züğürt tesellisidir. Dolayısıyla bu şekilde yapılan nikâh sonucu cinsel birliktelik yaşayanlar kesinlikle “zina ettiklerini” bilmelidir.
Zira nikâhın asli iki temel unsurundan birisi bu nikâhın resmen “kayıt altına alınması ve hukukun güvencesi altında” bulunmasıdır. Bir diğeri ise “aleniyettir.” Yani bu nikâhın içinde yaşadıkları topluma ilan edilmesidir. Bir başka ifadeyle böyle bir nikâhın gerçekleştiğini erkek ve kız tarafının anne, baba, akraba, arkadaş, eş, dost ve tanıdıklarının bilmesi ve öğrenmesidir. Bu iki önemli şartı içermeksizin kıyılacak hiçbir nikâh doğru, geçerli, muteber ve makbul değildir. Gizli kapaklı yapılan bütün nikâhlar boş ve geçersizdir.
Mesela üniversite öğrencilerinin kendi aralarında gizli kapaklı nikâh kıyıp cinsel ilişki kurmaları zinadan başka bir şey değildir. Böyle gençlere aracılık ederek “sözde imam nikâhı” kıymak ise tam bir rezalet ve komedidir. İslâm dininin nikâh konusundaki temel esprisini ve yaklaşımını anlamaktan aciz kimselerin yaptıkları bu eylem tam bir aymazlıktır. Böyle bir nikâhı kıymak isteyenlere alet olmak ise ciddi bir vebali üstlenmek demektir.
Karısından ve çocuklarından habersiz, anne, baba ve yakın çevresine duyurmadan gizlice ikinci bir kadınla “sözde imam nikâhı” ile evlenmek de aynen böyledir. Birinci eşin gönlü, rızası ve onayını almadan yapılacak bu tür bir nikâh asla geçerli değildir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, kız ve erkek taraflarının yakın çevresinin habersiz olduğu bu tür nikâhların geçerli ve makbul olduğunu iddia edenler fena halde yanılmaktadır. Bu kişiler eğer o kadar dürüst ve samimi iseler, kendilerine güveniyorlarsa bunu açıktan, cesur ve korkusuzca yapmalı, herkese ilan etmeli ve evliliğin bütün sorumluluğunu da üzerlerine almalıdır.
İkinci eş olarak evlendiği kadının bütün sorumluluğunu almaktan çekinen ve “sözde imam nikâhı” şaklabanlığının/şarlatanlığının/hokkabazlığının arkasına sığınarak “yaptıkları bu komediye” dini kılıf bulmaya çalışanlar da asla “gerçek mü’min” değildir. Bunlar kendi kızına yapılmasını istemediği bir yanlışı başkasının kızına -hiç vicdanı sızlamadan- yapan alçaklardır, namus yoksunlarıdır, hedonist, gösterişçi, şekilci ve dindar geçinen ahlaksızlardır.
Nitekim Nisa Sûresi 21. âyetin ruhunu/maksadını kavrayanlar ne demek istediğimizi doğru anlayabilir. Lakin kavramak istemeyenler ise körü körüne yanlış gelenekleri savunmaya devam edebilir. Rabbimiz bu âyette evliliğin “sağlam bir taahhütle” yapıldığını/yapılması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.
Ancak bahsettiğimiz şekilde yapılan ciddiyetten yoksun “sözde imam nikâhlarının” hiçbir bağlayıcılığının olmadığı, sağlam bir taahhüt içermediği ve sonunda kaybedenlerin genellikle kadınlar olduğu ortadayken, gerekli yasal tedbirleri almayarak bu tür nikâhları yapanlar, yaptıranlar, bunların doğruluğunu savunanlar ve milleti yanıltanlar ahirette kesinlikle sorumlu olacaklarını bilmelidir. Zira “sağlam taahhüt”, sadece sözle yapılan değil, güvenilir şahitlerin bilgisi dâhilinde, kayıt altına alınan, yaptırımı da olan devletin denetim ve gözetiminde yapılan “resmi bir sözleşmedir.”
Biz bu âyete ve Kur’ân’ın geneline bakarak kendi adımıza “nikâhın sağlam bir sözleşme ve müeyyideleri de olan kat’î bir anlaşma” olması gerektiğini düşündüğümüzden şimdi bu satırları kaleme alıyor ve tüm müslümanları uyarıyoruz.
Zira bir konuda kesin söz vermek çok önemli olup gereğini yerine getirmek elzemdir. Nitekim kesin söz vermek, ama sonrasında da sözünden dönmek konusunda Rabbimizin ciddi uyarılarını görmek ve ders almak isteyenlerin dipnotta verdiğimiz âyetlere yakından bakmaları ve bunlar üzerinde derin tefekkür etmeleri kendi faydalarına olacaktır.[1]
Özetle biz bu köşe yazısında kısaca şunu ifade etmeye çalışıyoruz:
Bu kadar önemli olan bir taahhüdün/sözleşmenin gizli kapaklı ve kapalı kapılar ardında herkesten habersiz şekilde yapılması, tarafların yakınlarının “böyle bir sözde evliliği (!)” hiç bilmemeleri ve devletin güvencesiyle bunun kayıt altına alınmaması “Kur’ân’ın genel ilkeleriyle” hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır/örtüşmemektedir.
Durum böyle olunca bu tür nikâhları onaylamak, bunları meşru görmek ve göstermek kanaatimizce mümkün değildir. Kayıt altına alınmayan ve ispatlanması zor olan konularda insanların menfaatleri gereği nasıl olumsuz tavırlar takındıklarını, işledikleri suçları inkâra yöneldiklerini, sorumluluklarından kaçtıklarını, mükellefiyetlerini yerine getirmemek için kırk dereden su getirdiklerini, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştıklarını, iftiraya yeltendiklerini, vaatlerini tutmadıklarını bilmemek ve geçmişin bu acı tecrübelerinden faydalanmamak, apaçık akılsızlık ve ahmaklık olacaktır. Tüm bu zaaflarla malul insanoğlunun ne kadar aşağıların aşağısına düşebildiğini ve hak yoldan sapabildiğini en iyi bilen Rabbimiz düşünen ve akıl eden insanlar için Kur’ân’da gereken uyarıları doğrudan ve dolaylı olarak yapmıştır.[2]
Dolayısıyla bize göre geçerli nikâh, topluma ilan edilen ve hukukî yaptırımları da olan bir akit olmak zorundadır. “Nikâhı def (davul) çalarak ilan ediniz!”[3] diyen Hz. Peygamber’i doğru anlamayarak, dediğinin tam tersine nikâhı gizli kapaklı kıymak, çevresine duyurmamak acaba ne kadar İslâmîdir bunun üzerinde ciddiyetle durulması ve düşünülmesi gerekmektedir.
Bu itibarla,şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak, kapalı kapılar arkasında iki sahtekâr/uyduruk/kıytırık şahitle, yalancı, paracı, din tüccarı “sözde hocalar” tarafından gizlice kıyılan, devletin kayıtlarına girmeyen, hiçbir bağlayıcılığı olmayan nikâh, adı her ne kadar “imam nikâhı” veya “dini nikâh” da olsa boştur, anlamsızdır, geçersizdir ve hükümsüzdür. Kanaatimizce böyle bir “imam nikâhı” da bu tür bir nikâh merasimi de yok hükmündedir. Yani, “keenlemyekün”dür. (Dikkat ediniz, “nikâh diye bir şeye yok” demiyorum, böyle bir “sözde imam nikâhı” ya da böyle bir “dini nikâh” yoktur diyorum.)
Öte yandan “dinî nikâh” ve “imam nikâhı” gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmış garip uygulamalardır. Zira nikâh, adı üstünde nikâhtır. Dinî olan ve dinî olmayan diye bir ayrım yapılması da doğru değildir ve olmamalıdır.
Çünkü nikâh, asırlardır dünyanın her yerinde, her toplumda dinî, millî ve kültürel unsurları da içinde barındıracak şekilde muhteşem bir törenle yapılır ve coşkuyla kutlanır. Böylece o toplum, o çiftlerin evli olduklarını bilir. Kayıtlar tutulur. Bağlayıcılığı olur. Nesiller sağlıklı şekilde tespit edilir. Miras ve benzeri konularda bu nikâhın sonuçları esas alınır.
Dolayısıyla içinde yaşanılan toplumda bir takım zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkmış bu tür kavramları (dinî nikâh, imam nikâhı vs.) hemen sahiplenip bilinçsizce onları savunmak, İslâm’ın maksadını, amacını, gayesini, hedeflerini, özünü ve ruhunu kavrayamamaktır.
Diğer taraftan ikinci kadınla evlenmenin kanunen yasak olduğu ortamlarda, böyle bir yasal zorunluluk nedeniyle toplumun ve evlenecek tarafların yakınlarının bilgisi dâhilinde, gerekli mehir tam olarak ödenmek ve diğer hukukî ve ahlakî sorumluluklar da eksiksiz yerine getirilmek kaydı şartıyla “yapılacak ikinci evlilik” mümkün olabilir. Lakin bunu söylemiş olmamız bizim hiçbir meşru ve geçerli mazerete dayanmaksızın sadece cinsel arzuları tatmin amacıyla yapılacak böylesi ikinci evlilikleri onayladığımız ve kabul ettiğimiz anlamına da kesinlikle gelmemektedir.
Biz Yüce Allah’ın açıkça ifade ettiği üzere “adaletten ayrılmama ilkesinin” göz önünde bulundurulmasını önemsediğimizden yıllardır “tek eşliliği” savunduk, savunuyoruz ve savunmaya devam edeceğiz. Dörde kadar evliliğin bir ruhsat/izin olduğunu ve kesinlikle bunun “bağlayıcılığı olan bir emir” olmadığını tekrar tekrar ifade ediyoruz.Zira bunu algılamaktan ve anlamaktan uzak insanların çoğaldığı bir ortamda bunların sık sık tekrar edilmesi zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.
Sanki İslâm, dört kadınla evliliği teşvik ya da emrediyormuş gibi âyeti anlamak, yorumlamak ve de insanlara öyle anlatmak çok büyük bir sorumluluğu/vebali üstlenmek demektir.
Zorunlu hallerde (savaş, kıtlık, deprem, sel vs.) bir çıkış yolu olarak gösterilen bu ruhsatı “kesin emir” gibi sunarak İslâm’ı yanlış tanıtmak son derece sakıncalıdır. (Hemen burada yanlış anlayacaklar için gerekli uyarıyı yine yapalım. Biz teaddüd-ü zevcâtı yani, bir erkeğin dört kadınla evliliğini reddediyor ve bu âyete karşı geliyor değiliz. Bu âyette ifade edilen dörde kadar evliliği kabul ediyor, ancak bunun “kesin emir” değil, zorunlu hallerde uygulanacak “bir ruhsat/müsaade”olduğunu ve “herkes için geçerli olamayacağını” ifade etmeye çalışıyoruz.)
Zira Hz. Peygamber kendi kızı Fatma’nın üzerine kuma getirmek isteyen Hz. Ali’ye şiddetle itiraz ederken; “Fatma’yı üzen beni de üzer” demiştir. Bu durum, aslında bize bir gerçeği öğretmekte ve esas olanın “tek eşlilik” olduğunu, Kur’ân’ı çok iyi anlayan Hz. Peygamber’in muradının da bu yönde olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Ama Hz. Peygamber’in bu uygulamasını/tavsiyesini görmek ve anlamak istemeyerek hâlâ nefsani duygularını tatmin amacıyla ve de adaleti sağlayamayacakları açık ve aşikâr olduğu halde, çok eşliliği sanki Kur’ânî emirmiş gibi savunmak İslâm’ı anlamamaktır ya da yanlış anlamaktır. Bu hususta direnmek ve hatayı savunmak ise başlı başına bir problemdir.
Tekrar ifade edelim ki, elbette çok eşlilik zorunlu durumlarda uygulanabilir. Ama bu kesin emir değildir. Bunu maksatlı olarak kesin emir gibi göstermek İslâm’a yapılmış büyük bir iftiradır. İslâm’a olumlu gözle bakmayan çevrelerin sürekli olarak bu âyet üzerinden İslâm’a saldırdıkları unutulmamalıdır. Müslümanların âyetleri yanlış anlayarak, anlatarak ve uygulayarak yanlış anlamalara sebebiyet vermeleri ise doğru olmamaktadır. Zira bu şekilde yapmak, İslâm’ı kötü, sevimsiz, itici, çirkin, karşı cinsler arasında ayrımcılık yapan, kadını dışlayan, kadına hak ettiği değeri vermeyen, kadını ezen, kadını hor gören bir dinmiş gibi tanıtanların eline büyük bir koz vermektir ki bu da doğru değerlendirilmelidir. Buna hiçbir muttaki müminin hakkı ve yetkisi yoktur.
Öte yandan, İslâm’ı dünyaya tebliğ ve temsil gibi önemli bir vizyonu ve misyonu olan müslümanların hâlâ bu tür nikâh ve çok eşlilik gibi konuları çözememeleri ve bu konularda ciddi kafa karışıklığı içinde olmaları ise oldukça üzücü, düşündürücü ve manidardır. Bu yanlışlardan bir an önce kurtulmak mecburiyeti vardır. Zira yapılacak bir sürü görev dururken, “dünya İslâm’a, adalete, huzura ve barışa susamışken”, hâlâ bunlarla uğraşmak son derece yanlıştır. Bu sorunları ortadan kaldırmak ve elini taşın altına koymak için gayret etmeyen ve hatada ısrar edenlere Yüce Allah, bunun hesabını ahiret günü mutlaka soracaktır.
Özetle, nikâh vardır; ancak açıktan ve aleni olarak yapılan ve kayıt altına alınan bir nikâh makbul, geçerli ve muteberdir. “İmam nikâhı” ve “dinî nikâh” gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmıştır. Özellikle İslâm’ı doğru anlamak isteyenlerin ve bunun sorumluluğunu yüreklerinde ve derinden hissedenlerin toplumda yaygın olan bu terimlerin içeriklerini doğru algılaması ve iyi analiz etmesi şarttır. Bu itibarla, mezkûr nikâhlarda figüran olmayı kabul eden ve çok büyük bir yükün altına “az bir para karşılığında” giren “sözde hocaların/hoca müsveddelerinin/merdivenaltı din tüccarlarının/çakma ilahiyatçıların” kulaklarını çınlatmayı ve uyarmayı bir görev bilmekteyiz.
Sonuç olarak, nikâhın “dinî” ya da “imamla” yapılanı diye bir şey yoktur. Nikâh toplumun bilgisi dâhilinde ve hukuken kayıt altına alınarak yapılan bir evlilik sözleşmesidir. Esas olan bu iki şartın gerçekleşmiş olmasıdır. Ancak, nikâhın nasıl, nerede, ne şekilde, hangi kıyafetlerle, kaç gün ve kimler tarafından kıyılacağı ise ülkeye, coğrafyaya, bölgeye, örfe, kültüre, âdete ve geleneğe göre değişkenlik gösterebilir. Bu bakımdan, şekle takılıp özü ihmal etmek asla doğru değildir. Elbette usul önemlidir, ama meselenin esasını/ruhunu devre dışı bırakarak şekle odaklanmak, buradan yanlış yollara sapmak, kişileri ve toplumları yanlış yollara ve doğru olmayan sonuçlara sürüklemiştir ve bundan sonra da sürükleyecektir. (08.07.2011)
[1] el-Bakara 2/27, 83, 93; Âl-i İmrân 3/187; el-Maide 5/12, 14, 70; Yusuf 12/80.
[2] el-Bakara 2/282.
[3] Tirmizî, “Nikâh”, 6; İbn Mâce, “Nikâh”, 20, 21; İbn Hanbel, 2/52; 4/78.
3 yorum
Yazınızı dikkatle okudum, görüşlerinize katılıyorum. Elbette nikah tektir ve o da sizin yazıda belirttiğiniz şartları muhtevidir. Konuyla ilgili olarak -gerçi o zamanda yazı çok uzardı- mut’a (geçici, süreli) nikah kavramına da değinilebilirdi. Ayrıca boşanma aşamasının yıllarca sürdüğü bir ortamda kişilerin resmi nikahın dışında bir uygulamaya başvurma durumları ortaya çıkabilir. Bir de şu soruyu sormak isterim. Evlilik çağında ve aklı başında bir erkek ve kadın iradeleri ve istekleri ile evlenmek niyetiyle biraraya gelse bu birliktelik toplum nezdinde “zina” kavramına tekabül eder ama Allah indinde (nezdinde) zina olarak değerlendirilir mi? Zira şahitler (en az iki) hukuki ve toplumsal bir şarttır. Bu soruyu bunu onayladığım ve hoş gördüğüm için sormuyorum, teorik anlamda soruyorum. Bu güzel ve net yazınız için tekrar teşekkür ederim.
İrfan Hocam,
Evlilik çağında ve aklı başında bir erkek ve kadın iradeleri ve istekleri ile evlenmek niyetiyle bir araya gelse bu birliktelik toplum nezdinde “zina” kavramına tekabül eder ve büyük bir günahtır….
Bu, Yüce Allah indinde (nezdinde) de zina olarak değerlendirilir… Bunda hiçbir şüphe yoktur…
Saygılarımla….
Sayın hocam,
Güzel yazınız için çok teşekkür ederim. İlahiyatçı olmayan biri olarak yıllarca bunu söyledim. Ama kimseyi ikna edemedim. Hatta günahkar dahi oldum.
Bu nedenle yazınızı altına haddim olmayarak imzamı atıyor. Size atıf yapacağımı nacizane bilmenizi isterim.
Saygılarımla