Aşağıdaki yazım koronavirüs pandemisinin kendisi ile ilgili değildir. Güncel bir konu olması nedeniyle anlatmak istediğim konu için metafor olarak kullanılmıştır.
Koronavirüs enfeksiyonunun üçüncü yılındayız. Nedir? Ne değildir? Tam olarak anlamasak da, bazı kısımları netleşti. Örneğin aşı olanların hastalığı hafif atlattığını, bu nedenle yoğun bakım ihtiyacının dramatik bir şekilde azaldığını görüyoruz. Hele bu bilgiyi pandeminin başında İtalya’da yoğun bakımlar yetmediği için koridorlarda, sedyelerde bekletilen hastaları, yetmeyen solunum cihazlarını hatırladıkça daha net anlıyoruz. Bir hekim olarak söylüyorum, kendim veya yakınım yoğun bakımlık olsa idi, bir sağlık çalışanına yatacak yatak bulunamayan günler yaşadık. Peki toplumsal davranışlarımız bu bilgiye göre mi oldu? Yok hayır, öyle olmadığını dünyanın halinden görüyoruz.
Dünyanın en eğitimli toplumlarını şöyle bir sıralasak, herhalde Belçika Hollanda gibi ülkelerin ilk ona girmesi kimseyi şaşırtmaz. Peki bu toplumlar yukarıda özetlemeye çalıştığım koronavirüsle ilgili bilgilere vakıf değiller mi, elbette vakıflar. Kısacası eğitimli bir toplumdan korunma tedbirlerinin ve aşıların işe yaradığını bilmelerini bekliyoruz. Bu bilgiyi davranışlarına yansıtmalarını bekliyoruz. Hele Avrupalı olmayı, disiplinli olmak, kuralcı olmak, bilime ve bilimsel bilgiye saygılı olmak ile eşdeğer sanıyoruz di mi?
Ama bakıyoruz korunma tedbirlerine ve aşıya karşı en geniş ve en şiddetli gösteriler Belçika ve Hollanda da yapıldı. Bu iki toplumda gördüğümüz davranış modeli bilimsel bilgi ile çelişiyor. Bunun bir açıklaması olmalı;
Bunun tek bir açıklaması var; insanoğlu bilgi ile değil duygu ile hareket eder. Duyguları virüsün olmadığına, gribal enfeksiyondan farklı olmadığına, gündemin yapay olduğuna, aşıların deney aşamasında olduğuna, komplo teorilerine inanıyorsa, davranışları bu inanca uygun olur. Duygular da bilgi ile beslenir, ancak duygular algıda seçicilik yapar. Bir örnek verelim;
Diyelim ki 100 kişilik bir toplumun 80’i aşılı. 20’i aşısız olsun. Aşılı olanların % 10’u, aşılı olmayanların % 30’u hasta olsun. Bu durumda aşılı olanların 8’i, aşısız olanların 6’sı hasta olacaktır. Bu hastaların hepsi aynı hastaneye yatırıldığında şöyle bir haber başlığı ortaya çıkabilir. Hastaneye yatanlar daha çok aşılı olanlar. Dikkat ederseniz aşılı olanların 72’sinin hastalıksız olduğu gözden kaçırılmıştır. İşin özeti aşısız olanlar, aşılı olanlara göre üç kat daha fazla hasta olmuştur. Ama aşı karşıtı olan biri bu haberin, aşılılar da hasta oluyor, hem de daha çok hasta oluyor kısmı ile ilgili olacaktır.
Aynı şekilde algıda seçicilik aşı sonrası tek bir kalp krizi olgusunu, koronavirüs enfeksiyonuna bağlı kat be kat fazla kalp krizi haberlerine tercih edebilir.
Sosyal medya sayesinde, sadece siyaset gibi organize alanlarda değil, sosyal yaşama ve tercihlere dair de taraflar oluşmuş ve hatta organize olmuş durumda. Aşı karşıtlığı, duyguların sosyal yaşamı nasıl ayrıştırdığının turnusol kağıdı gibi. Tarafların duyguları o kadar güzel besleniyor ki; aşı taraftarı ve karşıtları birbirlerini anlamak yerine birbirlerine saldırmayı tercih ettiklerini görüyoruz.
Evet, konumuz korona virüs değil demiştik. Konumuz insanların duyguları ile hareket ediyor olmaları. İşin kötüsü dünyayı ve ülkeleri yönetenler ve yönetmeye talip olanlar bu gerçeği biliyorlar. Bu nedenle insanların duygularına hitap edecek söylemler geliştiriyorlar. Bu durum pratik hayatımızda algı yönetimi olarak karşımıza çıkıyor. Algımızın değil duygularımızın yönetildiğinin ve hatta istismar edildiğinin farkında olamıyoruz.
Siyaseten tarafımızı seçiyoruz; bu taraf ile bir gönül bağı oluşturuyoruz; kulağımız gözümüz bu gönül bağımızı besleyecek bilgilere aç ve açık halde yaşıyoruz.
Sonuç olarak, en eğitimli toplumlar bile koyun sürüleri gibi oradan oraya sürüklenebiliyor.