İş dünyasında personel yönetimi yirminci yüzyılın ortalarında mekanik bir yaklaşım ile çalışanların birer maliyet kalemi olarak görüldüğü ve her birine bir dosya açılarak sigorta, vergi ve diğer işlerinin yürüten bir “Personel İşleri Müdürlüğü” bünyesinde şekillenen bir yaklaşımı benimsemekteydi. Personel işleri birimi, adı gibi, personellerin işveren çıkardığı işlerle uğraşır ve bunları çözümlemeye çalışırdı. Bir çalışan olarak personel işlerinin size yardımcı olmasını beklemezdiniz. Orada “işiniz” görülür ve hayatınıza devam ederdiniz. Bugünden bakınca gayet dürüst bir ilişkilenme biçimi olarak görünüyor insana.
İş dünyası, 1960’larla beraber önce personel yönetimi ve 1980’lerle beraber insan kaynakları şeklinde bir yaklaşımı organizasyon şemasına dâhil etti. Artık, personel bir iş olarak değil bir kaynak olarak görülecekti. İnsan merkezli olması beklenen bu yaklaşımın personelin, özellikle nitelikli personelin verimini artıracağı öngörülüyordu. Tabi ki uygulama çok farklı şekillerde kendini gösterdi. Bugün, özellikle uluslar arası şirketlerde çalışan kişilere soracak olursanız, insan kaynaklarının size zaman kaybettiren ve öncelikle firmanın personel ille ilgi zarar etmemesi ve sorun yaşamaması için çalışan birimler olduğunu doğrulayacaklardır. Büyük bir laf kalabalığının arkasında kişinin hiçbir problemine aldırmayan, kişileri çözülmesi gereken sorunlar olarak gören yapılardır insan kaynakları. Dolayısıyla, geçen zaman içinde personelin çözülmesi gereken işleri kavramı çözülmesi gereken insan sorunlarına evrilmiş ve yaklaşım büyük bir laf ambalajına sarılarak insansızlaştırılmıştır.
Dönüşen tek şey personel işleri olmadı bu geçen yüzyılda. İnsan da değerini kaybetti. Artık yıllık izin planlanırken kişilerin ihtiyaçlarından önce kurumun ihtiyaçları gözetiliyor. İnsanlar kurumun aleyhine olsun gibi bir anlam çıkarılmamalı buradan. Ancak, hiçbir kurum çalışanlarının insan olduğunu ve onların insani ihtiyaçları olduğunu varsaymıyor. Öncelikle kurumun ihtiyaçları ve sonra uygunluk varsa hiyerarşik sırayla olmak kaydıyla kişilerin ihtiyaçları düşünülüyor. Nitekim sağlık sektöründe son zamanların tartışma konusu gece saatlerine kadar açık olan poliklinikler. Gece saatinde iki kişinin nasıl nitelikli bir etkileşime girerek fayda üretileceği sorunu belirsizliğini koruyor. İki aydır karnı ağrıyan hastaya gece saat ikide ayrıntılı bir sorgulama yapılabilir mi sorusuna bir yanıt yok. Bunun mümkün olduğu dünyada muhtemelen marketler kapanmayacak, okullarda gece yarısı fen bilgisi dersi olacak. İnsanın uyuması, bir hayatı olması gibi konular çözülmesi gereken bir sorun olarak görülüyor sadece.
Her ne kadar kurumlar bu paradigma değişikliğinden memnun olsalar da ortada gerçek bir insan kaynağı sorunu var. Özellikle geçmiş nitelikli insanların kaybıyla yüzümüze vuran bir gerçeklik olarak insan kaynağı kaybı. Çocukluk çağıma ait olan müzik insanları, edebiyatçılar, sinemacılar ve son zamanlarda beni daha çok etkileyen eski hekimlerin, bazısı Hocam olan eski hekimlerin kaybı. Acaba bu giden değerlerin yeri dolabiliyor mu? Yıllık izin için alınan önlemlerin ne kadarı gerekir Ali Ayhan gibi bir Hoca yerine yenisini koymaya? Cevat Yakut’u veya Kemal Beyazıt’ı geri getirebilir miyiz mevcut eğitim kurumlarında? İstatistikler çok güzel, hekim sayısı, hekim başına düşen hasta sayısı, ameliyat sayıları, yoğun bakım yatak oranları, anne ölüm hızı ve uzayıp giden sonsuz istatistikler çok güzel ancak kişinin yokluktan var ettiği değerleri var edecek bir derin öğrenme hala mümkün değil. İstatistiksel olarak yaptığımız çıkarımlar ile veya dört işlem mantığıyla gidenin yerine yenisi konamıyor maalesef. Hekimi veya herhangi bir nitelikli bir elemanı yok sayarak, onun “personel işini” kaynak yönetimine havale ederek, kişileri insansızlaştırarak alacağımız verim burada bitiyor. Artık bizim eksiklerimizi kapatacak olan eski topraklar da biniyor o meçhul gemilere. Biz rakamları konuşturarak kendimizi avutsak da topraktan bitmiyor bu değerler. Yerine konmuyor. Personele tahammül edemeyen insan kaynakları mevcut kaynakla gününü bile geçiremiyor.