İnsan, biyolojik ve psikolojik yapısıyla diğer varlıklardan farklı bir yaradılışa sahiptir. Allah insana akıl gücünü vermiştir. Akıl gücü sayesinde en güçlü varlık konumunda olan insanoğlu âlemde her türlü güçlükle mücadelesini devam ettirerek ilerlemesini sürdürmektedir. İnsanın bu âlemde yaşamaya başlaması, âlemin kendisi için yaşanılır hale gelmesinden çok sonradır. Dünyanın yaşı hakkında tahmini olarak birkaç milyar yıldan (yaklaşık 4,5 milyar yıl gibi) söz edilmektedir. Ancak bu, dünyanın şu anki hali ile ilgili tahmini bir bilgidir. Ondan öncesi için şu anda tahmini bir bilgi bile söz konusu değildir. Yapılan araştırma ve deneyler yüzeysel, tahmini bilgiler vermenin ötesinde bir şey ortaya koyamamaktadır.
Acaba bu sonsuz zaman içerisinde bu kadar uzun sürede yaratılan âlemin varlık sebebi ne olabilir? Kimin için yaratılmıştır bu sonsuz âlem? Bu soruların cevabı, herhangi bir nassa veya delile gerek duymayacak kadar açık bir şekilde insanı işaret etmektedir. Çünkü varlık olarak âlem bilinmekle değer kazanır. Bu bakımdan âlemin değeri insanla, insanın değeri de âlemle, bir başka deyişle insanın değeri âlemin kendisi için var olmasıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak bundan âlemdeki diğer varlıkların gereksiz olduğu anlamı asla çıkarılmamalıdır. Âlemdeki diğer varlıkların hepsi bu âlemdeki sonsuz tasarımı tamamlayan ve her biri mutlak anlamda gerekli olan ayrı birer figürdür. İslâm ve Batılı birçok filozofa göre bu âlem insan aklının düşünebileceği âlemlerin en mükemmeli olup, ondan daha mükemmeli düşünülemez. Gazzâlî’nin deyimiyle “bu âlem, mevcut âlemlerin en iyisidir” veya “varlıkta var olandan daha iyisi mümkün değildir.” Çünkü İslâm filozoflarına göre Tanrı en mükemmel varlıktır. O’nun eseri olan âlem de en mükemmel olmak zorundadır. Böyle mükemmel bir âlemin kendisi için yaratıldığı varlık olan insan da bu vesileyle en mükemmel canlı vasfını almaktadır. İşte asıl mesele, bu mükemmel âlemde insanın ebedî yaşama arzusuna sahip olmasıdır.
İnsanın ebedî yaşama arzusuna sahip olması insan fıtratında doğal olarak var olan bir haslettir. İnsanın bu düşünceye sahip olmasını doğal karşılamak gerekir. Çünkü ölümsüzlük de mükemmel olmak için gerekli olan kriterlerden bir tanesidir. Bu sebepten olacak ki insan ebedî yaşamak için ölümsüz olma arayışını hep sürdürmüştür. Ölümsüz olma fikri, Ab-ı Hayat gibi tarihte birçok efsane ve hurafelerin ortaya çıkmasında da etkili olmuştur. Aslında İslâm filozoflarına göre insan zaten ölümsüz bir varlıktır. Çünkü onlara göre beden ve ruhtan müteşekkil olan insan bedeni yok olsa da ruhu kendi âleminde hayatına ebedî olarak devam etmektedir. Şu var ki insan, ölümden sonra ruhun kendi âlemi hakkında bilgi sahibi olmadığı için hem ruhen hem de bedenen ebedî olma arzusuna sahip olmaktadır. İnsanlık tarihine baktığımız zaman bütün mücadelenin ebedî olma arzusuna yönelik olduğunu görürüz. Bu mücadele ruhu, insana tarih boyunca ölümsüz eserler ortaya koyması konusunda büyük rol oynamıştır. Piramitlerin inşa edilmesi, Firavunların mumyalanması, harikulade kalelerin, saray gibi yapıların inşa edilmesi hep bu ebedî yaşama arzusunun birer tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tenasüh (ruh göçü) inancının temelinde de bu arzu yatmaktadır. Çünkü bu inanca göre insan öldükten sonra ruhu tekrar bu dünyaya gelerek başka bedenlerde yaşamaya devam etmektedir. İslâm filozoflarına göre böyle bir düşünce tamamen yanlıştır. Çünkü ruh bedenle birlikte ferdiyetini kazanmış, ayrıldıktan sonra da ferdiyetini koruyarak yaşamaya devam edecektir. Bu bakımdan tekrar bu dünyaya gelmesi söz konusu değildir. Ruh, mutlu olacağı dünyasına bir daha geri dönmemek üzere intikal etmiştir. İslâm inancında var olan ve Kıyamet’in kopmasıyla insanın bedenen haşrolması, yani bedenen dirilmek de ebedîlik duygusunun insanda çok güçlü bir şekilde varlığını gösteren bir düşüncedir. Bedenen bile olsa insan hiçbir zaman yok olmak istemez. Çünkü yokluk bir eksiklik ve aynı zamanda kötü bir şeydir. İnsan her zaman arkasında bir iz bırakmak istemektedir. Bu da her ne suretle olursa olsun ancak ebedî kalmakla mümkündür.
İnsan fıtraten sevdiklerinden, sevdiği şeylerden ayrılmak istemez. Bu nedenle ölüm insana acı gelmektedir. Buradaki temel kaygı, ölüm sonrası hayat ile ilgili bilinmezlik düşüncesidir. Dinlerin bu konuda, ahiret hayatı ile ilgili insanı bilgilendirmesi bir gerçektir. Bu durum bile insanı bu fikirden hiçbir zaman alıkoyamamıştır. Toplumların tarih boyunca birbirleriyle mücadele etmesinin temelinde de ebedî yaşama arzusu yatmaktadır. Ebedî olma arzusu, zaman zaman bir toplumun diğerini kendisi için bir tehdit olarak algılamasına sebep olmuştur. Tarihteki büyük savaşların temelinde bu psikolojik düşüncenin varlığını inkâr etmek gerçekten zordur. Bedenen ebedî olmak mümkün olmayınca ebedîlik fikri, eserlerle, isimlerle ve daha başka somut tarihsel şeylerle ortaya konulmuştur. Tarihte ölümsüz abidelerin ortaya çıkması, insanda mevcut olan bu duygunun eseridir.
Bu duygunun insanda var olmasının temel nedenlerinden bir tanesi de insanın Tanrı’ya benzemek istemesidir. İnsan beden yani maddî bir varlık olarak âleme, ancak akıl sahibi olarak da Tanrı’ya benzemektedir. Akıl insan için bir ışıktır. Onu aydınlatan, ona rehberlik eden, onu tamamlayan iki varlıktan en önemli olanıdır. İnsanı mükemmel ve yetkin yapan varlıktır akıl. Tanrı en mükemmel varlık olarak sonsuzdur. Tanrı eksik bir varlık değildir. Bu bakımdan sonsuz olmaması da düşünülemez. İnsanın da akıllı olması ve bu yönüyle Tanrı’ya benzemesi onda ebedîlik fikrini ortaya çıkarmıştır. İnsan da ruhen veya bedenen veya hem ruhen hem de bedenen ebedî olmak istemekle yok olmak gibi son derece kötü ve eksik olan bu durumdan kurtulmak istemektedir.
Günümüzde ebedî yaşama arzusu, teknolojiden de yararlanılmak suretiyle çeşitli çalışmalar ve faaliyetlerle ortaya konmaktadır. Bugün birçok ülkede uzay çalışmalarıyla ilgili gelişmeler bize bu duygunun ne kadar güçlü bir şekilde insanda var olduğunu göstermektedir. İnsanların Ay’a çıkmaları, Mars gibi bazı gezegenlerde koloniler kurmak istemeleri, kanser vb. bazı ölümcül hastalıklardan dolayı bedenlerini uzun yıllar boyunca dondurmaları ve bu konuda her türlü arayış içinde olmaları, bu duygunun insandaki tezahürünü göstermektedir. Bu arzunun gerçekleşmesi pekâlâ mümkün olabilir mi acaba? Âlemin gelecekte belki milyarlarca sene belki de sonsuz olarak devam edeceğini düşünecek olursak nelerin yaşanacağını şimdiden kestirmek zor olsa gerek. Ölümle birlikte ruhen mutluluğa ulaşan insanın böyle bir duygunun gereksiz olduğuna kanı olması düşünülebilir belki. Ancak şu bir gerçek ki bu duygu ilelebet insanda var olmaya devam edecektir. İnsanın böyle bir düşünceye sahip olması en doğal hakkıdır. Çünkü âlem mükemmeldir. İnsan da mükemmeldir ve insan bu mükemmel âlemde yaşamaktadır. Şu var ki insan bu mükemmel âlemde bedenini bırakarak ruhen veda etmekte, ancak âlem ve içindekiler yaşamaya devam etmektedir. İnsanın duygularını altüst eden şey de aslında kendi düşüncesine göre tamamen kendisi aleyhine haksız olarak görünen bu durumdur. Kendisi neden yaşlanmakta ve sonra da ölmektedir? Yine kendisi öldükten sonra âlem ve içindekiler neden hâlâ yaşamaya devam etmektedir? İşte bu sorular, insanın ruhunu içten içe kemiren psikolojik duygulardır. Bu sorular cevap bulmadığı sürece bu duyguyu insandan alıkoymak imkânsızdır. İnsan bu sorulardan belki şu cevaplarla nispeten kurtulabilir: Kendisinden sonrakiler de ebedî değildir. Onlar da belli bir vakte kadar yaşayacaklardır. İnsan bedenen ebedî değilse de ruhen ebedîdir. Belki fert olarak ve bedenen insan ebedî olmayabilir, ancak bu yaşam zinciri hiç kopmadan devam edeceği ve âlem var oldukça süreceği için insan, varlık olarak ebedî sayılmaktadır. Bu da mükemmel olan âlemde yaşayan insanın ne kadar mükemmel ve değerli bir varlık olduğunun göstergesidir. Çünkü âlem büyük insandır; insan da küçük âlemdir.