Nedir insanı anlamak? Zor bir soru gibi gelir bana daima “insanı anlamak”. Fizyolojisi, anatomisi ve duyguları ile insanı anlamak! Çoğumuz, yaşamımızın uzun yıllarını harcadık insanı anlamak uğruna. Ne çok bilgi yüklendik, ne çok sınavdan geçtik. İnsanı anladık mı? Nedir insanı anlamak?
Her hasta ile karşılaşmamızda yeniden başlayan bir bilmece vardır. Fizik muayene ile başlar bilmecemizin ilk çözüm çabası çoğu kez; ardından bir dizi laboratuvar tetkikleri, radyolojik tanı ve inceleme yöntemleri izler. Biz hekimiz; işimiz korumak, tanı koymak ve sağaltmaktır. Gün boyu birçok hasta görürüz, bazen hasta görmeyiz; branşımızla ilgili uzuvlar görürüz. Sonra hastalara isimler veririz “kırık femur, safra taşı, talasemi” oluverir hastaların isimleri. Yüzünden tanımakta zorlandığımız hastaları, akciğer filmlerinden kolayca tanırız. Belki de çok hasta görmenin verdiği zorluk, belki gün içindeki amansız koşturmacalar bizi böyle yapar.
Aslında biz çevremizi de görmekte zorlanırız. Kendimizi görüyor muyuz acaba? Mutlaka bakıyoruz, görüyor muyuz? Anlamak için çabamız var mı? Yaşam içinde hepimiz sürekli anlamak ve anlaşılmak arzusu ile doluyuz. Çoğumuzun yakınması, iç ve dış çatışmaları da bu nedenle değil midir? Oysa bu isteğin üstünü örtüp geçiyoruz.
İnsanı anlamak, insan olgusuna değer vermekle başlayan bir süreçtir diye düşünüyorum. Biz hekimler insan sevgisi ile bu uzun ve çileli yola çıktık. Yargılamadan, eleştirmeden insana yardım amacıyla yola koyulduk. Çoğu kez insanların ne anlattıklarını anlamadan ya da ne anlattığımızı anlamadan yardım çabalarımızı sürdürdük. Anlamak için dinlemek gerekmez mi? Dinlerken, dinlediğini ifade etmek, empati kurmak, bizim söylemek istediklerimizle söylediklerimizin aynı olduğunu bilmek, hatta bundan emin olmak gerekir. Bu bir eğitim işidir.
Tıp fakültelerinin müfredatlarında birkaç istisna dışında böyle bir eğitim yer almamaktadır. İnsanı anlamak, insan davranışlarının anlaşılması değil midir? İnsanın duygularını anlamadan, empati kurmadan günlük yaşamı sürdürmek bile olanaksızken, tıp fakültelerinde psikoloji eğitimi oldukça güdüktür. Bazı fakülteler “hasta hekim ilişkisi” modülleri ile bu sorunu çözmeye çalışmaktadırlar. Bu eğitimler de çoğunlukla birkaç hafta bu konuda kurs almış öğretim üyeleri tarafından yapılmaktadır. Bunlar güzel çabalardır; ama ne kadar etkin ve yeterli oldukları konusunda ciddi kaygılar taşımaktayım.
Kendimizle, çevremizle ve bu çevrenin ayrılmaz bir parçası olan hastamızla ve yakınlarıyla ilgili bir çok sorunumuzun kökeninde kendimizi doğru ifade etme sorununun yattığına inanıyorum. Bir o kadar da doğru anlamak sorununun. Beden dilimiz, bakışımız yöneldiği kişiye alçaltıcı, meydan okuyucu bir ifade taşıyorsa dilimizin ne söylediği çok inandırıcı olmayacaktır. Karşımızdaki insan eğer hasta ise, bu daha da önemli bir boyuta ulaşacaktır. Hasta sözcüğü Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “SAĞLIĞI BOZUK OLAN, ESENLİĞİ YERİNDE OLMAYAN, HASTALANMIŞ, RAHATSIZ” şeklinde betimlenmektedir. Bu durumdaki bir insanın bizi dosdoğru anlamasını sağlamak da görevlerimizdendir ve onun hakkıdır diye düşünüyorum. Bu amaçla tıp fakültelerinde “etkin iletişim tekniklerinin” öğretilmesi gerekliliğine inanıyorum. Öğrencilerimiz bu eğitimi fazlasıyla hak ediyorlar. Uzunca yıllardır duygusal zeka kavramının kullanıldığı bir dünyada, hekimlerimizin iletişim yetilerinden yoksun bırakılmalarının büyük bir eksiklik olduğu kanısındayım.