Daha önce insan hakkında çeşitli makaleler yazdık ve çeşitli açıklamalarda bulunduk. Bu yazımızda, insanla ilgili bir ayetin üzerinde durarak bazı yorumlarda bulunmak istiyoruz:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanışmanız için, sizi halklara ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında sizin en değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Muhakkak ki Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.”[1]
Bu ayette önce “Ey insanlar!” diye hitap edilmektedir. Hitap, tüm insanlara yöneliktir. Buna göre her kişinin kendisini bir insan olarak bilmesi ve ayette belirtilen hususlarda kendisini tanıması gerekir. Ondan sonra “Muhakkak ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık” cümlesi gelmektedir. Bu cümlede yer alan bir erkek ve bir dişi, farklı anlamlarda yorumlanmıştır. Bazı âlimler, burada kast edilen erkek ile dişinin Âdem ile Havva olduğunu söylemişlerdir. Bununla tüm insanların bir anlamda aynı anne ile aynı babadan geldiği, dolayısıyla aralarında herhangi bir farkın bulunmadığı anlatılmaktadır. Diğer bazı âlimler ise, burada ikinci bir yorumda da bulunarak, her kişinin bir kadın ile bir erkeğin çocuğu olduğunu, onlardan doğup meydana geldiklerini, dolayısıyla yaratılış olayında insanlar arasında herhangi bir farkın bulunmadığını savunmuşlardır.[2] Ona göre her kişi kendi neslini/anne babasını, soyunu sopunu bilecek. Her kişinin yaratılışı aynıdır. Her insanın bu şekilde aslını bilip tanıması gerektiği gibi, başkalarının da aslını, soyunu tanıyıp kabullenmesi gerekmektedir. Nitekim ayetin devamında “sizi halklara ve kabilelere ayırdık” ifadeleriyle buna açıklık getirilmektedir. Ondan sonra da üstünlüğün takvada yani dürüstlükte olduğu anlatılmaktadır.
Bu ayetteki açıklamaya göre kişinin kendisini insan olarak tanıması ve tanıtması için, sırası ile anne babasını ve mensup olduğu halkını, soyunu bilmesi gerekir. Bu, insan iradesiyle meydana gelen bir olay değil, Allah iradesiyle yaşanan bir gerçektir. Hiç kimse kendi anne babasını, mensup olduğu halkını milletini seçememektedir. Allah bizi bu konuda nasıl yaratmışsa, o şekilde kabul etmek mecburiyetindeyiz. Bu ne bir üstünlük, ne de bir eksikliktir. Ne anne babamızı, ne de kavmimizi/soyumuzu inkâr edebiliriz. Bununla beraber her insanın kendi hür iradesiyle benimsediği dini inancı da vardır. Buna göre her kişi, anne babası, kavmi ve inancıyla insandır. Örneğin biri, “Ben Arap bir anne babanın çocuğuyum, Müslümanım veya Hristiyan’ım” dediği zaman, onu insan olarak o şekilde kabul etmemiz gerekir. Onun da kendisini insan olarak öyle bilmesi ve kabul etmesi icap eder. Biri, “Ben Türk bir ailenin çocuğuyum, Müslümanım veya Aleviyim” diyorsa, onu da o şekilde kabul etmemiz icap etmektedir. Haliyle o da kendisini öyle bilecektir. Biri, “Ben Kürt bir anne babanın çocuğuyum, Kürdüm, Müslümanım veya başka bir inanca sahibim” diyorsa, onu da ona göre o haliyle kabul etmemiz gerekmektedir. O da kendisini öyle tanır. Biri, “Ben Kürt bir ailenin çocuğuyum, Ezidiyim veya Aleviyim” diyorsa, diğerlerinde olduğu gibi onu da öyle kabul etmemiz gerekir. O da kendi şahsiyet ve kişiliğini o şekilde kabul etmektedir. Bir Ermeni’yi, Süryani’yi ve başka herhangi bir ırk veya inanç mensubunu, tüm insanları, anne babaları, kavimleri, inançları, dilleri ve kültürleri ile tanınmamız, kabul edilmesi gerekmektedir.
Gelelim şöyle bir noktaya, herhangi bir kişi, kendi anne babasını, kavmini, ne olursa olsun inancını inkâr ederse, insan olma özelliklerini kaybetmiş olur. Bu tür insanların kişiliği, şahsiyeti, onuru, insanlığı ve benzeri duyguları kemale ermez ve böyleleri daima psikolojik problem ve şahsiyet fukaralığını yaşarlar. Bilindiği gibi devşirmeler, her toplumda problem olan kişilerdir. Çünkü ruh dünyalarında bir kararsızlık, insan olma kriterlerinde bir sıkıntı vardır. Biyolojik yönden erkek iken çeşitli ameliyatlarla kadın olan insanlar vardır. Bunlar, yaptıklarını hür iradeleri ile yaşamaktadırlar, Onları ilgilendirir. Bunlara biyolojik dönme denmektedir. Devşirmeler ise, psikolojik dönmelerdir ve psikolojilerinde rahatsızlık vardır. Ayrıca mevcut gıda, yiyecek ve içeceklerin en iyisini yiyorsunuz, içiyorsunuz. Bir süre sonra bu yedikleriniz ve içtikleriniz değişime uğrayıp devşirilmekte ve dışarıya atılmaktadır. Kalitesini anlatmaya gerek yoktur.
Her insanın, kendisini olduğu gibi tanımasının ve aynı şekilde her kişiyi, olduğu gibi tanımamızın gerektiğine inanıyorum. Allah bizi nasıl yaratmışsa, olduğu gibi kabul etmemiz, insanlığın gereğidir. Bu bir eksiklik değildir; aksine bizim için bir şereftir. Başkalarını da aynı şekilde tanıyıp kabul etmemiz de yine insanlığın gereğidir.
Herkesi onurlu bir insan olarak kabul eder, selam saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[1] el-Hucurât 49/13.
[2] Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Muhammed el-Harizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiku’t-Tenzîl, thk. Muhammed Mursi Amr, Daru’l-Mushaf, Kahire 1977, VI, 21; Nasiruddin Ebû Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Şirketu Mektebe ve Matbati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâdihi, Mısır 1955, II, 226; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Muessesetu’r-Reyyân, Beyrut 2004, V, 87.