Bu platformdaki farklı alandaki değerlerin konuya değişik cephelerden bakarak katkı sağlamaları “Bilgi Paylaştıkça Artar, Fikir Paylaştıkça Gelişir“ sloganına önemli destekler vermektedir. Benim de konuya bakışım iktisadi boyutuyla, mikro ve makro ölçekte olacaktır.
İktisadi anlamda birey ve toplumların biriktirebilmesi için öncelikle üretebilmesi, çoğaltabilmesi ve sonrasında elde edilen değerlerin tüketilmeyen kısımlarının biriktirebilmesi veya tasarruf edilen tutarların yeniden üretim sürecinde kullanabilmesi için hem finansal okuryazarlığın hem de kurumsal kapasitenin oluşturulması gerekir. Kurumsal kapasitenin oluşturulmasının önemini, nasıl olması gerektiğini vermeye çalışırken ekonomideki tarafların rollerini yeniden tanımlamaya çalışan paydaşlar ekonomisi kavramıyla konuya biraz tarihsel perspektiften bakmadan önce mikro ve makro bakış açısıyla tasarrufun önemini hatırlayalım:
- Para varken tasarruf edilir.
- Çeşme akarken doldurulur.
- Kefen parası veya kötü günlerde namerde muhtaç olmamak için ayaklar yorganına göre uzatılır.
Bu ve farklı şekillerde her gelir seviyesindeki hanehalkına bireysel fayda sağlayan, gelirin tüketilmeyen kısmı olan ve yastıkaltında kalmayacak tasarrufların makro yararlarının görülebilmesi ve sürekli hale gelebilmesi için öncelikle ekonomide kalkınmayı, üretimde çoğalmayı sağlayacak fiziksel sermaye stokunda artışa ihtiyaç vardır. Diğer bir ifadeyle ekonomide yatırımların gerçekleşmesini sağlayacak finansal sermayeye yani hanehalkının tasarruflarına ihtiyaç vardır. Bu sürecin tarihsel gelişimini, finansal sermayenin önemini şöyle özetleyebiliriz:
Ekonomik sistemin işleyişinde geleneksel finans sisteminin araçlarını ilk keşfeden ve kullanan ekonomiler, ülkelerine önemli katkılar sağlamışlardır. Finansal sistemden ilk yararlanabilen ekonomilerde oluşturulan kaydi para yaratma mekanizması veya yürütülen aşırı liberalizasyon uygulamalarıyla kullanılan genişletici para ve maliye politikaları, o ülkelerin kalkınmalarında ve büyümelerinde başarılı olmuştur. Bu başarının nedenlerini anlamak için öncelikle şu soruları sorabiliriz:
– Gelişmiş ekonomilerin başarılarındaki asıl güç reel sektör veya aracılık fonksiyonunu yerine getiren finansal sistem midir?
– Bugünün finans merkezi durumundaki ülkelerin başarılarının temel kaynağı nedir?
– Başarının kaynağı ekonomik faaliyetler mi yoksa finansal sektör müdür?
– Finansal sektöre ne zaman ve niçin ihtiyaç duyulmuştur?
– Bir ülkenin parasının değerini ne belirler?
Çok basit bir anlatımla, ekonomi tarihinde yaratılan katma değerin başlangıcının tarım ekonomisinden elde edildiği bilinir. Buradan elde edilen birikimin, geliştirilen önemli bir buluş olan buhar gücüyle birleştirilmesiyle arz fazlalarının elde edilmesi öğrenilmiştir. Bir ekonomide arz fazlalarının olması ticaret faaliyetleri gündeme getirmiştir. Ticari faaliyetlerin olduğu mekânlarda da para ve onu temsil eden araçların özellikle uluslararası ticarette kullanılan poliçe gibi menkul kıymetlerin geliştirilmesi de doğal bir sonuç olmuştur. Bu ilerlemeler, kendisini finansal sistemin temel kurumları olan bankacılık faaliyetleriyle kurumsal bir yapıya kavuşturmuştur.
Finansal sistem, elde ettiği bu değerler diğer bir ifadeyle finansal sermaye birikimi; kullandığı araçlar ve kurumsal kapasite sayesinde bugünün finans merkezi olan ülkelerde çoğalma ve büyümeye önemli katkılar yapmıştır. Bu süreci çok öncesinde yaşayan ve ayakta kalabilen ülkeler bugünün gelişmiş ekonomileri olarak adlandırılmaktadır. Fakat bu süreci sonradan ama daha hızlı yaşayan bazı ekonomiler de, ilk yaşayanların katlandığı maliyetleri üstlenmeyerek aynı başarıyı yakalayabilmişler veya geçebilmişlerdir.
Yukarıda sorduğumuz sorulardan ilk dördünün cevaplarını, kısaca anlattığımız sürecin gelişim aşamalarında görmekteyiz. Son sualin cevabını da aşağıdaki soruları cevaplayarak vermeye çalışalım.
Ulusal ekonomilerin başarılı olabilmesi için çözmeleri gereken sorunlar veya ulaşmaları gereken temel makroekonomik hedefler nelerdir? Özetle:
– Gelir ve istihdam düzeyinin artırılması,
– Fiyatlar düzeyinde istikrarın sağlanması,
– Ekonomik büyümede sürekliliğin gerçekleştirilmesi,
– Bütçe açıklarının kontrolü ve finansmanının sağlanması,
– Dış açıkların yönetilebilmesini sağlamaktır.
Bir ekonomide gelir ve istihdam düzeyinin artırılması üretim sayesinde gerçekleşecektir. Piyasanın istediği mal ve hizmetlerin niteliksek ve niceliksel özellikleri karşılandığında da ilgili ekonomilerde fiyat istikrarsızlığı yaşanmayacaktır. Bu sürecin yapısal sorunları ortadan kaldırılabildiği ve istisnai durumların yaşanmadığı sürece ilgili ekonomilerde normalde büyümede süreklilik sağlanabilecektir. Ekonominin sağladığı büyüme sürecinde elde ettiği katma değerden, normalde kamunun payı olarak tahsil ettiği vergiler, kamu harcamalarının finansmanını sağlayabilir veya borçla finansmanda sürdürülebilir bir durum olacağı için sorun olmayacaktır.
Bir ulusal ekonominin yukarıda sıraladığımız dört amaca başarılı bir şekilde ulaşma potansiyeli varsa bu ekonominin dışa bağımlılığı da yoktur diyebiliriz. Çünkü ekonominin ilk dört amacını gerçekleştirebilmek için katma değeri yüksek ürünleri üretilebilmesi ve bunun sürekli hale gelebilmesi için de bu üretim şeklinin sadece iç piyasaya yönelik olmaması gerekir. Yani kendi sahip olduğu veya kolaylıkla elde edebildiği üretim faktörleriyle kaliteli mal ve hizmetler üretebilecek ve bunları hak ettiği fiyattan yurt dışına da satabilecektir. Bu süreci oluşturabilen ekonominin döviz gelirlerinin artması tabii ki cari açığın yaşanmamasına yol açacaktır. Dolaysıyla ülkede paranın iç ve dış değerinde sorun olmayacaktır. Yani ülkenin parasının değerini üretim gücü belirleyecektir.
Ekonomi tarihinin veya işleyiş sürecinin bu kısa özetini vermekteki amacımız, makro genel resmi çekerek; reel sektörün ve finansal sistemin yerini verebilmekti. Resimde ulusal ekonomilerin başarılı olabilmesi, çoğalmanın sağlanabilmesi için çözümün temel noktasının katma değeri yüksek üretimde olduğu görülmektedir. Üretim için de ülkenin fiziksel sermaye mevcudunun olması gerekir. Bunun için de gerekli olan fiziksel sermaye yatırımını karşılayacak finansal sermayeye yani hanehalkının elde ettiği gelirin tüketilmeyen kısmının finansal sistemde birikmesi gerekmektedir.
Finansal sistem ile diğer kesimler arasındaki bu karşılıklı etkileşim, kaynak aktarma mekanizmasının ekonominin işleyişindeki önemini göstermektedir. Bunun için de istikrarlı bir ekonomik yapıda, güçlü bir sermaye yapısına sahip ve etkin işleyen finans kurumlarına ve paydaşlar ekonomisi felsefesine sahip şirketlere ihtiyaç vardır.
Ekonominin temel kurumları olan şirketler, gelirlerini, üretimde ve sonrasındaki süreçte direkt veya dolaylı yer alan tüm paydaşlarıyla, (çalışanları, tedarik zincirinde yer alan diğer firmalar, müşterileri ve çevreyi dikkate alarak) katkıları ölçüsünde paylaşmalıdır. Yani işletmeler, faaliyetlerindeki tüm paydaşların açık ve örtük maliyetlerini dikkate alarak, gerekli paylaşımları yaparak kâr/zarar hesabı yapmalıdırlar. Bu hesaplamada, sadece kendi kârlarını maksimize etme yaklaşımında olmamalıdırlar. Bu amaçlara ulaşmak için hem yerel hem de küresel ölçekteki bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumsal yapılara büyük görevler düşmektedir. Çünkü dini veya ahlaki yaklaşımlar da, havadan para kazanmayın; işçinin, emekçinin yevmiyesini alın teri kurumadan hemen verin; “yiyin, için ama israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez” (Araf 7/31) demektedir fakat beklentiler tam anlamıyla gerçekleşmemiştir.
Kısacası ekonomide, çoğalma ve biriktirmede bireysel hırslar yerine kolektif davranışların yaygınlaştırılabilmesi için evrensel ilkelere sahip bir ekosistem dizayn edilmelidir. Zira dini yaklaşımlarda da faiz, aşırı kâr, stokçuluk yasaklanmış ama bu şekildeki emir veya söylevler kabul görmemiş veya yeterli olmamıştır. Fakat ekonomi ve ahlak bir bütündür. Parçaları arasında tesis edilecek denge, sosyoekonomik yapının unsurlarına da yansımaktadır. Eğer ekosistemde denge yoksa kesimler arasında barışın tesisi; kaynakların etkin dağılımı; her türlü adalet, dürüstlük gibi değerlerin hâkim olması mümkün olmayacaktır. Ezcümle uygulamaların gönüllülük boyutu istisnai bir durum olacağı için piyasaların, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlar tarafından düzenlenmesi ve denetlenmesi gerekmektedir.