İlk yazımızı (Bilimselleşen Toplum ve Bilimcinin Sorumluluğu) bitirirken bilimcinin sorumluluğu hususuna yeni yazımızda devam edeceğimizi ifade etmiştik. Bu yazımızda, toplumdaki bilimselleşme düzeyinin artışına paralel olarak bilimcinin yükselen sorumluluğuna odaklanacağız.
İnsanın Muhteşem Hikayesi
İnsanın muhteşem hikayesinde, yani doğa kurallarına boyun eğerek yaşayan basit bir canlı türünden ileri düzey uygarlık yaratan “sıradışı” bir varlığa ulaşan insanın hikayesinde, bugün gelinen noktada artık yeryüzünün neredeyse tümüyle insan tarafından biçimlendirildiği ve insanın önünde onu kendisi dışında sınırlayabilecek güçlerin bulunmadığı söylenmek durumundadır. Bu yaklaşımımız, son zamanlarda Harari ve Kurzweil gibi bazı yazarların “biyolojik insanın” ötesine geçileceği, teknolojiyle biyolojimizin birleşeceği tarzındaki iddialarıyla örtüşüyor görünebilir. Harari’nin şu ifadesi sözü edilen iddiayı açıkça ortaya koyuyor: “… insanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık olacak gibi duruyor”. Bir noktaya kadar bu bakış açısının geçerliliği temellendirilebilir. İnsanın yeni ajandasında ölümsüzlük olmasa bile, çok uzun ömürlü olmak hedefi muhakkak olacaktır. Mutluluk arayışı muhtemelen daha önceki dönemlerde olmadığı kadar insan düşüncesinin ve eyleminin tetikleyicisi olacaktır.
Diğer canlı türlerinden insanı ayıran niteliğinin kültürel yönü olduğu hususunda bir tartışmaya mahal bulunmadığı açıktır. Anlayan, değiştiren canlı türü olarak insan, şimdi ulaştığı noktada biyolojik sınırlılıklarını önemli ölçüde aşmak üzeredir. Ancak insanın, bu ilerlemeyi teknolojik varlık olma aşamasına ulaşarak sonlandıracağına inanmak zorunda değiliz. Bu hususta bir denge arayışının, sürecin temelini oluşturacağı kanısındayız. Yani elbette insanın tüm zincirleri kırılmıştır, o artık bu dünyayı dize getirmiştir ve bundan böyle onun planlarının, arzularının önüne geçebilecek kendi dışında bir güç yoktur. Ancak, diğer taraftan da insanın yarattığı muhteşem hikayesini “yarı biyolojik yarı makine” şeklindeki bir varlığa dönüşerek tamamlayacağı anlayışının ürpertici olduğunu söylemek zorundayız.
Üstel Hız Yaratan Yeni Modern Dönem
İnsanın sözü edilen ileri düzey uygarlığı yaratması, akıllı makinaları, yapay zekayı gündelik hayata sokması ve gittikçe dijitalleşen bir “insanlık” halini hakim kılması, bütün bunlar, muhakkak bilimin merkezi rol oynadığı ve bilimcinin işbaşında olduğu sürecin getirdiği büyük dönüşümlere işaret etmektedir. Bu büyük dönüşümler, toplumların yapısını daha önce deneyimlenmemiş bir hızla değiştirmektedir. 1990’ların ikinci yarısından itibaren deneyimlediğimiz ama özellikle son birkaç yıldır kendisini kurmakta olduğunu fark ettiğimiz yeni modern dönemin hızı doğrusal değil fakat üstel bir değişim hızına işaret etmektedir. Zaten modern çağ, kuşku yok ki bir hız çağı olarak kendisini kabul ettirmişti; ama şimdi bu yeni modern dönemde değişimin hızı hiçbir şekilde önceki dönemdekilere benzememektedir. Hıza bağlı olarak yeni modernliğin etkileri çok daha geniş alanda ve daha derin biçimde ortaya çıkmaktadır. Çeşitli teknolojileri bir araya getiren bu süreç topluma, ekonomiye ve hatta siyasete çok derin biçimde ve yaygın etkilerde bulunmaktadır. Bu durum sonuç itibariyle bütün hayat alanlarında ciddi değişimleri yaratmaktadır. Neticede, bütün bu gelişmeler bir bütün olarak insanlığı dönüştürme potansiyeline sahiptir.
Akıllı makinelerin üretimden hizmet sektörüne kadar pek çok alanda devreye girmesi, kuşkusuz insan emeğinin kullanımının minimize edilişini simgelemektedir. Aynı zamanda gen biliminde, biyolojide, nanoteknolojide ve yenilenebilir enerjide devasa gelişmelere dayanan yeni devrim, elbette toplumu temelden değiştirmeye muktedir görünmektedir. Bütün bu gelişmelerin temelinde bilimsel saha ve bu sahanın eyleyicileri olarak bilimciler bulunmaktadır. Dolayısıyla, yeni modernliğin temelinde de tıpkı ilk modernliğin temelinde olduğu gibi bilim yatmaktadır. Yeni modern dönemin sapmalarından ve sorunlarından, bu sebeple, bilimcinin sorumlu olmadığı iddia edilemez, aksine, bilimcinin sorumluluğu sapmaların düzeltilmesinde ve sorunların aşılmasında en merkezi sorumluluklar arasındadır.
İnsan-doğa ilişkisinin tarihsel süreci içinde insanın öne çıkması ve doğayı kontrol etme noktasına ulaşması, kuşku yok ki bilimin ilerlemesiyle mümkün oldu. İlerlemede merkezi role sahip bilimin eyleyenleri olarak bilimcilerin sorumluluğu, bugün insanlığın karşı karşıya geldiği sözü edilen ilerleme sürecindeki sapmalar ve sorunlar açısından muhakkak birincil önem arz etmektedir. İlk yazıda ifade ettiğimiz bilimcinin sorumluluğu olarak eleştirel anlamda gerçekliği görmek hususu, ilerlemeyi yeniden düşünmemizde son derece merkezi önemdeki bir husustur. Toplumsal değişimin kontrolden çıktığı izlenimini veren, gelecek öngörüsünü olanaksız kıldığı düşünülen yeni ilerleme sürecinde bilimcinin sorumluluk üstlenmesi, daha doğrusu sorumluluğunu yerine getirmesi salt teknolojik insana ve parçalanmış, dolayısıyla yok olma riskiyle karşı karşıya bulunan topluma yol açabilecek sapmalardan kurtulmamızı sağlamada merkezi role sahiptir.
Sapmalar
Modernlik Projesinin bazı temellerinden bir sapmayı da içerdiğini görmemiz gereken yeni modern dönemin öncelikli olarak iki ana sahada ortaya çıkan sonuçları, sözünü ettiğimiz sapmaları somut biçimde göstermektedir. Bu sapmalar, kapitalizm ve demokrasi ilişkisinin kapitalizm lehine asimetrikleşmesi ve bilgi-kültür sahasının sözü edilen yeni liberal kapitalizm karşısında özerkliğini koruyamayışıdır. Her iki sapma da modernliğin temellerinde merkezi konuma ve role sahip olan özerklik temelinin aşınması ve bulanıklaştırılmasıdır. Siyasal, ekonomik ve kültürel sahaların kendilerine ait işleyiş kurallarının varlığına duyulan sadakat, modern ilerlemenin gerçekleşmesinin arkasındaki en önemli temellerden birini oluşturmaktadır. Kuşkusuz, burada sözünü ettiğimiz özerklik, bu sahaların birbirlerinden yalıtılmış olduğuna ve aralarında birbirlerini tamamlayan bağların olmadığına işaret etmiyor. Aksi halde toplumdan söz etmemiz mümkün olmazdı. Ancak, modernliğin temelleri olarak siyasal, ekonomik ve kültürel sahaların özerkliklerinde aşınmanın yaşanması ve aralarındaki ilişkinin ekonomik saha lehine asimetrikleşmesi, baş döndürücü hızla yaşanan ilerlemeler çağında aynı zamanda bir gerilemeyi deneyimlememize neden olmaktadır. Demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişkinin kapitalizm lehine asimetrikleşmesinin oluşturduğu sapmayı başka bir yazının konusu olarak şimdilik bir kenarda tutup, bilgi-kültür sahasının sorunsallaşması üzerine odaklanmamız bu yazının konusu itibarıyla yerinde olacaktır.
Özerkleşmenin modern dönemdeki ilerlemenin temelini oluşturduğunu ve ilk tetikleyici hamlesinin bilimin özerkleşmesi yönündeki hamle olduğunu ilk yazımızda tartışmıştık. Bilimin özerkleşmesinin hem bilimcilerin özgürleşmesine, hem de kendileri arasındaki iletişimi ve işbirliğini mümkün kılan akademi dernekleri gibi kurumsal yapılanmaların güçlenmesine işaret ettiğini belirtmiştik. Yavaş ve aksak ilerlese de bu süreç sonuç itibariyle modern toplumun kurumsallaşmasında çok temel bir rol oynamıştı. Bilim, doğanın işleyiş yasalarını insanlık adına keşfediyor ve insanın biricik canlı türü olduğunun kanıtlanması hikayesinde başrol oyuncularından biri haline geliyordu. Bilim kendisine karşı yürütülen savaşlara ve ithamlara da dayanıklı olduğunu gösteriyor ve daha güçlü olarak yeniden kendisini kuruyordu. Ancak, özellikle yeni liberal kapitalizmin demokrasiyi ve dolayısıyla bir şekilde kamusal alanı ve devleti zayıflatması, kurum olarak bilimin özerkliğine de büyük bir darbe vurdu.
Bilimcinin gerçeğe ulaşmak hedefinin yanı sıra başka hedeflerinin de bulunduğu ve bu başka hedeflerine ulaşmasının piyasa koşullarında özgürlüğünü terk etmekle mümkün olduğu anlayışı gündeme oturdu. Eleştirel anlamda gerçeği görmek eylemi önemli ölçüde rafa kalktı ve sapma olarak nitelenmesi gereken bu süreç kurumsal olarak bilimin özerkliğini daha da zayıflattı. Demek ki, özerklik ilkesinin ekonomik modernlik lehine asimetrik bir sonuç üreterek işleyişi büyük bir sapmayı bilgi-kültür sahasında da yarattı. İnsanın doğayla mücadelesinde bugün geldiği aşama, birkaç yüzyıl önce hayal edilmesi bile mümkün olmayan bir zafer aşamasıdır ve bu zaferin kazanılmasında bilim kurumu muhtemelen diğer kurumların hepsinden daha işlevsel olmuştur. Ancak, yeni modern dönemin ilerlemeyi baş döndürücü bir hıza kavuşturması, insanın doğa karşısındaki mücadele hedefi çerçevesinde görülebilecek bir durum değildir; insanın kendisini başkalaştırmasıyla ve böylece insan-dışılaşmayla sonuçlanabilecek sapmalar da içermektedir.
Yeni ilerleme perspektifi ve bilimcinin sorumluluğu
Yeni bir ilerleme perspektifinin inşasına ihtiyaç duyuyoruz ve bu perspektifin elbette uygarlığı ikincilleştirecek, yani insanın muhteşem hikayesini gözden düşürecek tutumlara sahip olması düşünülemez. Doğanın tahribi veya dönüştürülmesi ya da sosyalleştirilmesi, uygarlığın ortaya çıkması ve ilerlemesi ile doğrudan ilişkilidir; ama bugün doğanın insana dışsal oluşu üzerinden hala insan-doğa karşıtlığının ilerlemedeki temeli oluşturduğu tartışılamaz. İnsan, hiç kuşku yok ki doğayı yendi ve insan-doğa karşıtlığını bugün hala ilerlemenin temeline yerleştirmek, doğadan ziyade “insanın kendisinin tahribi” anlamına gelecektir. Bilimselleşen toplum olarak yeni toplum, bilimin doğaya karşı insanı korumak şeklinde özetlenebilecek rolünün değişmesini ve insanın kendisinin kendisinden korunması rolüne sahip olmasını talep etmek durumundadır. Bunun sağlanması ise önemli ölçüde bilimcinin eleştirel anlamda gerçekliği görmek sorumluluğuna sahip olmasına, yani yeni liberal kapitalizmin zayıflattığı bilimsel özerkliği diriltmesine dayanmaktadır.
Eleştirel anlamda gerçekliği görmek özerk olmayı gerektirmektedir ve özerk olmak bilimci açısından gerçeği bulma hedefinin dışındaki hedeflerinin / taleplerinin / ihtiyaçlarının ağırlıklı olarak piyasa tarafından değil, ama kamunun ya da devletin bilimsel özerkliğe saygı duyan bir fonlamasıyla karşılanmasını gerekli kılmaktadır. Bilimsel çalışma pahalı bir etkinliktir ve bilimcinin desteklenmesi gerçekleştirilmeden bilimsel buluşların ve ilerlemelerin sağlanması mümkün değildir. Ağırlıklı olarak kamunun desteklediği ve desteklerken özerkliğine saygı duyduğu bilimci, gerçeği eleştirel anlamda görecektir. Dolayısıyla, bilimselleşen toplumda bilimcinin kendi eylemlerinin sonucundan kendisini muaf tutma hakkı yoktur, aksine kamusal meselelere dair onun fikrinin en çok değer ifade edeceği bir döneme geçmekteyiz ve bilimci gerçeği bulma hedefini gerçekleştirirken eleştirel anlamda gerçeği görmek sorumluluğuyla hareket etmek durumundadır. Eleştirel anlamda gerçeği görmek ise sadece bilimsel çalışma etkinliğiyle gerçeği bulmayı değil, aynı zamanda “eleştiri yapabilmeyi” ve “itiraz edebilmeyi” yani “insanı koruma” sorumluluğunun gereğini yapabilmeyi içermektedir.