Bilgi çağı, dijital çağ, uzay çağı gibi kavramların çok sık kullanıldığı günümüzde Covid-19 pandemisiyle birlikte insanlık bilim ve teknolojide geldiği noktayı da sorgular hale gelmiştir. İnsanlık çok geniş kapsamlı bir sınavdan geçmektedir. Bu sınav Afrika’nın en fakir ve en ücra köşesindeki kabilesinde yaşayan vatandaşlarından tutun, Avrupa veya Amerika’nın metropollerindeki en zengin mahallelerinde yaşayan vatandaşlarına kadar fark gözetmeksizin herkesi ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Pandemi hiçbir zaman din, sınıf, ırk, millet, statü, kariyer, zenginlik veya fakirlik farkı gözetmeksizin insanlık için tehlikeli olmaya devam etmektedir. Pandeminin nerede, nasıl, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığı veya laboratuvarda mı yoksa tabii ortamda mı üretildiği tartışmalarını bir tarafa bırakacak olursak, pandeminin tıbbî, psikolojik, sosyolojik, insanî, ekonomik, dinî, siyasî ve felsefî olarak toplum üzerinde büyük bir travma etkisi yaratmış olduğu bir gerçektir. Ben bu makalemde Covid-19 pandemisinin bu alanlardaki etkisinden kısaca bahsetmek istiyorum.
Pandemiyle birlikte tıbbın, tıbbi gelişme ve çalışmaların sınıfta kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. İnsanlar her platformda tıbbın geldiği noktaya işaret ettiği halde bu pandemi karşısında tıbbın aciz kaldığına şahit olduk. Ne bir ilaç, ne bir tedavi ne de herhangi bir müdahalenin yüzde yüz başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Hastalığa yakalananlar çaresizlikten ya Allah’a havale edilmekte, ya ölmekte, ya az etkilenmekte, ya da hiç etkilenmemektedir. Tıbben hastalığı önleyici veya tedavi edici hiçbir yöntemden şu ana kadar bahsedilmedi. Aşılar ha üretildi ha üretilecek dendi ancak insanlık bunu pek görmedi. Üretilen ve sınırlı sayıda insanla buluşan aşıların da koruyuculuk özelliği tartışma konusu oldu. Gerçek şu ki pandemideki mutantlarla birlikte zaten yüzde yüz koruyamayan aşıların koruyuculuk özelliği de tehlikeye girmiş durumdadır. Tıbbi çalışmalarla üretilen aşıların pandeminin mutant hızına yetişmeyeceği kesindir. Öyle görünüyor ki insanlar tıptan da artık ümidini kesmiş durumdadır. İnsanlar hastalık zamanında zaten kendi imkânları ölçüsünde bitkisel ve klasik birtakım çözümlere başvurmaktadır. Çünkü tıp, bu süreçte hiç de iyi bir sınav vermedi. Dünya Sağlık Örgütü güvenilirliğini tam anlamıyla yitirmiş durumdadır. Kime, neye, niçin çalıştığı ve hizmet ettiği meselesi sorgulanır hale gelmiştir. Kanaatimce artık dünya sağlık ve tıp otoritelerinin bu konuyu düşünüp çeşitli çareler üretme zamanı gelmiş ve geçmiştir.
Psikolojik yönüne baktığımız zaman bu pandeminin insana ölüm korkusu gerçeğini yaşattığını görüyoruz. İnsanlar ölümden kaçmak, ölümle karşı karşıya gelmemek için birçok yola başvurmaktadır. Bazı insanların ölümden kaçmak için seçmiş oldukları yöntemlerin hijyen fobisi, farklı ve tehlikeli hijyen maddeleri kullanma gibi hayatlarına mal olduklarını görüyoruz. İnsanlar evde kalıp dışarı çıkmamakla bir bakıma evde hapis hayatı yaşadılar. Bu durum insanların çoğunu bunalıma sürükledi ve aynı zamanda aile içi tartışmalara da zemin hazırladı. İnsanlarda meydana gelen bıkkınlık ve usanç, onları şiddete, tahammülsüzlüğe ve telafisi mümkün olmayan sonuçlara kadar götürdü ve götürmektedir. Bu durum bize aynı zamanda özgürlüğün, dışarıda rahatça ve korkusuzca gezmenin ve sağlıklı nefes almanın ne kadar önemli olduğunu hatırlatması açısından da önemlidir. Gerçek şu ki sağlıklı bir nefes dünyaya değişmez. Pandeminin insan psikolojisi üzerindeki tahribatını ortadan kaldırmak zaman alacak gibi gözükmektedir. Çünkü dünya hâlâ pandemiyle mücadelesini sürdürmektedir. Görünen o ki bu mücadele bir süre daha devam edecektir.
Sosyolojik yönüne baktığımızda toplumun topyekûn pandemiyle bir mücadelesini görüyoruz. Ailede meydana gelen travmanın topluma da yansıyacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Toplum karşılaşmış olduğu sıkıntılardan kurtulmanın çarelerini arayacaktır. Probleme geniş pencereden baktığımızda bu sıkıntının eğitim öğretim, gelenek görenek, kültür ve daha birçok alanda olduğunu görüyoruz. İnsanların selamlaşması, ev ziyaretleri, büyüklerin elini öperek saygı gösterme, düğünler, sünnetler, hasta ziyaretleri, taziyeler, törenler ve daha birçok alanda pandeminin toplumsal dokunun geleneksel yapısında birçok değişikliklere sebep olduğunu görüyoruz. Geleneksel yapıdaki bazı değişikliklerin müspet yönde olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Hijyen açısından el sıkışmalar, öpüşmeler ve sarılmaların terkedilmesi, taziyelerin kısa ve öz hale gelmesi, tören ve davetlerin kısa ve öz olması, bulaşıcı hastalıkların engellenmesi, bu değişimin olumlu yönleri olarak görülebilir.
Pandeminin insani yönünü değerlendirdiğimizde insanlığın belleğinde meydana gelen egoist anlayışın insanlığın toplumsal dokusunda kara bir leke olarak var olduğunu görüyoruz. Benmerkezci anlayış aşıların ortaya çıkmasıyla birlikte gelişmiş toplumlarda tamamen insanlık dışı uygulamaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yeni bir durum değildir elbette. Zaten var olan bir gerçeğin pandemi ile birlikte su yüzüne çıkmasıdır. Çünkü gelişmiş ülkeler vatandaşlarına milyonlarca aşı ayırırken, DSÖ’nün ifadesine göre geri kalmış ülkelere çok komik bir rakam olan sadece 25 tane aşı gönderilmiştir. Bu pandemi aslında insanın insanla olan imtihanıdır da aynı zamanda. Üzülerek ifade etmek gerekir ki birçok meselede olduğu gibi insanlık bu meselede de bir kez daha bu imtihanı kaybetmiştir. İnsanlık bu meselede el ele vererek bu meseleden kurtuluş yolu aramak yerine herkes canını nasıl kurtaracağının derdine düşerek, bana gelmesin de, ben kurtulayım da kime ne olursa olsun fark etmez anlayışı hakim olmuştur. Bu pandemi aslında bize şunu göstermiştir: Dünyanın her tarafı güvende olmadığı sürece hiç kimse güvende değildir. Dünya aslında tek bir aile, köy, kasaba, şehir veya devlet haline gelmiştir. Dünyanın bir ucunda birine acı veren bir şey, başka ucundaki birine de aynı acıyı yaşatabilmektedir. Dünyanın bir ucundaki Çin’de çıkan ve bütün dünyaya felaket getiren Covid-19 pandemisi bize bunu göstermiştir.
Hiç şüphesiz Pandemi dünya ekonomisini derinden sarsmıştır. Fabrikalar kapanmış, işçiler işlerini kaybetmiş, birçok firma iflas etmiş, küçük veya büyük çaptaki birçok işletme kepenk indirmiş, dünya ekonomisi için Pandeminin faturası çok ağır olmuştur. Ekonomistlere göre, ekonomik kaybın telafisi uzun yıllar alacaktır. Dünya görülmeyen ufacık bir virüse karşı hazırlıksız yakalanmıştır. Ekonominin tekrar eski haline gelerek toparlanması için büyük çabaların sarf edilmesi gerektiği muhakkaktır.
Dini olarak Pandeminin birçok konuda etkisinin olacağı aşikârdır. Tarihte birçok defa insanlığın başına çeşitli musibetlerin geldiğini biliyoruz. Bu musibetlere karşı yapılması gereken şey sabır, sebat ve dua etmek olmuştur. Ancak tedbiri elden bırakmamak gerektiği de dinin emridir. Dinlerin insanlığı kötü alışkanlıklardan korumak gibi bir görevi de vardır. Mesela dinimizde eti yenen ve yenmeyen hayvanlar bellidir. Bu bizi birçok hastalıktan da korumaktadır. Pandeminin çıkış nedeni bir yarasa veya başka bir hayvan ise insanlık bunu dinen ve bilimsel olarak sorgulamalıdır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki bugün her türlü canlıyı yiyen toplumlar mevcuttur. Hayvanların bile beslendiği şeyler belli iken, her hayvanın her eti veya her otu yemediği ortada iken güya akıllı olarak gördüğümüz insanın böyle cahilce, başıboş yaşaması utanılacak bir şeydir. Başıboşluk her zaman insanı kötü sonuçlara götürmektedir. Pandemi ile ilgili kimi çevreler yine bunun dünyadaki kötülükten dolayı olduğunu ima edecek bir takım yorumlara başvurabilir. Bu tür yorumlar doğru bir bakış açısı ortaya koymadığı gibi bilimsel olarak da doğru sayılmazlar. Çünkü bu pandemi tarihte ilk olmadığı gibi, son olması tek ümidimiz olsa bile belki son da olmayacaktır. Bu bakımdan meselenin bilimsel ve akli yönünü hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekmektedir.
Pandeminin bütün bu anlattıklarımızla ilgili olarak elbette siyasî olarak da etkisi büyük olacaktır. Çünkü siyaset yukarıda saydığımız psikolojik, sosyolojik, ekonomik dinî ve insani konulardan bağımsız düşünülemez. Dünya genelinde bu meselelerdeki tahribat ve olumsuzluğun siyaset arenasında büyük çalkantılara sebep olacağı görülmektedir. İnsanlar can, mal, iş, kısacası maddi ve manevi kayıplarının hesabını siyaseten sormak ve sorgulamak isteyeceklerdir. Toplumların bu konudaki düşüncesi siyasetin bundan sonra göstereceği performansa bağlı olarak şekillenecektir.
Son olarak da bu meselenin felsefi boyutundan bahsetmek istiyorum. İnsan varlık olarak diğer canlılardan farklıdır. Her zaman farklı bir takım olumsuz olaylarla karşılaşma ihtimali vardır. Âlemde ortaya çıkacak olan kötü olayları farklı şekilde din dışı uygulamalardan kaynaklanmak gibi yorumlamaya gerek yoktur. Meseleye kötülük problemi açısından baktığımızda, bu meselenin temelini Tanrı’ya bağlamak da imkânsızdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Tanrı aslında insanların akıllıca yaşamaları gerektiğini bildirmektedir. Aklı vahiyle de desteklemiştir. Problemli bir dünyanın varlığının Tanrı ile değil insanla ilgisi söz konusudur. Kötülüğün kaynağı Tanrı değil, insandır. Atmosferi, denizleri ve karaları kirletip yaşanmaz hale getirenler insanlardır. Bu bakımdan âlemdeki düzeni bozan Tanrı değil, insandır. Filozoflara göre âlemde mutlak anlamda kötülükten söz edilemez. Var gibi görünen kötülüğün sebebi aslında iyilik ve düzenin engellenmiş olmasıdır. Canlı cansız âlemin mevcut düzeni kaldıracak gücünün olmamasıdır. Eğer bir takım virüsler meydana geliyorsa aslında insanlığın bir yerde var olan mevcut düzene müdahale etmesi ve bu düzeni bozmasından kaynaklanmaktadır. Gerçek şu ki insanlığın Covid-19 pandemisinden çıkaracağı çok dersler vardır. İnsanlık üzerindeki olumsuz sonuçları çoktur elbette. Ancak bundan ders çıkarıp bu sonuçlar olumlu yöne de evrilebilir elbette. Unutmayalım ki Covid-19 pandemisi insanlığın bir virüsle imtihanıdır.