Son yazımı, felsefeci bir dostum, “Beşir Fuat’ın iç sesi gibi” diye yorumlamıştı. Açıkçası bu adamın ölüme dair fikirlerinden haberdar değildim. Ben, hayatın son deneyimi olarak ölümü aceleye getirmeden, korkmadan, şanına yaraşır bir vakurla karşılamayı ve tadını varmayı önermiştim. Benden önce benzer bir öneride bulunmuş olma ihtimaline karşı Beşir Fuat’a daha yakından bakmak istedim. Bu arada “tadına varmak” veya “ölümü tatmak” ifadesi bana ait değil, başka dillere de geçmiş enfes bir Kuran ifadesi: “Her nefis ölümü tadacaktır.”
Beşir Fuat neredeyse bir buçuk asır önce intihar etmişti, ben ise 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, mukadder fakat talihli bir ölümü tasvir ediyordum. Ölüme karşı böylesi bir hoşgörü, arkadaşlarımı endişelendirmiş olabilir; intihar düşüncesinin bu metne eşlik edip etmediğini merak etmiş olabilirler fakat etmiyordu.
Bugün bilimsel araştırmalar, ölüm anında yaşanan bir dizi zincirleme reaksiyonu tasvir edebiliyorlar. Nörolojik ve zihinsel olarak neyin yaşanacağını öğrenmek için intihar etmemize gerek yok. Fakat kişisel tecrübe ile tarifler aynı hissi vermezler. Benimki ölüm deneyimini maksimize etme arzusudur, deneysel ölüm değil.
Talihsiz Beşir Fuat, ölüm sürecinde neler yaşandığını anlatacak bilimsel gelişmeye yetişemediğinden bizzat onu deney olarak yaşamak istemiş gibi, ölümü test ediyormuş gibi görünüyor. Bu yönüyle “deneysel ölüm” teşebbüsü sayılmasını çok istiyordu. İstiyordu diyorum çünkü Beşir Fuat, ölümle sonuçlanmış olsa da kusurlu deneysel düzenek ve tespit edebildiğim birkaç diğer nedenden ötürü deneysel ölüm konusunda kesinlikle başarısız olmuştu.
Bu arada bu ağdaki arkadaşlarımdan bazıları “deneysel ölüm” ile “ölüm deneyimi” arasındaki farkı da Beşir Fuat’ın meşhur intiharını da duymamış olabilirler. Ölüm deneyimini herkes er ya da geç yaşayacaktır. Gerçi “ölümü yaşamak” dilbilimsel çelişkiye yol açtığından imkansız görülebilir zira, ölüm korkusuyla başa çıkmaya çalışan filozof Epiküros’un “Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok” dediği gibi, yaşam ve ölüm birlikte bulunmayan eşlenik iki parametredir. Eşlenik parametreler, bir kağıdın ön ve arka yüzü gibidir, birini gördüğünde diğerini göremezsin. Ölümü gördüğünde yaşama elvada edersin, bu güzelim macera son bulmuş olur. Benim metnim, yaşamdan ölüme geçiş anınını genişletebilme imkanı üzerineydi, ölüm korkusunu yenmekle ilgili değildi.
Başkasının ölümüne çok kez tanıklık ettim. Her seferinde insanların birden bire, aniden ölmediklerini gördüm. Ölen birinin son anlarına tanıklık etmek, karadeliğe düşen birini dışarıdan seyretmeye benziyor; geriye bedenin üç boyutlu donmuş görüntüsü kalıyor. Sadece son anlara dikkat kesilmek, bilincin bedenden çekildiğinde başka bir boyuta doğru seyrine devam edip etmediğini anlamaya yetmiyor. Son anlarında mevtanın bedeninde gözlenen birtakım mod değişimleri ve kıpırdamalar ise içte olup biteni gösterme kudretine sahip değil. Bu anlarda bilinç, duyusal uyarıcılardan ziyade kendine odaklanıyor gibi. Herkesin sadece kendi ölümünde yaşayacağını iddia ettiğim biriciklik, işte bu öz bilinç deneyiminde saklı. Ölüm deneyimin bir yüzü bu. Diğer yüzü ise mevtanın geçmişiyle ilgili: İnsanları ölüme götüren görece uzun bir sürecin yaşandığını fark ettim. Sadece kanser veya organ yetmezliğinde değil, ani gelişen trafik kazasında bile ölüme götüren bir dizi yanlış alışkanlık ya da istatistiki grafik, ölüm sürecini yıllar önce başlatmış olabilir. Hatta bu son an, giyotinle kafası gövdesinden ayrılan kimyager Lavoisier’inki kadar hızlı olsa bile, bir süreçte gerçekleştiğini varsayma eğilimindeyim. Bu varsayım yüzünden ölümün yavaşlatılmış bir “slow motion” görüntüsünü izlemeyi önerebildim.
Burada büyük kimyager Lavoisier’e bir paragraf ayırmama müsade edin. O, kafa gövdeden ayrıldığında bile bilincin bir müddet daha beyinde işlevine devam edebileceğine inanıyordu. Bu bilimsel inancını test etmek için, 1794’teki politik idamını bir fırsat olarak görmüştü. Beşir Fuat’ın yüz yıl sonraki hazırlıksız acemi tutumundan tümüyle farklı bir konsept söz konusu. Hipotezi hazırdı, genç asistanlarından birine, hangi durumda yanlışlanacağını da söylemişti. Giyotin kafamı bedenimden ayırırken gözlerimi dikkatle takip et. Eğer sepete düştükten sonra iki kere göz kırparsam beyin hala düşünmeye devam ediyor demektir demişti. Deneysel ölüm değildi fakat ölümü bir deneye dönüştürmüştü.
Deneysel ölümün iyi düzenlenmiş çeşitli örnekleri, soğuk savaş döneminde ve sonrasında Ruslar, Amerikalılar ve Almanlar tarafından yoksullar, engelliler, göçmenler, askerler, hastalar üzerinde yapılmıştı. Bu testler, onulmaz etkileri yüzünden hala bilim etiği açısından tartışılmaktadır.
Beşir Fuat, kendisinin söylediğine göre ölümünü bir tür deney olarak yaşamak istemişti. Bilim camiasına ölüm anında neler yaşandığını anlatmayı umuyordu. Hipotezi yoktu, sadece kişisel deneyimini tasvir etmeyi umuyordu. “Arzu ettim ki bir insanın ölürken neler duyup hissettiğini bildirmek suretiyle insanlığa bir faydam dokunsun” diye yazmıştı. Odasına geçmiş, ölümle sonuçlanmasını umduğunu zincirleme reaksiyonu, eroin içtikten sonra bileklerini keserek başlatmış, eline kalem defter almış, bu süreci olabildiğince genişletip neler hissettiğini yazmaya çalışmıştı. Fakat çok geçmeden kay kaybı yüzünden baygınlık geçirmiş, ölümü yazacak fırsattan yoksun kalmıştı. En kayda değer ifadesi “Ne tatlı bir ölüm” olmuştu. Onunki bir anlığına ölümden dönenlerin yaşadıkları ve “yakın ölüm deneyimi” denilen tecrübe de değildi. Uyuşturucu almasaydı belki son anlarını yazmayı daha da uzatabilirdi.
Beşir Fuat, anladığım kadarıyla psikolojik faktörlerin etkisinde intihar etmişti. Bilime katkı yapma düşüncesi, intiharına eklenmiş bir meşruiyet kaygısıydı. Bence kaçınılmaz intiharına son anda yapacağı ekle, onu bir tür deneysel ölüm ritüeline dönüştürmeyi denemişti. Böylece unutulmazlar listesinde yer edinebilecekti. Beşir Fuat, Atatürk’ün doğumundan 6 yıl sonra, Cahit Sıtkı Yarı Ömründe yani 35 yaşında intihar etmiş bir Tanzimat aydındı. Diğerleri gibi o da iyi derecede Fransızca biliyordu, Batı’daki bilimsel ve felsefi gelişmeleri Fransızca’dan takip ediyordu. Hızlı bir yaşam sürdü. Erken yaşta halayıkı/cariyesi ile evlendi, bir çocukla boşandıktan sonra bir paşa kızıyla tekrar evlendi. Mutlu olamadığı gibi bir de evlat acısı yaşadı. Ömrünün son iki yılında intiharı düşünüyordu. Zihinsel hastalıkların genetik etkisini keşfetmişti. Şizofreniden mustarip annesine bakıp eninde sonunda onu da ele geçireceğinden korkuyordu.
Beşir Fuat aslında birçok şeydi; gazeteci, filozof, deneme yazarı, fikir adamı, biyografi yazarı, eleştirmen, çevirmen vs. Tanınan biriydi, mesela Ceride-i Havadis’in baş muhabiriydi. Sokrates’ın idamı gibi, kayda alınmış iradi ölümü ve intiharı yüzünden liyakatından fazla prestij ve gereğinden fazla üne kavuşmuştu. Adam ölmüş gitmiş, “Mekanı cennet olsun, Allah taksiratını affetsin!” diyemiyorum zira Beşir Fuat, tanrı ve öbür dünya inancını terk etmişti. Etkilendiği Voltaire ve Montaigne gibi Fransız natüralistleri aşabilse, psikolojik krizleri ve onlara eşlik eden inanç krizini başarıyla atlatabilseydi, kişisel yaşamına bir istikrara ulaşabilseydi intiharı düşünmeyebilirdi.
Türk toplumu, Beşir Fuat’ı hiç bir zaman hayırla yad etmemiş, fikirlerini entelektüel bir ilgiyle inceleme gereği duymamıştır; mezarı bile bilinmez bugün. Üzerine yazılmış taltif ve taziye nevinden yazılar dışında kültür tarihinde kendisine önemli bir yer vermemiştir. Ancak intihar, bir entelektüelin itibarını zedelememelidir. Bugün fikirlerine itibar ettiğimiz birçok enteleküel vardır intihar eden. Örneğin Empedokles, Durkheim, Deleuze, Benjamin, Bourdieu, Everett, Zweig, Ehrenfest… Modern matematiğin babaları Minkovski, Cantor, Gödel ve Turing… Tüm bunlar ve onlarcası yaşadıkları ağır depresyon sonucu intihar ettiler. Tek farkla: Beşir Fuat gibi bunu bir deneysel ölüme dönüştürmeyi düşünmediler. Bu yönüyle farklı bir entelektüeldi.
Beşir Fuat, kimin iç sesi gibidir bilmiyorun fakat içimde ona dair saf bir üzüntü duyuyor, arayışını kutsuyorum. Umarım umduğunu bulmuştur.
3 yorum
Sayın Işıklı
Güzel yazmışsınız. elinize sağlık.
Bilim adamları “ölüme yakın deneyleri modelleyen ” bilimsel çalışmalar yapıyor.
ilginizi çeker diye yolluyorum.
https://www.frontiersin.org/journals/psychology/articles/10.3389/fpsyg.2018.01424/full?curator=LongformREDEF
Saygılarımla
Bülent Demirbek
Verdiğiniz yazı, içeriği bakımından bazı unsurların Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında suç teşkil edebileceğini düşünüyorum.
1. İntihara Teşvik (TCK Madde 84):
– Yazınızda, ölüm ve intihar üzerine felsefi bir tartışma var. Ancak, bir kişiyi doğrudan intihara teşvik eden ifadeler yer almamış. Buna karşın, intiharın bir deneysel süreç olarak ele alınması ve detaylandırılması dikkat çekebilir. TCK Madde 84, intihara teşvik veya yönlendirme konusunda sıkı düzenlemeler getirmiştir. Yazıda, intiharın “deneysel” ya da “bilimsel” bir çerçevede ele alınması, özellikle bu tür konulara eğilimli kişiler üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir. Eğer yazıda intiharı cesaretlendirmek (tatlı ölüm) , meşru gösteren, veya güzelleyen ifadeler ağır basarsa, bu maddeye aykırı bulunabilir.
2. Dini Değerlere Hakaret (TCK Madde 216/3):
– Yazıda, Beşir Fuat’ın tanrı ve ahiret inancını terk ettiğine dair ifadeler yer alıyor. Bu kısım, doğrudan dini değerlere hakaret teşkil etmese de, dine inanmayan ya da inancını terk eden bir kişinin yaşam tarzını olumlu bir şekilde sunmak veya yüceltmek, bazı okuyucular tarafından dini değerlere saldırı olarak yorumlanabilir. Ancak, bu tarz kişisel fikir beyanları doğrudan bir hakaret ya da aşağılama içermediği sürece, hukuki açıdan problem teşkil etmeyebilir.
3. Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama (TCK Madde 216/1):
– Bu madde, toplumu oluşturan farklı kesimlerin birbirine karşı kin ve düşmanlık beslemesine neden olacak söylemleri cezalandırır. Yazı, entelektüel bir tartışma düzeyinde kalmakta ve belirli bir grup ya da kesimi hedef alarak onları aşağılayan, kin ve nefret uyandıran ifadeler içermemektedir. Ancak, ölüm, intihar ve inanç konularında aşırıya kaçan ifadeler toplumda bölünme ya da olumsuz algılar yaratabilecek nitelikte olsaydı bu madde kapsamında değerlendirilebilirdi.
Sonuç:
– İntihara teşvik konusundaki maddeler en riskli olanıdır. Yazının tonuna ve içeriğine dikkat edilerek, intihar gibi hassas bir konuda çok daha temkinli olunması gerekir.
– **Dini değerlere hakaret** içermediği için bu açıdan bir suç unsuru taşımaz.
– Halkı kin ve düşmanlığa tahrik konusunda da bir suç unsuru barındırmıyor gibi görünmektedir.
Ancak, yazının bağlamı ve içeriği önemli olduğundan, bu tür tartışmalı konular hukuki açıdan riskli olabilir.
Hukuki açıdan bir sorun görmüyorum, siz de görmemişsiniz. Hukuki yorumlarınız için teşekkürler Mesut bey.