Ağır ve hazin sonuçları olan büyük bir felaket yaşadık. Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler on ilimizde büyük yıkıma ve binlerce can kaybına yol açtı. Ulus olarak dayanışmanın örneğini verdiğimiz bu büyük felaket çok daha az bir yıkımla ve can kaybı olmadan ya da çok az can kaybıyla atlatılabilirdi. Biliyoruz ki büyük depremlerin gerçekleştiği Japonya gibi ülkeler, deprem dirençli yapılar sayesinde kendilerini felaketlerden koruyabilmektedir. Peki biz niçin başaramıyoruz? Bu sorunun yanıtı, modern dönüşümü tamamlayamamış olmamız gerçeğinde yatmaktadır.
İleri teknoloji ülkelerinin bugün yeni bir modern evreye geçtikleri, doğadan kaynaklı yıkıcı tehlikelerden söz edilmesinin pek olası olmadığı bir aşamada oldukları söylenebilir. Onların doğa karşısında savaşı önemli ölçüde kazandıkları ve doğadan gelebilecek tehlikelerden daha çok ileri düzey teknolojiden kaynaklı riskle baş etmek meselesine sahip oldukları söylenebilir. Ancak, bizim gibi modern toplum olma yolundaki bazı temelleri karşılamada yetersiz kalan ülkelerde doğadan kaynaklanan yıkıcı tehlikeler hâlâ en önemli meseleyi oluşturmaktadır. Doğa ile mücadelede rasyonellik ve bilimsellik modernliğin esasını işaret etmektedir. Rasyonel inşalar ve bilime olan bağlılık bu konudaki merkezi olgudur.
Demek ki depreme dirençli binalar inşa etmek, modernliğin esaslarından olan rasyonelliğe ve bilimsel bilginin yaşamsal önemine sadakati gerektirmektedir. Bizde bu sadakatin ağırlıklı olarak bulunmadığını söylemek durumundayız. Modern dönüşümünü tamamlayamamış ülkelere özgü bir irrasyonellikten ve bilim-dışılıktan söz etmemiz mümkün görünmektedir. Bu durum elbette modern dönüşümünü tamamlayamamış ülkelerde yeterli bilimsel çalışmanın yapılmadığını, bilimin gelişmediğini göstermez. Muhakkak bilimsel çalışma ve bilimsel gelişme bu ülkelerde de önemli bir düzeydedir. Ancak, buradaki kritik önem taşıyan husus odur ki bilime geniş anlamda sadakat duyulmamaktadır.
Demek ki irrasyonel tutumların ve bilim-dışılığın temelinde yatan neden; bilimsel bilginin üretilmesindeki eksiklik veya bilimsel çalışmalardaki yetersizlik değildir. Temel neden; rasyonelliğin ve bilimselliğin yerleşiklik kazanmamasında gizlidir. İnşaat Mühendisliği Fakültesini başarıyla bitiren bir mühendisin deprem mevzuatına uygun bir bina inşa edilip edilmediği huşundaki bilirkişiliği, sadece aldığı unvanına dayanmamaktadır. Bilimsel ve rasyonel davranışı içselleştirmesine de dayanmaktadır. Dolayısıyla, modern toplumun işlemesinde, kurumsal ve kişisel işlevlerin yerine getirilmesinde rasyonel ve bilimsel bilginin önemini içselleştirmiş uzmanlara, deneticilere, hukukçulara, bürokratlara ve siyasetçilere ihtiyaç bulunmaktadır. Bizim bu hususta modern bir toplumu henüz kuramadığımız aşikâr.
Demek ki modernliğin esasları arasında önemli yer tutan rasyonellik ve bilimsellik aynı zamanda ahlaklılığı ve hukukiliği gereksinmektedir. Daha doğru bir ifadeyle, rasyonel ve bilimsel bilgi özü itibarıyla ahlaki ve hukuki olanı içermektedir. Eğer bilimle, uzmanlıkla, bilirkişilikle, denetleyicilikle iştigal eden bir meslek sahibinin faaliyetinde bilimdışı bir davranışı, tutumu söz konusu olursa, bunun yaptırımı ağırdır. Modern toplum ağırlıklı olarak bilimsel bilgiye ve bilirkişiliğe dayanmaktadır ve bu hususta bilim kurumuna ve bilirkişiliğe, uzmanlığa toplumsal bir güven söz konusudur. Bu nedenle modern toplumda sözü edilen mevkileri işgal edenlerin her şeyden önce rasyonelliğe ve bilimselliğe dayanmak dışında bir dayanakları olamaz. Toplumsal güveni sarsacak bir davranıştan sakınmak zorunluluğu ise ahlaklılığı ve hukukiliği gerektirmektedir.
Konumuz açısından deprem meselesine odaklandığımızda, müteahhitlerin, onay veren mühendislerin, denetleyicilerin, bürokratların, siyasetçilerin ve bütün sorumluların ağır yaptırımları gerektiren/içeren bir pozisyonda çalıştıklarının bilincinde olmaları şartı, onların rasyonel, bilimsel, ahlaklı ve hukuka uygun davranmalarını sağlamada esaslı role sahiptir. Demek ki bu noktada hukuk kurumunun modern toplumun işleyişindeki merkezi önemi kendisini göstermektedir. Savcıların reysen hareket edebilme, soruşturma açabilme, sorumluların üstüne kamu adına sonuna kadar gidebilme yetkileri ve özgürlükleri modern toplum için vazgeçilmez işleve sahiptir.
Sonuç olarak, yaşadığımız büyük felaketin ağır ve hazin sonuçlarından sakınmak mümkün olabilirdi. Bunun mümkün olabilmesi ise modern toplumun yerleşmesiyle ancak gerçekleşebilir. Modern dönüşümünü tamamlayamamış bizim gibi toplumlarda irrasyonellik ve bilimdışılık iki merkezi arıza olarak işbaşındadır. Hukuka riayet etmeyen bir tür kapitalizmin ve modern-dışılaşmanın ülkemizi kuşattığını ve büyük felaketten sorumlu olduğunu söylemek zorundayız. Üstel değişim hızının gidişatı belirlediği ve doğadan kaynaklı tehlikelerden ziyade bizzat bilimsel ve teknolojik gelişmelerden kaynaklı riskin gündemlerinde olduğu ileri teknoloji ülkeleri depremden kaynaklanabilecek yıkımları ve can kayıplarını minimize etmişken, bizim büyük yıkımlar yaşamamız ve binlerce canımızı kaybetmemiz çok acıdır ve düşündürücü olmalıdır.
İnsan ve yurt sevgisine sahip ulusumuzun gösterdiği seferberlik ve yardımlaşma takdire şayandır; ulusumuz örneğine az rastlanabilecek bir dayanışma sergilemektedir. Bu hususta gurur duyulacak ve takdir edilecek ulusumuzun ağır ve hazin sonuçları bir daha yaşamaması için ülkemizin modern dönüşümünü tamamlaması yönündeki adımların atılması zaruri ve acil ihtiyaçtır. İrrasyonel ve bilimdışı keyfiyetlerin değil, rasyonel tutumun ve bilimsel bilginin yerleşiklik kazandığı modern toplum olma yönündeki esaslı adımların atılması ivedidir. Son söz olarak; ulusumuzun başı sağ olsun ve dileriz ki ağır ve hazin sonuçlardan sorumlu olanların hesabı hukuki ve idari olarak sorulsun.