Gerçi günümüzde, hastane yöneticisi, CEO, genel sekreter ve bunun gibi bazıisimlerle anılmaktalarsa da, burada alışılagelmişolduğu üzere, hastane yönetimiyle şu ya da bu şekilde görevli olan veya kendini mesul ve yetkili hissedenler ile ilgili olarak “başhekim”tabirini kullanmayıtercih ediyorum.
Şüphesiz hastaya en iyi şekilde koruyucu hekimlik ve tedavi hizmetinin sunulması, biz hekimlerin asli görevidir. Bu hususta hiçbir kanuni zorlama da, hekimliğin vicdani kanunlarının önüne geçemez ve geçmemelidir. Modern tıbbın ışığında, vicdani ve özgür kararlarımızın doğrultusunda hareket etmek en tabii hakkımızdır.
Hâl böyle iken, başhekimlik ya da muadili göreve tayin edilen hekim meslektaşlarımızdan (gerçi, bu görevlere mantığınıhâlâçözemediğim bir şekilde, hekim olmayanlar da atanıyormuşya…) bir türlü“KENDİOLABİLME”erdemine sahip olmayıbir şekilde beceremeyen bazılarının, sağlık kurumlarında kraldan çok daha kralcırolüne bürünerek, “Ali Kıran BaşKesen”havasına girerek, meslektaşlarımıza eziyet, cefa ve tahakküm etmekten ileri derecede sadist ve malign bir haz aldıklarıhaberlerini duymaktayız.
Yukarıya hoşgörünmek, siyasi istikbalini parlatabilmek ve koltuğunu kaybetmemek uğruna, üstündekilere (âmirlerine) ceketinin üçdüğmesini on üçkez ilikleyerek temenna ve ihtiramlarınıarz ederken(!), gerek ettiği yemine ve gerekse uymasışart olan deontolojik kurallarıyok sayarak, mahiyetindeki meslektaşlarına kan kusturmaktadırlar.
“Aman beni kimse şikâyet etmesin.”korkusu ile kurum içerisindeki en ufak bir hadiseyi, sözüm ona ciddiye alarak, abartıp, “incelemedir, soruşturmadır, yok tahkikattır”sopasınıgöstererek terör estirmekte ve hekimlerin enselerinde boza pişirmektedirler. Daha düne kadar, “Abla, Ağabey, Hocam”diye hitap ettiği büyüklerini veya mesleki kıdemlilerini dahi, sekreteri vasıtasıile odasına çağırtıp, kapısında saatlerce bekleterek huzuruna(!) almakta ve utanmadan pervasızca hakaret edebilmektedir. Bu nedenle mesleklerini, nefret duyarak terk eden ve hatta bütün bunlarıgururuna yedirmeyip intiharıseçen hekimlerin olduğunu basın organlarından esefle öğrenmekteyiz.
Çok basit ve sık karşılaşılan bir örnek verecek olursak, “Acil departmanına kim gelirse gelsin, ister acil olsun ister olmasın, mutlaka gereği yapılmalıdır.”şeklinde, ne akla ne tıbba, ne de iz’ana sığmayan emirlerle, hem kader kurbanı(!) acil hekimlerini hem acil departmanınıve hem de hakikatte acil bir hastalığıve acil müdahaleyi gerektirecek bir problemi olan hastalarımağdur etmekte, kaosun içine itmekte ve sıkıntıya sokmaktadırlar.
Lüzumsuz ambulans talepleri, art niyetli kişilerin ve hekim düşmanısapıkların sapkınlıklarınıciddiye alma ve cezasız bırakma alışkanlığıdevam ettiği müddetçe, bu “Acil Kamburu”ve “Hekime Şiddet Uygulama Modası(!)”hep sırtımızda bir ucube ve ayağımızda cerahat yapmışbir diken olarak kalacaktır.
Yeri gelmişken, lüzumsuz ambulans taleplerinin zapt’ırabt altına almanın yolunun, Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği acil hastalıklar dışında, herhangi bir sebeple ambulans taleplerinin ve her türlügiderlerinin hastaya fatura edilmesi ve hiçbir şekilde karşılanmamasıkuralınıgetirmekten geçtiğini de ifade etmek isterim.
“Acilin avantajlarınıkullanmak”suretiyle şark kurnazlığınıgöstererek(!), akşam dükkânını(!) kapatıp, sallana sallana bazen de ambulans talep ederek, yirmi yıldan beri muzdarip olduğu bel ağrısıiçin acile müracaat edip, ortalığıbirbirine katan ve bu densizin densizliğini ve edepsizliğini, emir, tavır ve davranışlarıile besleyen ve hatta teşvik eden bazı“başhekim”diyemeyeceğim amma, bir kısım yönetici(!) pozisyonundakilerin bizatihi, kendilerinin acile müracaatlarının gerektiği kanaatindeyim(!).
Ne dersiniz, ârûz ile yazılmışbir rubâîpaylaşalım mı?
BEN DEĞİL
(Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün)
Âh eden bülbül değil hiçGül değil Gülşen değil.
Ben miyim bilmem ki Sen, Şems’u Kamer rûşen değil.
Her güzellik Sen’de bulmuşkendini, mağrûr, lâtîf,
Ben’de ben “BEN”görmedim, her gördüğüm “SEN”, Ben değil.