Kanser tüm hastalıklar arasında psikososyal yönden rahatsız edici etkisini birincilikle sürdüren, en korkutucu hastalıktır. Kanserin ölümle özdeşleştirilerek yorumlanması toplumumuzda yaygın bir anlayıştır. İnsanlardaki kanser korkusunun derecesi, değişik ülkelerin kültürlerine, ölüme verdikleri anlama ve yapılan yorumlara göre değişir. Biyolojik ölümden sonra hayatın devam edeceğine inanan insanlarla, hayatın biyolojik ölümle sona ereceğine inanan insanlar arasında da kanser korkusu farklıdır.
Genellikle hastanın hastalığının kanser olduğunu hastaya söylemek veya söylememek ekonomik ve kültürel gelişmişlik sürecine göre değişmektedir. Teknolojik yönden gelişmiş ülkelerde, kanserli hastaya hastalığını söylemek daha uygun görülmektedir. Bizim toplumumuzda da bir çok konuda olduğu gibi kanserin sosyal boyutunda da çelişkili süreçler yaşanmaya devam etmektedir.
En gelişmiş üniversite kliniklerinde bile, hastaya hastalığının kanser olduğu söylenemezken, televizyondaki tartışmalarda (!) kanseri tedavi eden (!) belirli bir grubu temsil ettiğini söyleyebilen otoriteler (!) kanserli hastalarla iç içe yaşadığını gösterebilmektedir.
İnsanımız, halk arasında “Bitkisel ilaçlar” diye nitelenen bitkileri, şifa diye dağıtan çevrelerle, “Ben kanserim beni tedavi et” diyerek açıklıkla diyalog kurabilmektedir. Yapılan işin yarar ve zararı bir yana, bilim çevrelerinin hastadan hastalığın adını gizlediği bir toplumda, bilim adamlarına, bu ısırgan otunu araştırın diye haykıran otoritelerin (!) hastalara, “Yarin gel senin de kanserini tedavi edeyim” diyebilmektedir.
Bilim, bir anlamda çelişkileri çözme sürecidir. Bu ısırgan otunu “Niçin araştırmıyor sunuz?” diye soran otoriteye (!), muhatap olan bilim adamı tarafından “Zaten araştırılıyor” şeklinde cevap veriliyorsa ve bu süreç “Zakkum olayı”ndan beri devam ediyorsa bu tartışmalar (!) toplumda bilimselliği dışlayan bir atmosferde, yeni çelişkiler yumağı oluşturacaktır.
Tartışma bilimsel sürecin temel dinamiğidir. Tartışma, bir konuda temel kavramlarıyla bilgi birikimine sahip olan iki insan arasında geçen bir diyalog olursa bilimsel süreci işletebilir. Bilim adamı bilim adamıyla “Hipotezi” belirlenmiş bir konuda tartışmalıdır. Kansere şifa dağıttığını söyleyen vatandaşta aynı iddiada olan başka bir vatandaşla tartışmalıdır. Örneklendirirsek mide kanserini mide kanseriyle mücadele eden bilim adamları kendi aralarında tartışmalı, ısırgan otunun yararını, bunun şifa olduğuna inanan kişiler de kendi aralarında tartışmalıdır. Her iki tartışmanın da çelişkilerin çözülmesine yardımcı olacağı görülecektir.
Biyolojik bilimlerle ilgilenen bilim adamı, bitkilerin şifa olduğuna inanan bir vatandaşı eğitme sorumluluğunu taşımalıdır. Tartışma yerine seminer ve konferanslarla bilgi aktarmalıdır.
Bu tür çalışmalarda “Hastalar” ve “Şifa dağıtıcılar” bilgilendirilirken, bu tür bitkilerin ilaç haline gelmesi için 4 aşamadan geçmeleri gerektiği anlatılmalıdır.
Herhangi bir bitkinin ilaç olma sürecine girebilmesi için:
1. Zehirleme özelliği saptanmalıdır. Güvenilir doz ayarlanmaları yapılmalıdır.
2. Bir kanser hastalığı grubunda ilacın kansere karşı etkinliği gösterilmelidir.
3. Kanserde kullanılan geçerli bir tedavi ile kıyaslanmalıdır.
4. Yardımcı tedavi olarak etkinliği gösterilmeli ve uzun süreli zehirleme (toksik) etkisi belirlenmelidir.
Bir televizyon kanalında ısırgan otunun kanserdeki etkisini “ŞOV”layan bir programı izledikten sonra bunları düşündüm.
Düşündüm de ne oldu?
Bu çağda bile kanser biyolojisini izleyebileceğimiz bir laboratuarımız yoksa neyi, nasıl, ne zaman araştıracağız?
Halk sorusunda haklı: Niçin araştırmıyorsunuz?
Güzel günler yakındır:
HALK BİLİM İSTİYOR.