Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
Yüce Allah, tüm kutsal metinleri ve son olarak Kur’ân-ı Kerim’i, insanların toplumsal uzlaşı ve barışı için göndermiştir. Kur’ân kısalarında ve insanlık tarihi ile ilgili belgelerde bunun çeşitli örneklerini okumaktayız. Kur’ân’da, Sebe Kraliçesi Belkıs hakkındaki kıssada bunun güzel bir örneği anlatılmaktadır. Hz. Süleyman’ın (a.s.) mektubu Kraliçe’ye geldiği zaman, o, halkın ileri gelenlerini toplamış ve aralarında şu konuşma geçmiştir: “Kraliçe, ‘Ey ileri gelenler! Bu konuda bana görüş bildirin. Çünkü ben, siz yanımda olmadıkça, hiçbir işe kesin olarak karar vermem’ demişti. Onlar, ‘Biz, güçlü kimseleriz ve çok zorlu savaşçılarız. Yine de söz senindir. Kararını sen ver’ demişler. Bunun üzerine Kraliçe, şöyle devam etmiştir: ‘Muhakkak ki hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orayı ifsat edip harap ederler. Oranın halkının şerefli olanlarını zelil ve perişan ederler. İşte onlar, böyle davranırlar! Ben ise, onlara hediye ile bir heyet göndereceğim ve elçilerin ne gibi bir haber ile döneceklerini bekleyeceğim’ demişti.” (Nemı 27/32-35).
Müslüman olmayan bu kadının anlattıkları, çok çeşitli sosyolojik mesajları vermekte, hikmetleri ortaya koymaktadır. Süleyman Ateş, Sebe’ kraliçesi ile ilgili bu ayetleri yorumlarken, onun hakkında şöyle bir yorumda bulunmuştur: “O, Sebe kavminin başında bulunan bir kraliçedir, yani o bir kadındır. Ayetlerin söz geliminden, bu kraliçenin, zeki olduğu, toplumu iyi yönettiği, fevrî davranışlarla insanları felâketlere atmadığı anlaşılmaktadır.” (Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul tsz., VI, 399).
Bunun gibi Kur’ân’ın pek çok ayetinde, değişik üsluplarla da olsa, tüm insanların barışı, huzuru, saadeti, mutluluğu ve hidayeti hedeflenmektedir. Tüm âlemlerin Rabbi olan Allah, bu gaye ile peygamberler göndermiş ve kutsal kitaplar indirmiştir. Tüm peygamberlerin ve tüm kutsal metinlerin ortak hedefi, ayırım gözetmeden bütün insanların malını, canını, neslini/namusunu, inancını ve aklını/fikir ve düşüncesini korumaktır. (Ebu İshak İbrahim b. Musa eş-Şatıbi, el-Muvafakât fî Usûli’ş-Şeria, Mısır 1975, II, 8 vd; Seyfuddin el-Amidî, el-İhkâm fî Usuli’l-Ahkâm, Mısır, 1967, III, 252). Ayrıca çeşitli ayet ve hadislerde dile getirildiği gibi Müslüman geçinen her kişinin, genel olarak kendi malına, canına, namusuna, dinine, diline, temsiliyetine, fikir ve düşüncesine, kültürüne, kısacası maddi ve manevi tüm değerlerine tanınmasını istediği hak ve hukuku, eşit düzeyde tüm insanlara tanıması gerekmektedir. Bunun ötesi, İslamsızlıktır. Çünkü ancak bu şartlarda toplumsal uzlaşı ve barış sağlanabilmektedir. Bir toplumda ötekileştirildiğini hisseden bireyler var oldukça, o toplumda barış ve güven sağlanamaz. Kur’ân’ın hedefi ise, barış ve güveni sağlamaktır.
Batı âleminde topluma yön vermiş felsefecilerin de söylemek istedikleri en önemli şey, bir insanın dünyada yapabileceği en önemli çalışmanın, nasıl iyi bir hayat yaşayacağını anlamasıdır. (John Morris Roberts, Kısa Dünya Tarihi, trc. Mehmed Tanju Akad, İnkilap Kitabevi, İstanbul 2014, s. 129). Batı felsefecilerine göre adalet, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramanın ortası olan en önemli ahlaktır. (Aristotales, Nikomakhos’a Etik, trc. Saffet Babür, Ayraç Yayınevi, Ankara 1998, s. 88). Adalet erdeminin/ahlakının toplumsal anlamı, toplumda herkesin kendi işini yapması, başkasının malını yememesi ve kendi malından olmamasıdır. (Platon, Devlet, trc. Salahattin Eyyüboğlu ve M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992, s. 123).
Batılılar benimsedikleri felsefeye göre hareket ederek siyasetlerini toplumsal uzlaşı ve barışa yönelik bir çizgiye oturtmuşlar. Maalesef Müslümanlar siyasetlerini Kur’ân ve sünnetin hedeflediği toplumsal uzlaşı ve barış çizgisine oturtmada onlar kadar başarılı olamamışlardır. Çünkü başlangıcından bu yana İslâm âleminde fikir ve düşünce özgürlüğü sağlanamamıştır. Evet, fikir ve düşünceyi yasaklamak, insanlığı katletmektir. Amerikalı İslam bilgini Nabia Abbott’un (1897-1981) dediği gibi, “İslam âleminin en büyük problemi, rahat, endişesiz bir fikir ve düşünce ortamının olmamasıdır”. Rahmetli Prof. Dr. M. Fuat Sezgin’in (ö. 1439/2018) dediği gibi, “Müslümanların problemi, dışarıdan değil, İslam’dan değil, kendilerinden kaynaklanmaktadır”. (M. Fuat Sezgin, İslâm Bilimler Tarihi Üzerine Konferanslar, s. 11; a.mlf. Bilim Tarihi Sohbetleri, s. 43 vd.; a.mlf. Yitik Hazinenin Kâşifi Fuat Sezgin, s. 112, 133). Çünkü Müslümanların, her şeyden önce kendi aralarında farklı fikir ve düşüncelere saygılı olmaları gerekmektedir. Din ve bilimin gereği budur. Ancak İslâm âlemindeki siyaset, kişi veya kişilerin egemenliklerinin devamı için buna elvermemektedir.
Aliya İzzetbegoviç, “Tek olan Allah’tan başka ilah yoktur. Seçilmiş halk, seçilmiş ırk veya sınıf yoktur, bütün insanlar eşittir” (Aliya İzzetbegoviç, İslâm Deklarasyonu, Fide Yayınları, trc. Rahman Âdemi, İstanbul 2014, s. 53) diyerek gerçek İslâm’ın özünü ortaya koymuş ve bu günkü İslâm âleminin özellikle siyasetinin İslâmın benliğinden ne derece uzaklaşmış bulunduğuna işaret etmiştir. Muhammed Abduh’un (ö. 1323/1905), “Arap âleminde İslamsız Müslümanlar gördüm, Avrupa da Müslümansız İslâm’ı gördüm” ifadesi de bu açıdan çok şeyi ifade etmektedir. Mehmet Akif Ersoy’un (ö. 1355/1936), Almanya dönüşünde, “Almanya’yı nasıl buldunuz?” sorusuna, “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” şeklindeki cevabı da, İslam âlemindeki siyasetin içyüzünü yansıtmaktadır. (Abdullah Metin, Oksidentalizm İki Doğu İki Batı, Açılım Kitap, İstanbul 2013, s. 87).
Kur’ân, hiçbir zaman gerçek bilime muhalif bir hükmü ileri sürmemekte ve tam tersine daima bilimsel çalışmalarda bulunmayı emretmektedir. Bilim ilerledikçe, Kur’ân’a yaklaşmaktadır. İslâm âleminde siyaset, başlangıcından bu yana bilime ve özellikle Kur’ân ilkelerine uygun bir şekilde gelişme göstermemiş ve günümüzde de buna uygun düşecek bir örnek gösterilememektedir. Acı da olsa kabul etmek gerekir ki, daha sahabe döneminde vali tayin edilerek halkın iradesi hiçe sayılmış, egemenlik mücadelesinde birbirlerini öldürmüşlerdir. Aslında halk eğitilmeli, halkın hür iradesi ön plana çıkarılmalıdır. Halkı, seçtikleri bilgi dolu, kültürlü ve liyakat sahibi kişiler idare etmelidir. Kendi hür iradeleri ile seçtikleri idareciler tarafından değil de, kayyum ve atanmışlar tarafından idare edilen toplumlarda psikolojik problemler yaşanmakta, özgüven zayıflamakta ve şahsiyet fukaralığı yaygınlaşmaktadır. İslam âleminin bugünkü hali de temiz olmayan kirli siyasetlerinden kaynaklanmaktadır.
Gerçeklere, hakka, adalete, kısacası Kur’ân’a ve bilime dayalı temiz ve onurlu bir siyaset dileği ile.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
2 yorum
Sayın Hocamıza bu güzel yazısından dolayı teşekkür ederim. Tespitlerine aynen katılıyorum. Kur’ân’ın hedefi “İNSANI KAMİL” yetiştirmektir. İlk Ayeti de “OKU” emridir. “NAMAZ KIL” emri değildir. Kul Rabbine Soruyor; Peki Yarabbi Ne Okuyayım, Cevap; Ey Kulum Ne Okursan Oku, Ben Alemlerin Rabbi Olarak Ona karışmıyorum, Senden İstediğim “RABBININ ADIYLA OKU” dur. Kur’anın bu ilk inen ayetinde de görüldüğü gibi “BİLİM/İLİM” İslam da en önemli konudur. Fakat maalesef müslümanlar Fatih Sultan Mehmet den sonra ilme/bilme yüz çevirdiler ve boş işlerle uğraşmaya başladılar. Sonuç ortada. Covid-19 aşısını bulanlar Almanyada, İngilterede, Çinde, Rusyada, ABD de. Bizler ise kıskançlık krizinin etkisiyle birbirimizin kuyusunu kazmaya çalışıyoruz ve Elin Gayri Müsliminin Kucağına Oturmuş Tesbih Çekiyoruz….Allah Tespihimizi kabul (!!!!!!) Etsin…..
Kardeşim! Çok teşekkür ediyorum. Selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.