EGU 2024 konferansına katılımım ardından, gözlemlerimi ve düşüncelerimi paylaşmak üzere bu yazıyı kaleme aldım. Geçtiğimiz günlerde, Avrupa Yer Bilimleri Birliği’nin 2024 Genel Kurulu’na katılma şansım oldu. Bu toplantı, Avusturya’nın başkenti Viyana’da, Avrupa’nın kalbinde düzenlendi ve her yıl yüzden fazla ülkeden binlerce katılımcıyı ağırlıyor. Katılımcılar burada son araştırmalarını sunuyor ve uluslararası iş birlikleri kurmaya çalışıyorlar.
Yer Bilimleri alanında birçok alt disiplini içeren bu konferansa dünyanın önde gelen üniversitelerinden birçok uzman ve yetenekli akademisyen katılıyor. Katılımcılar, sunumlarını ve diğer etkinliklerini mütevazi bir şekilde gerçekleştiriyorlar. Uzak Doğu ülkesi olan Çin, Batı ülkeleri olan İngiltere, Almanya, ABD, Hollanda ve diğerleri gibi birçok yerden binlerce katılımcıyı gözlemlemek mümkün. Katılımcı sayısı neredeyse ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile doğrudan orantılı gibi görünüyor. Ancak, İslam ülkelerinden gelen katılımcılara baktığımızda ise kafamızda büyük bir soru işareti oluşuyor. İslam dünyası nerede? Bilimsel organizasyonlarda neden yer alamıyoruz?
Buradaki amacım konuyu bilimsel olarak tartışmaktan ziyade binlerce üniversitesi, akademisyeni ve iki milyardan fazla mensubu bulunan İslam dünyasının, neden küresel ölçekteki bu üst düzey konferanslarda yer almadığını sorgulamak. İslam dünyasındaki en yüksek katılımın da İran’dan olduğunu görüyoruz.
Evet, Batı ülkelerinde yaşayan ve buralara seyahat eden Müslümanlar azımsanacak sayıda değil. Ancak, bunları genellikle, marka teknoloji, giyim ve kozmetik mağazalarında, alış-verişte görmek mümkün. Batı ülkelerinde Müslüman görmek istiyorsanız bu tür mağazaları ziyaret etmeniz yeterli. Son model cep telefonları için kuyruğa giren ve haddinden pahalı giyim mağazalarında kendinden geçmiş bir şekilde alış veriş yapan kişiler arasında çoğunlukla Müslümanları görüyoruz.
Kanaatimce, burada kendimizi sorgulamamız gereken birkaç husus ortaya çıkıyor. Her ne kadar bunu dile getirmeye çekinsek de, bugün bilimsel, teknolojik ve günlük temel ihtiyaç maddelerini üreten ve bu üretimin arkasında büyük miktarlarda para kazanan ve bu suretle dünyayı yönlendiren ve şekillendiren bir Batı alemi görüyoruz. Müslümanları ise oyunda kendine biçilen rolleri yerine getiren tüketici ve figüranlar olarak görmek oldukça acı veren bir durum. Bugün dünya üzerinde sunulan mal ve hizmetleri tüketen en büyük gruplar Müslüman ülkelerinden oluşuyor. Üretime, kurgulamaya, senaryo yazmaya, yönetime geldiğimizde ise, ortada yokuz.
Oysa, Bakara suresi 30. ayette belirtildiği gibi Allah, bizi yer yüzüne halife olarak göndermişti. Her fırsatta, dünyayı ıslah ediciler olduğumuzu belirtiyoruz. Sanki Allah’tan garanti almış gibi, kendimizi cehennemden kurtulmuş ve cennete girecek tek grup olarak niteliyoruz. Ancak hayalimizdeki İslam alemi ile gerçekler bir türlü uyuşmuyor. Peygamber efendimiz (sav) bu günleri görerek, milletlerin üzerimize üşüştüğü bu zamanlarda suyun üzerindeki değersiz maddeler gibi olacağımızı haber veriyor.
Artık, yürütücü vasfını kaybeden pasif bir İslam aleminden bahsedebiliriz. Tüketen, kendine sunulan bütün mal ve hizmetleri satın alırken bunların karşılığında yeraltı ve yer üstü zenginliklerini bu ülkelere vermek zorunda kalan ve bunun paralelinde de kültürel deformasyon yaşayan, omurgasını yitirmiş, ayakta durmaya güçlük çeken, kaybolmamak için de aşırı muhafazakarlık kisvesine bürünmüş, kapalı bir İslam alemi görüyoruz.
Yazdıklarım her ne kadar bizim için acı olsa da, problemi çözmek için öncelikle onu doğru anlamamız gerekiyor. Bulunduğumuz bu durumdan biz kurtarması için Allah’tan manevi bir destek beklemek de kanaatimce tembelliğimizin bir ifşası… Necm Suresi 39. ayet ise, insan için ancak çalıştığının karşılığının olduğunu söylüyor. Bugün Batı dünyasının bulunduğu durumu tam olarak tasvip etmesek dahi, onların bu duruma çalışarak ve emek vererek geldiklerini görüyoruz. Biz ise tembelliğimizin oluşturduğu durumu, Allah’ın bizi kurtaracağı ümidi ile örtmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla, temel çıkış yolumuz; dürüst, motivasyonu yüksek ve temel hedefleri uğruna çalışan bir nesil yetiştirmekten başka bir şey değil…
İslam dünyası, pasif durumdan kurtulmak ve yön verici/halife olabilmek için çalışmak zorunda. Akademiye yön vermek için dünyadaki en iyi üniversiteleri kurmalı, en prestijli akademik çalışmaları yapmalıyız. Ekonomik anlamda Batıyı geride bırakmak için çok sağlam markalar kurmalı, boykot etmekten ziyade, bağımlılığımızı bitirmeliyiz. Siyasal anlamda bağımsızlık kazanabilmek için en başarılı girişimleri yapmalı, kendine güvenen ve prestijli bürokratları yetiştirmeliyiz. Dini ve ahlaki dejenerasyonun bitmesi için önce dünya lideri olmak için çalışmalıyız. Dünyaya başka bir şekilde hakim olmayı nasıl düşünebiliriz ki? Zira Allah bir daha Peygamber göndermeyecek ve, bunun sorumluluğu hala bizim sırtımızda…
İslam alemi olarak dünyaya küsmemizin bir anlamı yok. Aksine, dünyayı temel ulaşılması gereken bir meta olarak görmeden, daha sıkı çalışmalıyız. Zira, dünya ahiretin tarlasıdır. Dünyasını yıkan, ahiretini de yıkmış olur. Bize biçilen rolü ancak böyle reddedebilir, kendi oyunumuzu sadece bu yolla kurabiliriz.
Hepinize selam ve hürmetlerimle….
1 yorum
Şu iki sualin cevabı hala ortada. Batının bu zamana ortaya koydukları insanlık için ne kadar faydalı bir,
iki madem batı teknolojiyi insanlığı sömürmekte kullanıyor o zaman Müslümanlar niye tersine bir duruş koyamıyor (mu) koydurmuyorlar mı ?
Mesela Fransa’da akademik çalışma yapan Müslüman öğrencileri kısa zamanda mezun ediyorlar bu dikkat çekiyor sonra anlaşılıyor ki Müslüman öğrenciler herşeyi en iyi öğrenmesin(İktibas İsmet Özel den).