Kıyas, İslam hukukuna yürürlük sağlayan bireysel bir içtihattır. Bu kıyasla varılan sonuç, içtihat eden için kesindir. Hiç kuşkusuz, bu içtihadın yanlış veya doğru olma ihtimali de vardır. Zannî galip olan bu içtihat, bireysel bir yöntem olup bugün daha çok bir konuda uzman olmak demektir. Bugün bu gayret ve çabaya, bilim uzmanı, bilim doktoru, bilim doçenti veya bilim profesörü denilmektedir.
Gariptir ki bugün adeta her konuda mutlak müçtehitlerimiz vardır. Bir konuda uzmanlaşan kişiye ister doktor veya doçent, isterse profesörlük ünvanı verilsin, o konuda o bilgin müçtehittir. Yani O konunun uzmanıdır. Türkiye’mizin yetiştirdiği sahasında uzman binlerce bilim öncümüz vardır. Ancak bugün içtihat kavramı ütopik kalmış, içtihat adeta kutsallaştırılıp duygusallığa terk edilmiştir.
Örneğin kadınların şahitlik meselesinde yapılan kıyaslar, kıyası maal farıktır. Kadınların şahitliği konusundaki bu kıyas, İslam dininin mutlak emri gibi telakki edilmiştir. Desene içtihatlar nass görülmüştür. Bir çıkmaz sokağa girilmiş, İslam’ın akan nehri önüne adeta kütük koyulmuştur.
Kıyas, aralarındaki müşterek illet dolayısıyla Kitap, sünnet ve icmâ ile hükmü sabit olan bir emri, hakkında nass olmayan bir meseleye tatbik etmek olarak tanımlanır. Kıyas, nassla belirlenmiş olay ile belirlenmemiş olay arasında esaslı benzerliklerin bulunması durumunda hukukî boşlukların (esnek alanın) doldurulması için yapılan içtihatlar olduğu anlaşılmaktadır.
İlk defa İmam Şâfî, usul alanında Kur’ân ve sünneti anlamak için metodolojik yöntemler ortaya koymuştur. İmam Şâfî, ilâhî vahyin düzenlemiş olduğu benzer veya paralel durumlardan çıkarılan prensiplere müracaat ederek yeni durumlara yaklaşım ilkeleri belirlemiştir. Bu süreç, kıyas (akıl yürütme yani analoji) olarak bilinmektedir.
İmam Şâfî’nin bu tezi, daha sonra İslâm hukuk teorisinin klâsik açıklamasının temeli haline gelmiştir. Şâfî’ye göre kıyasın rüknü illet, hükmü zannîdir. Kıyas yoluyla yapılan içtihadın hükmü, kıyas yapan bilgine göre gerçektir, onun deyimi ile zahirde haktır, batınını Allah bilir. Buna göre kıyas, hukukî normun fıkıhtaki nassın alanını genişletmektir. Ancak hukukçuların karşılaştıkları olaylar nitelik veya nicelik olarak çoğu kez birbirine benzemediği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bunun esasını da olaylar arasındaki benzerlik teşkil eder, fıkıhtaki bu kıyas, mantıktaki analojiye tekabül eder ki buna eskiler “temsil” derler.
Kur’ân ve sünnetin teşrî nasslarına baktığımızda hükmün illet, sebep ve hikmetlerine işaret de görüyoruz. İslâm hukuk bilginleri, hükümlerin isim ve şekillere değil, bunların delalet ettikleri mana ve vasıflara (illetlere) olduğu hususunda genel kaide geliştirmişlerdir. Bu bağlamda İslâm hukukunda hükümler genellikle illetlere göre belirlenir. Usûl terimi olarak illet; hükmün konmasını münasip gösteren durumu genellikle ihtiva eden açık (zâhir) ve munzabit (istikrarlı) vasfa denir.
Bu bağlamda nassların ta’lil ilkesinden hareketle hüküm illeti ile vardır veya yoktur kaidesini de ortaya koymuşlardır. İslâm hukukunda mevcut hükümler, ta’lil edilip edilememe açısından, hükmün konuluş gerekçesi (illeti) akıl yoluyla kavranabilen hükümler (ma’kûlu’l-ma’nâ) ve gerekçesi (illeti) akıl yoluyla kavranamayan hükümler (taabbudî hükümler) olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
İlleti akıl yoluyla kavranabilen hükümlerin genelde değişmeye açıkken taabbudî hükümler şeklinde nitelendirilen illeti akıl yoluyla kavranamayan alanın ise ilke olarak değişmeye kapalı olduğu fikri hâkimdir. Taabbudî hükümlerin sahasını genellikle, ibâdetlerle, hadler, keffâretler, mirastaki nispetler gibi belli bir miktarla belirlenmiş hükümler teşkil etmekte olduğu söylenir. Helal ve haram konularını da bu kapsamda değerlendirilir. Bu tür hükümlerde kıyas da carî değildir. Kıyas yolu ile başka meselelere uyarlanmaları da söz konusu değildir.
Mükellefler bu kapsamda yer alan hükümleri eda için eksiksiz yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu tür hükümlerde yoruma gitmek veya hükmü esnetmek mümkün görülmemiştir. Ebu Hanife, nassların gayelerini, sebep ve illetlerini anlamak için kıyası çok kullanmıştır. İslâm hukuk bilginlerinin, hükümlerin varlık veya yokluğunu hükümlerin illetlerinin varlık veya yokluğuna bağladıkları ve bu durumu da metodolojik bir ilke haline getirdikleri anlaşılmaktadır.
Kur’ân ve sünnetin lafzî hükümlerini esas alarak yapılan yorumlar, giderek artan sosyal değişmelere cevap vermede yetersiz kalmış bu da yeni içtihat metotlarının doğmasına zemin hazırlamıştır. Sosyal değişimlerle ortaya çıkan yeni problemlerin çözümünde ilk önce kıyas metodu geliştirilmiş ve böylece İslâm hukukunun yeni problemlere çözüm üretmesi sağlanmıştır.
Görüldüğü gibi kıyas, İslâm hukuk bilginlerinin ilk geliştirdikleri hukuka yardımcı tekniklerden biridir. Zira klâsik hukuk metodolojisi, kıyas üzerine bina edilmiştir. Kıyas ile normlardaki boşlukların doldurulması sağlanmış, hukuka yürürlük kazandırılmaya çalışılmıştır. Ancak başlangıçta pratik hayatın problemlerini çözme metodu olarak geliştirilen kıyas kısa sürede katı bir formelliğe dönüşmüştür. Bazı durumlarda katî kıyasın (akıl yürütmenin) uygulanması klâsik hukuk teorisinde adaletsizliğe yol açabileceğinden; akıl yürütmenin daha serbest bir formunu kullanmaya izin verilmesi gerektiği kural olarak da kabul edilmiştir. Klasik hukuk teorisinde rey kavramı daha karmaşık terminoloji içerisine dâhil edilerek yerine göre ona istihsân veya istislâh adı verilmiştir. Saygılarımla.