Müslümanın, Müslümandan başka sığınağı yoktur. Bugün Müslümanlar, sığınacak bir liman, tutunacak bir dal aramaktadırlar. Ancak hiç bir zümre kendilerini devlet de sanmasınlar. Devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Devletin altında dini veya ekonomik görünümlü gruplar zamanla kendilerini devlet yerine koyarlar. Devletine şirk koşarlar. Desene birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır. Hatasız kul olmaz. Hata, yanlış ve noksan düşünme, Müslüman vasfıdır. İslam’ın hukuki hükümlerinin gözden geçirilmesi istemi İslam’ın ve ümmetin geleceğidir. Hukuk alanındaki değişme bir fıtrat kanunudur. Yenilenmeseniz, yenileceksiniz. Terakkiye ayak uyduramayanlar güncelleşmeyi anlayamayacaklardır.
Bir zamanlar devlet başkanımız İslam hukukunun hukuki hükümlerinin güncellenmesinden söz edilince bazıları itikat, ibadet ve ahlaki konularında bir güncellemeye yorarak yanlış alana çektiler. Devlet başkanımız namaz, oruç ve ahlaki konularla ilgili bir değişimden söz etmemiştir. Bugün ne yazık ki herkes kendi devletini kurduğundan, “devletin ve ulu’l emrin” ne demek olduğunu da anlamamıştır. Sözüm ona güncelleme isteyen veya istemeyen her iki tarafın iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Ancak bugün birey ve gruplar, kendi hata, yanlış ve noksan düşüncelerini sorgulamak durumdadırlar. Bugün devlet başkanının güncelleme söylemini, tevkifi ve taabbudi alana yönelik anlamak; cehalet değilse kasıtlı bir yorum olsa gerektir.
İslam dininin nass ve içtihat alanı diye iki alanı bulunmaktadır. Nas alanı, İslam’ın değişmez, değişmesi teklif bile edilemez alanıdır. Bu nasların, sübut ve hükme delaleti kati olan alanları her türlü tartışmadan varestedir. Bu ilkeler insanlığın özünü, çekirdeğini ve aslını oluşturur. Çekirdek üzerinde bir tahribat düşünülemez. Bu konuda naslar (Kur’an ve Sünnet) ve icma da oluşmuştur. Örneğin namaz, Allah’ın emridir. Peygamberimizin de “beni nasıl namaz kılıyor gördüyseniz öyle namaz kılınız” diye emretmiştir. Ümmet de namazın farz olduğunda icma etmişler ve korumaya almıştır. Bu tür nasları ve icmayı inkâr, küfür kabul edilmiştir. Burada kimsenin bir söz söyleme yetkisi de yoktur. Devlet başkanının güncelleme istemi bu alana yönelik değildir. Zaten bu konuda bir talebinin olmadığı kötü niyet yoksa herkesçe malumdur. Bugün devlet başkanının güncellenme söylemleri hakkında duygusal yaklaşımlar yapılarak, topu taca atma gayretleri esefle görülmektedir.
Nasların sübutu kati fakat hükme delaleti zanni veya sübutu zanni hükme delaleti kati olan alanına gelince bu nasların yorumu içtihada açıktır ve içtihada dayanmaktadır. İslam’ın hukuki hükümleri konusunda tarihte yapılmış olan içtihatları, din gibi mutlak doğru algılayan kimseler bulunmaktadır. Devlet başkanın güncelleme talepleri bu konuda bulunmaktadır. Bütün problemler ve tartışmalar, bu noktada odaklanmaktadır. Bu konudaki hukuki hükümlerin bir kısmının güncellenmesi zorunludur. Zamanın geçmesiyle hükümlerin değişeceği ilkesi, usul hukukumuzun ana ilkelerinden biridir. “Örf, bir nas üzerine bina kılınmışsa o örfün değişmesiyle o nassın hükmü de değişir” genel ilkelerinin her birinin farklı yorumlanmasından kaynaklanır. Bir kısım bilginler, bu içtihatları duygusallıktan, nass gibi telakki ederken; bir kısmi ise bunların güncelleştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu konu yüzyıllardan beri tartışılan bir konudur. Tarihte yapılan içtihatları dinin sabite normları görenlerle ile bunları, zamanın şartlarına göre yapılan içtihatlar görenler, arasında sürmektedir. Aşırı duygusallıkla yaklaşanlar dinin gittiğini ve tahrip edildiğini ileri sürerek, her dönem Müslüman ümmeti sosyal gerçekliklerin dışına itmiştir. Allah’ın fıtrat kanunu terk edilerek mezheppres bir putçuluğa bilmeyerek göz kırpmışlardır. Budamadığınız hiç bir ağaçtan verim alamazsınız. Tarihteki problemlerin çözümünde yapılmış olan içtihatlar bizlere ışık tutması gerekirken; bizlerde ihtilaf konusu yapılmıştır. Kök ve esaslara dokunulmayacağı gibi zamanın geçmesiyle hükümlerimizi de güncellemek farzdır.
Allah (cc) Kur’an’da “gemilerinizin yelkenlere rüzgâr gönderen biziz” buyurur. Yelkenli gemimi kaldı denizlerde diyenleri duyuyorum. Ancak nasların literal manasına bakarak, cihat için atlar biriktirilmesi tavsiyesini tutanlardan da olmayalım. “Asa müminin alameti enbiyanın sünnetidir” hadisine uymak için bastonla mı gezelim. Bu problemlerin, İslam’ın pek çok emrinin kurumsallaşmasından kaynaklandığını, bizlerin bu kurumsallaşmayı iyi anlayamadığımız ortadadır. Yenilenmeyen tarım, sanayi, bilim ve hukuki hükümler bir gün yok olup gideceklerdir. Zaten bugün anlaşılan manada İslam’ın hiç bir emri bu toplumda yaşanmamaktadır. Hepsi mahzun bir şekilde çekip gitmiştir.
Kavram kargaşasına mahkûm giden kurumlar, ölen kavramların kabirleri başında yakılan ağıtları görüyorum. Duygusallığın her dönemde galip geldiği bir toplumda yaşıyoruz. Keza kavramlar dövüşünün ve savaşının başladığını da görüyoruz. Herkesin bu kavramlara yüklediği anlamlar farklıdır. Kavramlara yükledikleri anlamlar ile diğerini minder dışına atmaya çalışanlar. Tarihsellik, nesh, mukâsd, örf gibi kavramları kullanarak her bir bilgin, farklı kavramlarla aynı şeyi söylemektedirler. Her birinin aynı şeyi söylediği, kavramlara yükledikleri anlamlardan anlaşılmaktadır. Desene tarihte, kıyas, istihsan ve istislah kavramlarının çağa göre izdüşümlerini yaşıyoruz. Birbirini anlamayan ve tanımayan, Bünyamin ve Yusuf gibilerdir. Birbirlerinin hasretini çeken iki kardeş gibi birbirlerini yok etme gayretindedirler. 40 yıl sonra Yusuf’un kokusunu duyan Yakup gibi, bizlerde kötü niyetimiz yoksa devlet başkasının güncelleme talebini iyi niyetle anlamamız gerekmektedir. Duygusal ve hamasetle yaklaşımlar, aba altından sopa göstermek yerine, terbiyemizi takınarak, bir yerlerde yanlışlık mı yapıyoruz demek, daha isabeti durmaktadır.
Saygılarımla.