İslam’ın içtihat alanındaki nasları, bütün çağlara hitap edecek dinamizme sahiptir. Bu bağlamda içtihat, damarlarda kan gibidir. Topraktan köklerin aldığı su gibidir. Desene bitkiler bile yaşayabilmek için topraktan su, havadan karbondioksit, güneş enerjisi yardımıyla fotosentez yaparak organik besin üretirler. Bildiğiniz gibi bazı bitkiler besinlerini kendileri yapamazlar. Ve diğer canlıların besinlerini kullanan bu bitkilere asalak bitkiler denir. Bu noktadan hareketle teşbihte bulunacak olursak, asalak sermaye, bireye cezadır, asalak insan, topluma beladır.
Bilesiniz ki, İslam’ın Rönesans’ı içtihada dayanır. Öyle ki İslam’ın güneşi, Kur’an’dır. Ay ise Peygamber gibidir. Ay ışığını güneşten almıştır. Ay insanlar için gece karanlıkları aydınlatır. Vakitleri tayin eder. Peygamber de insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran tebyin ve tebliğ edendir. Kur’an’ın ışığı, güneş gibi her daim ısı ve ışık kaynağımızdır. Bu ışık kaynağını baki ve sürekli kılmak için onun varlığındaki mahiyetini iyi algılayıp değişen koşul ve şartlar altında bu mahiyeti korumak koşuluyla yeni karşılaşılan durumlar karşısında yeni kompozisyonlar üretmek gerekir. Bunu üretecek alan da şüphesiz bu dini mübin’in lokomotifi olan İslam Hukuku’dur.
Dolayısı ile İslam hukukunun da değişen hayat şartlarına uyum sağlaması kendi amellerinin bir gereği olarak gereksinimdir. Öyle ki, bu değişim kendi varlık sebebinin ana arteridir. Bu konuyu bir misal ile izaha kavuşturmak gerekirse, İslam’ı adeta bir ağaca benzetirsek; ağacın kök ve gövdesi aynı kalmakta fakat dal ve budaklar değişmektedir. İnsan her konuda rabbine / güneşe muhtaçtır.
İslam’ın genel ve zamanlar üstü prensipleri hiç değişmez. Bunlar insanlığın genel geçer değerleridir. Bölgeye ve zamana bağlı olan özel düzenlemeleri ise akıl ve vahiy ışığında yeniden ele alınmak durumundadır. Bu naslar (Kur’an ve Sünnet) ışığında, gece ve gündüz olay ve olguları ele alır ve incelenir. İnsan yeni olaylara naslardan çözüm ararken; ilahi iradeye beşeri elbiseler giydirmektedir. Elbiseler eskir, bünye değişirse ilahi iradeye dayanılarak her daim değişiklik yapılır.
Allah, İslam’ın sürekliliğini ve dinamizmini iki esasa bağlamıştır. Cehaletle mücadele / cihat ve hukuki mücadele / fıkıhtır. Fıkıh her zaman ve mekânda İslam’ı canlı ve yaşanabilir kılma bilgi ve becerisidir. Her an yaratan Allah’ın kadim kelamı da öylesine canlı ve tazedir. Naslar da bir canlı gibi her zaman ve mekânda farklı görüntülere sahiptir. Geçmişte fukaha vahye dayalı kaynakları kendi ortamlarına uygun şekilde anlamış ve yorumlamışlardır. Bu müçtehitler, elde ettikleri kendilerine ait görüntüleri kitaplarına derç eylemişlerdir. Her biri akli melekesi ve toplumlarının şartlarını dikkate almışlardır. İlahi vahyin terbiyesini alan bu müçtehitler, içtihat melekesiyle hayattan kopmadan vahyin ilkelerini yürürlükte tutmaya çalışmışlardır. Diğer bir ifade ile her canlının bir ümidi vardır.
İçtihat toplumun hayat damarlarının kanı gibidir. Nitekim hayat hep tek düzen gitmemiştir. Toplumsal yapılar her daim değişmiştir. Tarım toplumundan, sanayi, bilgi ve uzay toplumuna doğru bir gelişim seyri izlemiştir. Bir canlının ayrı ayrı dönemlerindeki fotoğraflarının farklılığı kadar, her dönemde farklı olması gereken İslam fıkhı, aynı haliyle kalmaya mahkûm bırakılmış, beden değişse de elbise aynı kalmıştır. Bu durum İslam hukukunun, toplumdan ya kısmen ya da tamamen ayrılmasına neden olmuştur. Bugün İslami değerlerin ancak sloganı yapılır, fakat icrası konusunda toplumdan bu değerlerin mahzun bir şekilde ayrıldığını görüyoruz. Bugünün hukukçuların, müçtehit imamların yaptığı gibi özellikle kollektif çalışmalarla yaşanan İslam toplumunun ölçülerine uygun ilahi naslardan yeni elbiseler hazırlaması gerekir. Fakih, günün ihtiyaçlarına gerçekçi çözümler bulan, böylece İslam’ı yaşayan hayata hâkim kılmak için düşünce üreten kimsedir. Fıkhın hayatla birlikte yürümesi, hayata İslami değerlerin hâkim kılınabilmesi için fakih naslarla yürüyen hayatta faal rol üslenmelidir.
Bugün çoğu kendi dönemlerinin örf ve âdeti olan, sosyal ya da fiziki çevrelerin gereklerini yansıtan özel ve pratik hükümlerini ezbere bilmek, İslam’ın yürürlük ve bekası için gerekli fıkıh değildir. Bugün bu şekildeki anlayış Müslümanların çıkmazını oluşturmaktadır. Kısır döngü bir yola girmiş bulunan Müslümanlar, bugün birbirlerini dindar veya sapıklıkla suçlamaktadırlar. İşte bu sebeple içtihat, kitap yüklü merkep olmaktan problemleri çözen bir anlayışa yönelmektir. Klasik bilginlerin fıkıh algısında, İslam’ı mekanik bir ibadet şekline indirgeyen şekilci, lafızcı bir yaklaşım bulunmaktadır. Kur’an, atalarına körü körüne bağlı olup ilahi vahyi unutanlar hakkında şöyle demektedir: Kendilerine Allah’ın dinine tabi olun denilince, biz atalarımızın yolundan gidiyoruz demelerini hatırlatmaktadır. Gerçi bu noktadaki nasları kimse kendi üzerine almamaktadır.
Bugün Kur’an ayetlerini canlı tutmak yerine, Kur’an ayetlerini dilbilgisi yönünden inceleyen, hukuk alanının, ibadet alanı gibi doğma olduğuna inanan adeta çağdaş putçuluk dönemine geçişin izlerini görmekteyiz. Zira İslam şekil ve lafız değildir. Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır. Bugün İslami kesimin söylem ve eylem birliği bulunmamaktadır. Bu alanda düşünce üretimleri adeta durmuştur. Malumun tekrarından ödeye geçememiştir. Malumu tekrarı da bu toplumun ihtiyaçlarını karşılamamıştır. Söylem ve eylemleri, ne din ne de dünya gerçekleriyle uyuşmamıştır. Malumu tekrar etmekle bilim de yapılmaz. Bu tür yapılan faaliyetlerin her biri bilimsel israftır. Klasiği tekrar edenlere bugün halkın bazısı “padişahım çok yaşa” nutuklarıyla heyecana da gelebilirler. Kendi kafalarındaki din algısını tekrarlayınca alkış tutanlar da olabilir. Kur’an tabiriyle bir yerde ışık görünce üzerine çullanıp onu yok edenler de çıkabilir. Farklı bir düşünce karşısında tozu toprağa katan bu anlayış bulunmaktadır. Bu anlayış İslam dünyasını perişan etti ve hala da etmektedir. Bugün malumun tekrarından öteye geçmeyen çalışmalar milleti sıktıkça sıkmıştır. Kitap okumayı da durdurmuştur. Yeni bir üretim yapamayan kitaplar ne diye satın alınsın, okunsun? Böyle bir kitaba verilen para bile israftır.
Bugün en büyük israf zaman israfıdır. Bugün Kur’an bir dağda bu insanlar bir dağdadır. Hz. Peygamber bir dağda bu insanlar bir dağdadır. Bugün en az bilinen Kur’an, en az tanınan Hz. Muhammed’dir. Kendilerini aracı teyp gibi gören bir anlayış, nakilci ve taklitçilik bir yola sapmıştır. Nakilci ve taklitçi kimseler, düşünce üretimini durdurmuştur. Bu insanlar bugün bilimin önünde kütük olmuşlardır. Kabile ve aşiretleri, padişahım çok yaşa koroları eşliğinde kendilerine destek bulmuşlardır. Allah’ın yolunda kütük olmayı dine hizmet saymışlardır. Bugün böyle bir zümrenin taassuplarıyla karşı karşıyayız. Bugün yapılan çalışmalara bakıldığında, bilim adına geçmişi tekrarlayıp dururlar.
Bilim adamı geçmişi tekrarlayan kişi değildir. Bunlar, din kültürünü din sayan cehaletin askerliğini yaparlar. Ölmüş bir bilgiyi dayatma toplumlarda çatışma getirir. Öyle ki bu kimseler kendini ehlisünnet de sayarlar. Ehlisünnet yolunun yolcusu bir başkasına sille sallayıp kabir mi kazar. Futbol müsabakasındaki gibi kirli virüs saçar. Bunlar vicdanı kirli, değerlerini kaybetmiş ehlisünnet ve Peygamber yolunu terk etmiş, karanlıkta kalmış aydınlardır. Bunların durumu, güneşli günde gözünü yumup karanlık olduğunu söyleyen kimselerin durumu gibidir. Desene insanlar bilmedikleri şeylere düşmandırlar. Bu insanlar ağızlarını tutmasını bilseler belki kurtulacaklar. Kendi cehaletlerini unutup başkalarına mezhepsiz, sapık ve ehlisünnet düşmanı ilan ederler. Bu söylemleriyle kendilerini tarif ederler.
Bu çatışmacı dil kullanan kendini ister modernist isterse yobaz kabul etsin al birini vur ötekinedir. Biri diğerinden farksızdır. Ehlisünnet ve İslam’dan bi-nasipdar olanlar, Yahudiler gibi kendilerini Allah’ın has kulu sayarlar. Kendilerini mutlak doğrunun taraftarı görürler. Bugün bunlar tarihteki hariciler gibi dindar gözüken zümrelerdir. Sünnet ehli olduğunu söyleyen fakat sahabe de öldürenler gibi kardeşlerine kâfir ve sapık deyip öldüren, dilindeki zehriyle insanlara damga vurup önüne gelene çamur sıçratan, bakışı bulanık İslam dışı vicdan sahipleridir. İçtihat alanında kendi gibi düşünmeyeni kâfir ve sapık diye ahlak ve din dışı söylemleri kullanan, beyni kirli, vicdanı kirli insanlıktan bi-nasipdar, insanların Allahualem ne namazları ne de oruçları kendilerini kurtarmayacaktır. Oysaki Müslüman dediğimiz şahsiyet kendisini öldürmeye gelene bile gül sunacak kadar dili ve vicdanı temiz insandır. Saygılarımla.