İktisadi hayatın temel rüknü, emek ve sermaye dengesi nasıl kurulmalıdır? Yahut iktisaden terazi nasıl adil olmalıdır? İktisadi hayatta adil düzen yahut hakça düzen nasıl kurulmalıdır?
İnsanlığın temel ilkeleri olduğu gibi iktisadî hayatımızın da temel ilkeleri vardır. Bu ilkelerin temel rüknü üretimdir.
Üretim, üretim yine de üretim diyoruz.
İktisadi hayatta, hak ettiğin senindir. Hak etmediğin senin değildir.
Üretimin esas ve kök kaynağı fizikî ve zihnî güçtür. Nitekim Bunun için Hz. Peygamber (sav), “Hiç kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir” buyurmuştur. Bunun için emeğin karşılığı kutsaldır. Desene alin teri kutsaldır.
Emeğin doğurganlığına ve türlerine de selam olsun.
Emeğin doğurganlığı temeldir. Sermaye, kristalize olmuş kümeleşmiş bir emek gibidir.
Ya rantından kira; yada müteşebbisinden kârla nemalanır. Üretim faktör gelirleri klasik söylem olarak bugün hâlâ devam etmektedir.
Terazinin bir köşesine emek, bir köşesine ücret, bir köşesine sermaye, bir köşesine fâiz, bir köşesine doğal kaynaklar (akar), bir köşesine rant, bir köşesine müteşebbis/ girişimci bir köşesine de kâr koyulur. Tevhidi bir denge kurulmaya çalışılır. Kadim bir ilkemizle de bunlara rota görevi verilir. “Kâr, riskin karşılığıdır.” “Zarar, sermayeye, kâr ortakların anlaşmasına göredir.” buyrulur. Desene “zararı garantilenemeyen gelirin kârı, (helâl değildir) terazi de tek taraflı tavan yapar.
Bu düzende Ribâ vurgunu, sosyal düzene harp ilân etmiş, alın terini gasp etmiş, mağduriyetten ve mazlumiyetten istifade etmiş, sen çalış ben yiyeyim diyerek köle düzenini kurmuş, kamu ve özel hayata virüs sokulmuştur.
Desene dünyada para, ahirette iman sözü pirim yapmıştır.
Para konusunda iktisatçılar konuşup dururlar. Para nedir? Para mal mıdır? Para tedavül aracı mıdır? Para sembol müdür? Desene yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır. Tartışıla dursun bakalım.
Desene malın tanımını yapan, yapmış bir tanım.
Mal, iktisadi bir değeri olan, fiziki bir varlığı bulunan, pardon fiziki varlığı bulunmayan menfaat veya hukuken korunan her hakkın mal kavramına sokulduğu bir realitedir. Desene mal ve para konusunda, efradını câmi ağyarını mâni bir mal ve para tanımı henüz yapılmamıştır. Yapılsa da iktisatçıların ittifakı sağlanamamıştır. Kavram dövüşü burada da devam etmektedir. Kimse kimsenin tanımını beğenmiyor, tanımlarda ittifak da sağlanamıyor. Bu tanımlara temel oluşturan kavramların lügatini kim yazmıştır bilemiyorum.
Lügatle milletin istikameti mi değiştirilmiştir?
Örfî olarak kullanılan ıstılahlar ve bu kavramlara göre oluşturulan tanımlar bugün istiap kapsamı dışında kalmıştır. Sonuçta Yakup Yusuf’un kokusunu kırk yıl sonra almıştır. Sözüm ona bir de fâiz kavramı türetilmiştir. Yüz yıl önce Ribâ kavramı yerine Türkiye’mizde fâiz, Araplarda fayda, Mısırlılarda fazla, Özel nema ve Allah Ribâ, kavramlarını kullanmışlardır. Bu kavramlara yüklenen anlamlar tarih boyunca kimini Müslüman kimini de kâfir yapmıştır.
İmkân desen, Müslüman, olasılık desen kâfir, kâr desen Müslüman, fâiz desen kafir olursun vesselam. Sözüm ona bir de faizsiz borç vereceklerini söyleyenler çıkmasın mı? Verin de sizleri ayakta alkışlayalım? Dilerseniz anıtınızı da dikelim. Enflasyonu nereye koyacaksınız bilemem. Desene duygu derinliğiniz okyanus gibidir. Haşa verdikçe verirsiniz. Yüce emir, “paranın satın alım gücünü koruyun” buyuruyor. “Haksız kazanç batıldır” buyuruyor. “Ana sermayeniz sizindir” buyuruyor.
Kur’ân’ın, Ribâ ile ticaret arasındaki ilişkiye değinerek ticaretin helâl, ribanın haram olduğunu bildirmesi de dikkat çekicidir. Çünkü ticaret üretken olup toplumda emeğe ve sermayeye dengeli bir pay verir, paranın akışını hızlandırır, belli istihdam imkânları ortaya çıkarır. Ribâ ise, üretken değil tek taraflı çıkar sağlayan bir sömürüdür. Eşit ve iki taraflı risk taşıyan ticaret ile eşitsiz ve tek taraflı risk taşıyan Ribâ arasında önemli bir mahiyet farkı vardır. Aslında sabit bir oran ve miktar olan Ribâ, sermayenin verimliliğine sınır koymakta, onu çoğu zaman kısa vadeli yatırımlara yönlendirmekte, emeğin üretimden yeterli pay almasını önlemektedir. Bunun için İslâm, sermayenin üretim ve kârdan sabit bir pay alarak bütün risk ve sorumluluğu emeğe yüklemesine karşı çıkmış, sermayenin payını değişken bir oran üzerine oturtarak emek sermaye arasında makul bir denge kurmuştur.
İktisadi yolculuğumuz devam etmektedir. Konforlu yolculuk için kemerlerinizi bağlayınız. Aracınıza göre hız limitinizi ayarlayınız. Trampa ekonomisinden, altın ve gümüş para ekonomisine, altın ve gümüş ekonomisinden, kâğıt para ekonomisine, kâğıt para ekonomisinden, kredi ekonomisine bir yolculuk yapılmıştır. Yoksa Kâbe’ye himarla mı yolculuk yapmak gerekirdi.
Kendi ekonomik düzeni içinde söylenen ve yapılan yasal düzenlemeler, ekonomik yapı değiştiğinde aynı yasaları dayatmak dine ve adalete küfür, Allah yoluna kütük koymuş olabilir.
Kavramlar ah bu kavramlar. Haksız kazanç için Türkiye’de faiz, Arabistan’da fayda, Mısır’da fazla, Özal nema, Allah (cc) ise Ribâ kavramını kullanmıştır.
Kavramlar seni yanıltmasın. Güneş, üflemekle sönmez, aydınlık göz yummakla dinmez. Özde buluşalım, söz de değil.
Ribâ ayeti, en son inen ayetlerdendir. Mücmeldir. Bunun için Hz. Ömer, “keşke riba ayetini Hz. Peygamber (sav) açıklayıp da öyle gitseydi” demiştir. Kur’an kesin bir ifade ile cahiliye fâizi, borç fâizi veya ribe’n-nesie denilen vade karşılığında alacağın miktarının artırılması şeklindeki fâizi yasaklamış, sünnet de bu yasağı teyit etmiştir. Vade sebebiyle tahakkuk ettirilen fazlalığın haramlığı hususunda ihtilaf bulunmamaktadır.
Buna ilave olarak sünnet, bazı ticarî işlemleri ve mübâdele şekillerini de yasaklamıştır. İslâm hukuk literatüründe bu tür işlemler, ribe’l-fazl veya alış veriş fâizi adıyla anılır. K. Kerim’de “Allah ticareti helâl, Ribâyı haram kıldı” ayeti genel manada Ribânın açıkça yasaklandığını bildiren bir nastır. Bu ayetin pratik hayata yansımasına baktığımızda farklı uygulamalara rastlamaktayız. Ancak bilginler, Ribânın şümûlü ve hukukî sonuçları üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Kamu ve özel hukuk alanında neyin Ribâ olduğu, neyin olmadığı, dün olduğu gibi bugün de tartışılmaktadır. Klasik kitaplarımız, efendi ile köle arasında Ribâ cereyan etmez dediler. Keza baba ile oğul arasında da Ribâ cereyan etmez dediler. Ribâyı biz sadece bankaya yasladık… Hayatın her alanında farklı elbiseler giyerek Ribâ kol geziyor bilesin…
Zerre Ribâ arşı titretir. Mazlumun alın terin gökyüzünü sarsabilir. Emek sermaye dengesi bozulalı dünyanın dengesi de bozuldu. Sen çalış ben yiyeyim sömürü düzenidir.
Sen çalış ben yiyeyim. Bu nasıl dünya… Üretmeden tüketmek işte budur Ribâ… Mağdur ve mazlumun alın teri, emek sömürüsüdür Ribâ… Mazlumun ah edişidir Ribâ… Zerre Ribâ arşı titretir bilesin… Yetmiş küsur Ribâ vardır yine de bilesin. Sadece paradan para doğması değildir Ribâ… Haksız her bir kazanç, batıl her bir sebeptir Ribâ… Her türlü haksız kazanç, haram bir lokmadır bilesin…! Yine ancak hak ettiğin, alın terin olan senindir bilesin.. Hak etmediğin senin değildir, Ribâdır. Bunu da bilesin…
Fâiz kavramı ise bir üst kavram olup Ribâ kavramından daha geniştir. Her Ribâ faizdir, fakat her faiz Ribâ değildir? Bir tohum ekersin her başağında belki yüz hatta yedi yüz alırsın… Faiziyle, Rahmetin ikramıyla gelir elde edersin… Arafat’tan bir sel gibi günahlardan temizlenip fâiz duygularla Müzdelife’ye akıp gidersin… Cenneti görenler ise fâiz sevgisiyle kurtuluşa koşup giderler… Her faiz bizlerin bildiği faiz değildir demek ki… Buradaki faiz bir sevgi ve bir aşktır…
Faiz yetmiş küsurdur. En küçüğü annesiyle nikâh kıymak kadar kötüdür. Seddi zerai kabilinden bir ifadedir.
Kimi edimler arasındaki dengesizlikten elde ettiği fahiş gelirle, faiz geliri elde eder ki buna hukuk dilinde gabn denir.
Kimi işçinin emeğinin karşılığını vermeyip faiz geliri elde eder ki buna da emek sömürüsü denir.
Kimi fakirin hakkı olan zekâtı vermediğinden faiz geliri elde eder ki buna da mazlumun hakkının zayi olması denir.
Kimi de malının niteliğini yanlış beyan ederek faiz geliri elde eder buna tağşiş denir.
İltimas ve torpille göreve getirilen memurun aldığı para haksız bir kazanç olup faiz geliri elde etmiş olduğu tartışılır.
Dini duyguları sömürerek, çıkar ve menfaat sağlayan her türlü imtiyaz ve gelirler Ribâdır, haksız kazançtır. Demek ki faiz hayatımızın her alanında kendini gösteriyor.
Öyle ki haksız kazanç, sebepsiz zenginleşme batıldır. Bunun için Aristo, Sokrates, Eflatun, Yahudilik, Hristiyanlık ve İSLAM haksız kazancı yasak etmiştir. Kamil ve ortak akıl da bunu onaylamıştır.
Hiç bir Müslüman Ribâya helal diyemez. Diyen ya aklını yitirmiş ya da kasıtlıdır. Amerika kıtası çoktan keşfedildi.
Bugünün Müslümanları, haksız kazancı sadece bankaya tahsis ettiler.
Haksız gelirin bir ayağı, paradan para kazanmaktır. Paradan para kazanmak, ahlaki değildir. Ancak ve ancak üretimden gelir elde etmek meşrudur. Geri kalan atmış dokuzu piyasa içerisindedir. Fakat kimsenin kılı kıpırdamaz.
Sömürü ve haksız kazanç her tarafımızı kaplamıştır. Tuz kokmuşsa yapacak bir şey yok demektir.
Emek ve sermaye dengesini kuramayan toplumlar, barışı da sağlayamazlar.
Toplumsal barışın sağlanması, köle üretim merkezlerinden birisinin kapatılması, sosyolojik tevhidin (eşitlik) sağlanması; ekonomik dengenin kurulmasına bağlıdır. Dolayısıyla Ribâ yasağı, Rahmani bir yasadır.
Sosyal barış ancak ve ancak hakça bir düzen, adil bir düzen kurmakla mümkün olabilir. Kim sosyal düzene Ribâ karıştırırsa insanlığa savaş açmıştır. Kavram dövüşüne son verelim. Hakça bir düzen için teraziyi denk tutalım. Algı teraziniz bozuksa desene hep yanlış tartacaksınız. Yasal olan her şey hukuki olmayabilir bilesin. (EMEK – SERMAYE DENGESİ / MUDARABE)