1.485
- İstişâre ve şûrâ kavramının kapsamı oldukça geniştir. Zira istişâre sosyal ve idari hayatta önemli bir anayasal ilkedir. Bu anayasal üst normun pek çok anlamı bulunmaktadır. Bu kavramın; “Tecrübe Birikimi”, “Seçilmiş Meclis”, “Danışma Kurulu”, “İstişâre Kurulu”, “Yasama Yetkisi”, “Âkil İnsanlar Topluluğu”, “Ehlü’l Hal ve’l Akd”, “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat” gibi pek çok kavramla doğrudan veya dolaylı bağlantısı bulunmaktadır.
- Arapçadan dilimize geçmiş olan istişâre kelimesi ”şâra” sözcüğünden türetilmiştir. Anlam bakımından “danışmak” anlamına gelmektedir. Bazı kaynaklarda bir kimsenin belirli bir konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini almak anlamında da kullanılmıştır. Aynı zamanda tek bir kişinin bir konu hakkında karar vermesinin güç olduğu durumlarda konunun istişâre edilmesi anlamına da gelmektedir. Bu sebeple istişâre kelimesi konuyu farklı görüş açılarına sunmak ve başka kişilerin görüşlerini almak anlamında kullanılmış olduğu anlaşılmıştır. Nitekim Peygamberimiz (sav) “istişare eden pişman olmaz, iktisat eden yoksul kalmaz” buyurmuştur.
- Desene istişare, ehl-i sünnet ve’l cemaat yoludur. Yöntem, esasta şûrâ ile icmâ yöntemi olduğu anlaşılmaktadır. Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri istişâre ve şûrâ ilkesidir. Bu ilke “orta yol” ve “ortak akıl” ilkesidir.
- Bilindiği gibi Hz. Peygamber hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamıştır. Ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin parçalanıp ayrılığa düşmeden, insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır ve sağlanmalıdır. Hz. Peygamber gibi günahtan korunmuş, günah ve suçu bulunmayan (masumiyet ve masuniyetten) biri de gelmeyeceğine göre bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim, nasıl karar verecektir? Çok temel bir mesele olarak da; naslar nasıl doğru anlaşılacaktır? Bunun için mesele; naslar nasıl doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilecek ve topluma ışık tutacaktır?
- Bunun için ezmanın tağayyur ile her çağa uygun kanun yapma ihtiyacı hissedilmiştir.[1] Bu bağlamda istişâre ve şûra ilkelerine sığınılmıştır. Doğruyu ve hakikatı arama mücadelesi devam ettirilmiştir. Bu da ortak aklın, tecrübenin veya kolektif şuurun sosyal hayattaki değişmelere karşı sürekli müdahalesidir.
- Öte yandan şûrâ, Kur’ân’ın anayasal bir yönetim ilkesidir. Yöneten ve yönetileler arasında üst norm niteliğinde temel ilkedir. Bu ilkenin ihlali, zorba yönetim ve istibdattır. Ümmeti bir arada tutabilmesi, ihtilaflara çözüm sunabilmesi, peygamberler kadar olmasa da normal insanlara kıyasla hata oranını minimuma indirilebilmesi açısından, şûra prensibi önemlidir. Çünkü şûrânın söz konusu olması, birçok bireysel aklı devreye sokacak, olaylara farklı gözlüklerden bakılmasına olanak sağlayacaktır. Dolayısıyla bu da problemleri veya önemli kararları en doğru ve kısa yoldan çözüme kavuşturmaya ve hükme bağlamaya kolaylık sağlayacaktır.
- Öte yandan şûra’nın bir başka getirisi ise ümmetin, peygamberi(sav) örnek alarak işlerine yön vermesi, yani onun sünnetine tabi olması açısından da önem arz etmektedir. Nitekim Kur’ân’da ; “(لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ) “…Peygamber sizlere şahit olduğu gibi sizler de insanlara şahit (örnek) olasanız…” buyurulmaktadır. Bu ayet aynı zamanda inananlara “bir Müslüman kimliğinin“ verilmesinden de bahsetmektedir. Keza naslar Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةً وَسَطًا جَعَلْنَاكُمْ )“orta yolu” veya (وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ) “ortak aklı” önermiştir. Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında; ortak aklı esas alan Ehl-i Sünnet yöntemi olan şûrâ ile icmâ anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir.
- İstişare kavramın ilintili olduğu pek çok kavram bulunduğunu ifade etmiştik. Konu hakkında bir kaç soru sorarak düşünmeye davet edecek olursak; istişare, klasik dönem şûra ile icmanın yürürlük meselesi midir? Yoksa istişare, ideal olan Ehl-i Sünnet yolu mudur? Yahut İstişare, ortak akıl ve kolektif şuurun diyalektiği midir? Yahutta İstişare, âkil insanlardan oluşan bir kurul mudur? Bugün için seçilmiş uzman heyet veya meclis midir? Yasama meclisi veya karar heyetleri midir?
- Öte yandan toplantı ve karar yeter sayısı, salt çoğunluk, nitelikli çoğunluk ve ittifakla alınan kararlarda Şûra ile İcmanın yeri nedir? Şûrâ, yönetimin halka dayanması ve halkın kendi kendisini yönetmesidir. Klasik dönemde biat, yöneticiyi seçmek ve toplumsal kararları almak için en önemli bir araçtı. Zira İslâm halifesi egemenliğini halktan alması zorunludur. İlahi iradeyi temsil eden toplumun genel iradesi olduğu bilinmektedir.
- Halife seçimi doğrudan halk veya onun yetkili kıldığı temsilciler “ehlü’l hal ve’l akd”(âkil kişiler topluluğu) tarafından gerçekleşir. Bu seçici kurul iktidarı kurmaya ve bozmaya yetkilidir. Kur’ân’ın anayasal mahiyetli ilkesi olan şûrâ/meşveret halkla ilgili bütün işlerde ortak aklın geleceği planlamasıdır.
- Kur’an’da şûra süresi de bulunmaktadır.[2] Kur’ân yönetimle ilgili kararlarda ashabına danışmayı önermiştir.[3] Peygamber (sav) vahiyle belirlenmeyen alanlarda istişareyi kendisine ilke edinmiş ve kurumsallaşmasını sağlamıştır.[4] Onun bu davranışının ilham kaynağı Kur’ân’ın “İş hakkında onlara danış/meşveret et. Bir kere de azmettin mi artık Allaha güven”[5] ayeti ile “Onların işleri aralarında danışma/meşveret iledir”[6] ayetidir.
- Peygamberimiz (sav), dini bir hüküm olmayan alanların hemen her birinde istişare yapmıştır. Bunlar ilahi vahiyle değil kendi şahsi tecrübesi ve içtihadıyla yapmıştır. Pek çok savaşta (Bedir, Uhud, Hendek ve Tebük gibi) ve sosyal hukuk alanında ashabı ile istişare etmiştir.[7] Peygamberimiz aldığı önemli kararlarda hep istişare eder, ashabına danışırdı. Onlar kendi aralarında yönetimle ilgili konuları birbirlerine danışarak karara bağlarlardı. Keza İslâm’da sınıfsız bir toplum oluşturma hedeflenmiştir. Dikey yapılanma değil de yatay yapılanmaya önem verilmiştir.
- Şûra, Kur’ân’ın anayasal bir yönetim ilkesidir. Şûra yönetim hukukumuzun da temelidir. Desene bu ilke yöneten ve yönetileler arasında üst norm niteliğinde temel ilkedir. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkenin ihlali durumunda zorba, dikta ve monak yönetimler hâkim olur. Devletin temel organlarından biri de yasamadır. Şûrâ bir tür yasama organıdır. Günümüzde yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Yasamanın çeşitli ilkeleri bulunmaktadır. Yasama yetkisi ancak yasama organı tarafından kullanılır ve bu yetki asla devredilemez. Anayasaya aykırı olmamak kaydıyla yasama organında her konuyu ayrıntılı düzenleme imkânı bulunmaktadır. Yasama organı araya hiçbir işlem veya vesayet girmeksizin doğrudan veya dolaylı olarak yasal düzenleme yapabilir.
- Keza şûrâ ve icmâ kararları anayasal ilkelere (naslara) aykırı olamaz. Yasama organı anayasada belirtilen usullere göre kanun çıkarabilir. Kanunlar yazılı, genel, sürekli ve soyut ve saf hukuk kurallarıdır. Hz. Ebu Bekir, ridde olaylarına karışanlara pek çok istişârelerde bulunmuştur. Peygamber (sav), vefat edince doğan otorite boşluğu sebebiyle bazı Müslümanlar devlete karşı sorumluluklarının bittiği algısına kapıldılar. Hz. Ebu Bekir’le kurulan yönetime karşı, Müslüman olduğu halde zekât vermek istemeyenler, otoriteye itaat etmeyip kabile ve aşiretlerine geri dönmek istemeleri gibi pek çok sebeple irtidat olaylarını başlatmışlardır. Hz. Ebu Bekir, bir devlet başkanı olarak Sahabeyle istişare yapıp bu devlete başkaldıran bağy, irtidat ve isyan gibi suçları, örgütlü bir suç sayıp devlete karşı isyan kabul edip savaş ve öldürme dâhil istişâreyle ciddi bir kararlar almıştır. Bu uygulamanın meşruiyet temeli, ehl-i sünnet ve icmâ anlayışı olsa gerektir. Bu yetki ya bütün halka ya da konusunda uzman heyete dayanması anlamındadır.
- İstişâre ve şûra’nın kapsamı hep tartışılmıştır. Bu ilkenin terkedilmesi sıratı müstakim yoluna ters düşmektedir. Sıratı müstakim yolu, Müslümanlar için otoban/ana yoldur. Bu yol Hz. Adem’den başlayarak, Hz. İbrahim’e, oradan Hz. Muhammed’e kadar gelen kıyamete kadar gidecek yolun adıdır. Dost doğru Allah’a giden yol kabul edilir. Bu yol üzerinde ana levhalar bulunmaktadır. Bu ana yoldan sapmamak için muhkem ve müfesser gibi nas olan sabit levhalar yanında içtihatla belirlenmiş (İcma veya Kıyas gibi) zamanla değişebilecek, tecrübeyle terakki sağlayacak nassın içtihadi alanı bulunmaktadır. – Ehl-i sünnet bu otobanda ana levhaları veya zamansal levhaları nastan istinbat eden topluluğun ( ve’l-cemaatın) adıdır. Bugün ehl-i sünnet algısı otobandan çıkmışa benziyor. Tali yollara sapmışa benziyor. Desene bugün tali yollar da otobana benziyor.
- Bugün ehlisünnet algısı adeta yatağından/otağından ayrılmış suni bir nehir gibi aktıkça akmaktadır. Oysa Ehl-i sünnet, Resulullah’ın (sav) vefatından sonra doğrunun belirlenmesinde ortak aklın işletilmesidir. Ehl-i sünnet, Resulünden (sav) sonra hakikatin belirlenmesinde izlenmesi lazım gelen metodolojik bir ilkedir. Peygamberin (sav) pratik örnekliğinin ümmet tarafından sürdürülmesini ifade eder.
- Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan herhangi biri ortak akılla, Şûrâ ve İcmâ yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olmaktadır. Farklı fırkalar için geliştirilen Ehl-i Sünnet ve’l cemaat bir tür siyasi ve resmi ideolojidir. Sonuç olarak inançta ehl-i sünnet algısı, sosyal siyaset gereği, ya ehl-i hadis veya ehl-i reye paye çıkarmak için kullanılmış, ya da sünnetin dönemsel pratik uygulamasına yansıtılmış yahut da mezheplerin dönemindeki içtihatlarına uyumun gereğine hasredilmiştir. Keza idare hukuku alanında ise pratikte bireysel veya seçkin Müslümanların kararlarını (biât veya ehlü’l hal ve’l akd) veya sosyal hukuk alanında seçkin âlimlerin teorik ve pratikteki bireysel ve ortak akıllarının kararlarının yürürlüğü de (Kıyas veya İcmâ gibi) her daim tartışılmıştır.
- Öte yandan Peygamberimiz (sav), “Ümmetim dalalet üzere birleşmez.” “Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir” buyurmuştur.Tüm bu hadisler birlikte değerlendirildiğinde Şûrâ, İcmâ ve Ehl-i Sünnet anlayışı kavram kargaşasına sokulmuştur. Ehl-i sünnet ve’l cemaat anlayışı, İcmâ ile takip edilen bir tür orta yol olsa gerektir. Dahası ehl-i sünnet ve’l-cemaat, ehlibeytten birinin olması, masumiyeti doğuracağı ilkesinden ziyade, Peygamberin bıraktığı ümmetin ortak akılla gelecek nesle örnekliğini ifade eder. Ayetin ifadesiyle “Peygamber nasıl size örneklik teşkil ettiyse siz de ortak akılla alacağınız kararla gelecek nesle örneklik teşkil edersiniz” buyrulmaktadır. Demek ki ümmetin veya müçtehitlerin (alanında uzman olanların) ittifakı, nitelikli çoğunluğu veya salt çoğunlukla alınacak kararlar, sıratı müstakim yolu ehlisünnet yolu olmaktadır. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu düşünce üretiminden elde edilen görüşleri ve içtihatları analiz ederek, toplumun kültürüne en uygun olanına, Şûrâ ile İcmâ prensibine göre ortak akılla bir sentez kararı vermeli, verdiği karar bağlayıcı olmalıdır. Yoksa ehlisünnet ve’lcemaat Peygamberin cübbe, sakal, misvak gibi günün şartlarının getirdiği şekilde düzenlemeler olmasa gerektir.
- Ehl-i sünnet yolu, kâinata konulmuş yasal düzenlemelerin ortak akılla doğruyu ve hakikati yakalama mücadelesidir. Peygamberin yaşadığı hayat yoludur. Bugün herkes kendinin ehlisünnet olduğunu iddia etmektedir. Peygamberin bir insan olarak yaşam tarzını, günün şartlarına göre verdiği hukuki hükümlerini ehlisünnet görenlerin olduğu gibi İslam dini alanında Kur’an’ın pratiğinin uygulanmasını da ehlisünnet görenler vardır.
- Ehl-i sünnet ve’l cemaat felsefesinin pratik göstergesi tefrikayı değil, tevhidî esasın hukuki birliğini, ümmetin şehadeti olan orta yolu ve örnekliğini ifade etmektedir. Hiç kuşkusuz dinin itikat, ibadet ve ahlaki ilkeleri üzerinde sünnetin varlığı hepimizi bağlamaktadır. Bu konu da zaten kimsenin itirazı da olmamıştır. Ancak İslam’ın içtihat alanındaki hukuki ve sosyal hükümlerinin ehlisünnet algısı, ortak akılla alınacak karar demektir. Bugün hemen her kurum, alanındaki uzman heyetle alacakları kararlar ehl-i sünnet yoludur. Desene meşveret, toplumsal hayatın ana unsuru olmuştur.
- Şura, birlikte yaşamın temel prensibidir. Ehlisünnet, ortak akılla alınan kararlara herkesin uymasını zorunlu kılınmıştır. Ama yine bir kısım bilgin icmayı kabul etmemişlerdir. İcma kavramı hakkında yapılan tanımları esas alan bilginlerin bazısı “müçtehitlerin ittifakı” kavramı yerine “ulu’l-emr” kavramı koyarken; bir kısmı da Müslümanların/Ümmetin icmasının esas alınmasının gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bilginlerin İcma kavramına yükledikleri manalara göre anlam verdikleri anlaşılmaktadır. İcmanın hatadan uzak olması savına dayananlar “ulu’l-emrin” icmasının hatadan hali olmayacağından hareketle bütün müçtehitlerin ittifakının aranması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu ilişki adeta mütevatir ve meşhur hadislerle, ahad hadisler arasındaki ilişkiye benzetilebilir.
- İcma karar almak anlamında kullanılmıştır. İcmanın hukuki dayanağı dolaylı yollardan nas gibi görülse de asıl olarak ortak aklın, bireysel akıldan daha otorite sayıldığıdır. Hiç kuşkusuz ortak aklın kararının bireysel akla tercih edilmesi işin doğası gereğidir. Bunlardan birincisi klasik kaynaklarda İcma kavramı ile ifade edilirken; bireysel içtihatlar için ise Kıyas kavramı kullanılmıştır. Sonuçta bilgi kuramı olarak her birinin zann-ı galibe dayanması odak noktasını oluşturmaktadır.
- Dini sabite değerlerden olan naslardan hüküm istinbatında hükmün amacına yönelik akıl yürütme, gerçeği ortaya çıkarma mücadelesidir. Bu da bilimsel veriler, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik durumlar değer kavramına işlerlik kazandırmaktadırlar. İslami araçlardan elde edilen değerler, birey ve toplumların problemlerini çözdükleri ölçüde, onlara huzur ve barış sağladıkları oranda yürürlük sağlarlar.
- Naslardan üretilen değer yargıları birey ve toplumların barışına imkân verdiği oranda kabul görüp yürürlüğü sağlanır. Tarihin belli dönemlerinde müçtehitler, döneminin koşullarına uygun değer yargıları üretmişlerdir. Bunda da çok başarılı hizmetler vermişlerdir. Bu değer yargılarının günümüz dünyasına ışık tutacağı, projeksiyon görevi yapacağı kuşkusuzdur. Her kazanılmış tecrübe birikimi tekâmülün sağlanmasına katkı sağlayacaktır. Ancak zaman ve koşulların yeni imkânlar ve fırsatlar doğuracağı kuşkusuzdur. Sosyal hayatta meydana gelen bu değişmeleri hukukçuların yeniden ele alması, her şart ve zeminde ortaya çıkan problemlere müdahale etmesi de kaçınılmaz görünmektedir. Her bir olay, de facto dünün aynısı olması düşünülemez. Sosyal olgular kendi şartlarının ürünüdür. Bunun için sosyal olaylar ve sosyal olgular, sosyal hukuk normlarının sürekliliğini tetiklemektedir. Bir sosyal hukuk normu ilkesel bazda varlığını devam ettirse de çoğu kez mahiyet farkı bulunmaktadır. Şekilsel bir takım benzerlikler bulunsa da mahiyet olarak farklılık bulunması kaçınılmazdır. Onun için sosyal hayat boşluk kabul etmez ilkesi bir deyim haline gelmiştir. Tecrübeler bizlere bunu göstermektedir.
- İcma kavramının literal anlamda tartışılması, mahiyeti ve işlerliği konusunda ciddi endişeler doğurmuştur. Aslında toplumsal değerlerin korunması ve geliştirilmesinde, tarihten günümüze hiç kuşkusuz ortak aklın ve genel kabullerin benimsenmesi daha isabetli bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
[1] Esed, Muhammed, İslâm’da Yönetim Biçimi, Ekin Yayınları, İstanbul trs, s. 56.
[2] Şûrâ, 42/36-38.
[3] Âl-i İmrân, 3/159.
[4] Mehmetoğlu, M. Sabri, Meşveret Geleneğimiz ve Demokrasi, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, s. 26.
[5] Al-i İmran, 3/159
[6] Şûrâ, 42/36-38.
[7] Ebu Faris, Muhammed Abdulkadir, en-Nizamü’s-Siyasiyye fi’l-İslâm, Amman 1989, 94-96.