Bazı kimseler Kur’ân’ı çok iyi bildiklerini iddia ederler. Fakat kendilerine Kur’ân’dan muhtelif âyetler hatırlatıldığında sanki onları hiç duymamış gibi davranır, ne yapacaklarını bilemez, önce inkâr eder, sonrasında ise gerçekleri kabullenmek zorunda kalırlar. Bunlar yine de iyi kimselerdir; çünkü inatlaşmamış, düşünmüş ve hakkı geç de olsa kabul etmişlerdir.
Ancak bazı sözde âlimler de vardır ki, bunlar gerçeklerle aralarına duvar örmüşlerdir. Onlara âyetler gösterilse, deliller sunulsa, ağızla kuş tutulsa yine de değişen bir şey olmaz. Çünkü bunların gerçeğe ulaşmak gibi bir dertleri yoktur. Günü kurtarma ve durumu idare etme telaşındadırlar. Gerçeklerle yüzleşmek onlara zor gelir; inatla ve ısrarla üç maymunu oynamaya devam ederler. Bazen çaresizlik içinde ve de büyük bir duyarsızlıkla “Bırak o âyeti canım!” bile diyebilirler.
Dolayısıyla her hoca geçineni “hoca kabul etmemek ve sözde âlimlere/çakma ilahiyatçılara karşı dikkatli ve uyanık olmak” gerekir.
“Serçeden başka kuş, çamdan başka ağaç bilmeyen” süfehaya itibar edip onların peşlerinden gidenler hiçbir zaman gerçeğe ulaşamamışlardır ve bundan sonra da kesinlikle ulaşmaları mümkün değildir. Bu ifadelerimiz bir varsayım değil, uzun deneyimler sonucu oluşan bir tecrübenin dışa vurumudur/yansımasıdır.
Bu girişten sonra “Kur’an ile öğüt ver!”[1] emrinin de bir gereği olarak Tevbe Sûresi’nin 6. âyetini Mü’minlere hatırlatmak ve onları sorumluluğa davet etmek istiyoruz. Âyeti birlikte okuyalım.
“Eğer Allah’a ortak koşanlardan (sahte ilahlara kutsallıklar yakıştıranlardan) biri senden can güvenliği isterse (sığınma talebinde bulunursa) kendisine can güvenliği sağla ki, (İslam beldesinde kalma fırsatını yakalayarak) Allah’ın kelamını işitebilsin (Kur’an’ı bütün yönleriyle tefekkür edebilsin). Sonra (Yüce Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerini ona en güzel metotla/temsille sunmana rağmen hâlâ İslâm’ı seçmezse de) onu güven içinde olacağı yere ulaştır (geldiği yere emniyet içinde tekrar dönmesini sağla). Bu (böyle bir tavır sergilemenin nedeni), onların (İslâm’ı) bilmedikleri için (gerçeklerden uzak olmaları sebebiyle şirke bulaşan) kimselerden olmaları ihtimalinden dolayıdır.”[2]
Görüldüğü üzere Tevbe Sûresi’nin 6. âyeti, müşriklerden/kâfirlerden vs. herhangi birinin Müslümanların yaşadığı bir ülkeye gelmesi halinde ona can güvenliği sağlanmasını, bu şahsın Yüce Allah’ı hakkıyla tanıyamadığı için şirke/küfre düşmüş olabileceğini, Allah’ın kelamı Kur’ân’ı dinlemesine, düşünmesine ve davet edilen şeyin hakikatini kavramasına imkân tanınmasını, bütün bunlara rağmen İslâm’ı kabul etmemesi halinde ise geldiği ülkeye güven içinde döndürülmesini emretmektedir.
Dolayısıyla sadece bu âyet bile çok kültürlü yaşam konusunda Müslümanlara önemli mesajlar vermekte, güvenilen ve sığınılan emin insanlar olmalarını, tebliğe, tebyine, tavzihe ve temsile devam etmelerini, inanmayan insanların da hak ve hukuklarını gözetmelerini, onlara müsamahalı davranmalarını, bir anda kestirip atmamalarını, sahih ve güvenilir dinî bilgilerle onları ikna etmeye çalışmalarını emretmektedir.
Kanaatimizce bu âyete dayanarak şunu söyleyebiliriz: Müşrik, ateist, desit, agnostik, nihilist vb. insanların “ortak insanlık ve eşit vatandaşlık temelinde” saygı ve güvene dayalı bir şekilde Müslümanlarla bir arada yaşamalarında herhangi bir sakınca yoktur.
Diğer taraftan bu âyetin tüm Mü’minlere “İslam Tanıtım Merkezleri kurma” ve bunları en güzel şekilde kurumsallaştırıp ilanihaye devam ettirme görevi yüklediği de söylenebilir.
Çünkü Yüce Allah, kendisine şirk koşulmasını en büyük zulüm olarak görmektedir. Dolayısıyla tüm dünyada O’na şirk koşulurken Müslümanların tembel tembel oturmaları ve birbirleriyle didişmeleri doğru olmadığı gibi Yüce Allah’tan başka varlıklara ilahlık yakıştıran bu kimselerin cehalet ve karanlıklar içinde bocalamalarına da kayıtsız/sessiz/suskun kalmaya asla ama asla hakları yoktur.
Öte yandan bu görev yapılırken sergilenmesi gereken güzel üslupla ilgili Kur’ân’ın şu uyarısına da kulak verilmelidir:
“(Ey Muhammed! Bütün insanlığı) Rabb’inin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et (en inandırıcı ve ikna edici yöntemlerle tartış, delillerini/tezlerini ortaya koy!) Şüphesiz senin Rabb’in kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.”[3]
Bütün bu âyetler, Mü’minlere gayr-i Müslimleri İslâm’a davet etme görevi yüklemektedir. Pasaportunu alarak İslam beldelerine turist olarak gelen ve kendi dilinde İslam’ı anlatacak kişiler arayan gayr-i Müslimleri “İslam Tanıtım Merkezlerinde” misafir etmek ve onlara İslam’ı tebliğ etmek bu âyetleri ciddiye almaktır.
Bu itibarla, gönüllü olarak gelip İslam hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlere en az bir ay süreyle böyle eğitim merkezlerde her türlü maddî ve manevî imkânı sunmak ve bu misafirleri en güzel şekilde ağırlamak gerekir. Böyle yapmamak görevi ihmaldir.
Görüldüğü üzere Mü’minlerin yapacakları çok önemli işler vardır. Birbirleriyle uğraşmayı, bölünüp parçalanmayı, tefrikaya düşmeyi, mezhepçiliği, tarikatçılığı, cemaatçiliği, hizipçiliği, egemen devletlerin kuklası olmayı, basit çıkar hesapları uğruna din kardeşlerinin ayağını kaydırmayı ve dünyevileşmeyi terk etmeleri gerekir.
Çünkü tüm dünyaya örnek olacak güzel davranışlar sergilemeyen Mü’minlerin ahirette büyük bir veballe karşı karşıya kalmaları kaçınılmazdır. Zira Müslüman olmak, sorumluluk almaktır. Kaldı ki Kur’ân, bütün Mü’minlere tüm dünyaya örnek/tanık/model/rehber/kılavuz olma görevi yüklemiştir. Âyetleri birlikte okuyalım.
“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta (dengeli ve ölçülü, insan fıtratına uygun davranan, gerçekçi ve makul, merkezi) bir ümmet yaptık…”[4]
“Ve gün gelecek her toplum içinden kendi aleyhlerine bir şahit/tanık çıkaracağız. Ve seni de (ey Peygamber, mesajının ulaşabileceği) kimseler üzerinde şahit/tanık kıldık; nitekim sana adım adım her şeyi olduğu gibi açıklayan, bir doğru yol bilgisi, bir rahmet ve Allah’a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bu ilahî kelâmı indirdik.”[5]
“Ve Allah’ın dâvâsı için, O’nun yolunda gösterilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin! [mesajına muhatap ve taşıyıcı olarak] sizi seçen ve din konusunda üzerinize bir zorluk, bir güçlük yüklemeyen O’dur: [ve size] atanız İbrahim’in inancını [izlemeyi öneren de O]. Elçi’nin sizin önünüzde ve sizin de tüm insanlığın önünde gerçeğe tanık/örnek/model olmanız için geçmiş çağlarda da, bu ilahî mesajda da, sizi “Müslümanlar/kendilerini yürekten Allah’a teslim edenler” diye isimlendiren O’dur. Öyleyse, salâtta devamlı ve duyarlı olun, arınmak için verilmesi gerekeni verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin gerçek Efendiniz O’dur; ne üstün, ne yüce Efendi; ne üstün, ne yüce Yardımcı!”[6]
Sonuç olarak, Mü’minler “İslam Tanıtım Merkezleri” kurmak, buraları kurumsallaştırmak ve en güzel şekilde çalıştırmak zorundadır. Tüm dünya dillerinde faaliyet gösterecek böyle “İslam Tanıtım Merkezlerine” sahip olmayan, buraları kaliteli İslâm âlimleriyle doldurmayan, boş şeylerle ömürlerini tüketen, birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşgul olan Mü’minlerin “sadece beş vakit namaz kılmakla, oruç tutmakla, hacca gitmekle vs.” sorumluluklarından kurtulacaklarını zannetmeleri, Kur’ân’ın mezkûr âyetine aykırıdır. Bu durum, kendisine hatırlatıldığı halde hâlâ hatasında ısrar eden ise Kur’ân âyetleri üzerinde düşünmeyen, Kur’ân’ı rafa kaldıran, sonra da Müslüman olduğunu iddia eden bir zavallıdır.
[1] Kâf, 50/45. Ayrıca bkz. Zümer, 39/27.
[2] Tevbe 9/6.
[3] Nahl, 16/125.
[4] Bakara, 2/143.
[5] Nahl, 16/89. Ayrıca bkz. Nisa, 4/41.
[6] Hac, 22/78.