Fonlar, bir devletin kalkınmasında temel rükündür. Devletler, fon kaynaklarını harekete geçirdikleri ölçüde kalkınırlar. Desene fonlar, devletlerin ana can damarlarıdır. Can damarları kesik milletler, tarih sahnesindeki milletlerle rekabet edememiş, edemezler. Bugün fon kaynakları dere ve ırmaklar gibi boşa aktıkça akıyor.
Desene yatırım yapacak deniz ve okyanuslar kuramadık. Fakirin ve mağdurun gözyaşlarını silemedik. Yatırım ve kalkınma bankaları faiz fitnesiyle kurutuldu. Sosyal güvenlik ve yatırım fonlarının kurumsallaşması durduruldu. Bireysel fonlamalar enflasyona yenik düşürüldü. Fonlama havuzuna güven bilinçli sarsıtıldı. İktisadi hayatımız adeta eso-es veriyor.
Bak işte bugün muhtaçlar, sığınacak bir liman, tutunacak bir dal arıyor. Kur’an’dan akan fon kaynakları aktıkça akıyor. Kızılırmak, Yeşilırmak, Fırat ve Dicle nehirleri aktıkça akıyor. Desene dereler ve çaylar hep boşuna akıyor. Müslümanlar bu derelere baktıkça bakıyor. Kalkınma ve kurtuluş bu fonların tekrar harekete geçirilmesinde yatıyor.
Zekât ve fitre yani mal ve can sigortalarımız birey ve toplumların yaşam teminatlarıdır. Bu fon kaynaklarını harekete geçiremeyen milletler sürünmeye mahkûmdurlar.
Büyük devletler, şirketler kurmak suretiyle, hem kalkınmaları için güç kaynaklarını birleştirmişler, hem de büyük iktisadi barajlar kurarak geleceğe daha sağlıklı yürümeyi hedeflemişlerdir. İleriyi göremeyen, iktisadi güçlerini birleştiremeyen devletler, geri kalmışlardır. Bu devletler ihtiyaçlarını ve güçlü olmalarını temin edemeyen bu milletler, diğer milletler tarafından istismar edilmeye mahkûm olmuşlardır. Geri kalan milletler, ileri giden milletlerle, arayı kapatmaları bir hayli zaman alacağa benziyor.
Bu geri kalmış devletleri çeşitli entrikalarla tuzaklara düşürdüler. Önce mal kavramında yaptıkları tanımlarla, bu milletleri iktisadi kavgalara sürüklediler. Paranın yapısı değiştiği halde, riba kavramını kullanarak, katılım ve yatırım bankalarının, fon toplamasına mani oldular. Katılım ve yatırım bankalarının, iktisadi barajlar kurmasının önüne geçtiler.
Âtıl duran paraların ekonomiye kazandırılması için bir milletin topyekûn gücünün kullanılması gerekirdi. Yeni para birimi olan nominal değerli kağıt paranın, enflasyon veya deflasyon konusunu iyi anlayamadığımızdan dolayı, klasik tarım toplumlarının reel pozitif para için söylenenleri, bu itibari paraya da geçerli kıldılar. Devlet ile vatandaş arasında riba cereyan eder mi konusu tartışılırken; kendi devletine borç vermenin bile faiz sayıldığı klasik dönem anlayışını, dini kesimin güçlü nefesleriyle, fon toplayamaz hale düşürdüler. Güçsüzler tarihten bir şey alayım derken hep elindekileri de kaybederler. Desene güçsüz kişileri tarih yok etmiştir bilesiniz.
Kalkınmakta olan devletler fon toplayamayınca, ekonomik yatırım yapması mümkün olamamıştır. Kendi toplumundan borç temin edemeyen toplumlar, dış devletlerden yüksek faizli krediler almaya mahkûm edildiler. Kendi devletinin vatandaşından aldığı kredilerin geri ödenmesinde, fazla olarak ödenmesi, faiz görülürken; İMF gibi dünya bankasından alınan krediler için ödediğimiz faiz miktarını hiç hesaba katmadılar. Bunu kendi değerlerimizi kullanarak, İslam dünyasını fon toplayıp iktisadi baraj kurmasına engel olup perişan ettiler.
İslam dünyası bugün pek çok alanında işi bilen veya bilmeyen hamaset ve lafzi yorumlarla duygusallık peşinde koşmaktadırlar. Bir milletin kendi değerlerinin kullanılarak bu kadar kötülük yapılması düşünülemezdi. Bakın şimdi birer birer ölüyoruz. Biz hâlâ işin ciddiyetini anlamış bile değiliz. Ribanın zerresi arşı titretir. Hiçbir kimse ribaya helal diyemez. Ama riba nedir? Bu konunun derinlemesine ele alınması zorunludur.
Bugün ticaret hayatı adeta eso-es veriyor. Oysa bizim pratikte ahlaki ilkelerimiz vardı. Hak etmediğin senin değildir. Bu, bir tür ribadir. Sen çalış ben yiyeyim. Bu da bir tür ribadır. İslam toplumlarında ticari sahanın en az bilinen konulardan biri de ne yazık ki riba konusudur. Riba konusu iktisadi hayatin gaip âlemi gibidir. Bu konuda her kafadan bir ses çıkıyor. Bir kısmı reel para politikasından, itibari para politikasına henüz geçememiştir. Oysa dönem kredi ekonomisine doğru ilerliyor.
Haksız kazanç batıldır. Bu anayasal üst norm gibidir. Ticari hayatta hâksiz kazanç yolları, meşru gelire sebep olamaz. Zaten de haksız kazancı hiç bir bilgin veya kâmil akil meşru görmez. Bu konuda (Aristo, Eflatun, Sokrates), (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) tek din olan İslam dini, ortak ve kâmil akıl aynı noktada birleşirler. Bugün iktisadi hayatin gerçeklerinden kopuk binlerin, tarihte yaşadıklarını da görmek çok acıdır. Garip olan bu klasik söylemleri dindarlık sebebi görürler. Desene içtihatların nas gibi telakki edildiği bir toplumda yaşıyoruz.
Çözüm üretim faktör gelirlerinin, kaynak açısından yeniden ele alınmasını gerekli kılmaktadır. İktisadın ilkelerini ihlal, daha çok insan hakkını ihlal sayılır. Riba bir kul hakkıdır. Klasik dönemde fakirlik tehlike görülürken, (köle toplumu oluşmasına sebep olmuşken) bugün bu manada zenginlik daha büyük tehlike olmuşa benziyor. Riba bir sömürü düzeni olup haksız kazancın bir türüdür. İslami ilkelerin ihlalinden elde edilen her tür gelir, ribadir. Riba yetmiş kusurdur, birini bankalardaki haksız sömürüye ayırdığımızda, atmış dokuzu piyasada kol geziyor. Değerli ulemamız da klasik söylem ve yorumları tekrarlayıp duruyor. Hak etmediğin hiç bir kazanç senin değildir. Emeğin, alın terin, helal kazançtır. Desene ticarette dürüstlük, asli ilkelerden biridir. Dürüst tüccar, nebilerle, sıddıklarla, şehitlerle beraberdir bilesiniz. Saygılarımla.