لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ)
Ramazan boyunca altı temel inanç ilkemizi, ayrı ayrı ele almak istiyorum. Müslümanlar tekrar eski sadet günlerine geri dönmek istiyorlarsa; bu altı temel ilkeyi hayatlarına hâkim kılmaları zorunludur. Aksi takdirde Müslümanlar, bu temel ilkesizlikler nedeniyle bir bataklıktan diğer bataklığa sürüklenecekleri açıktır. Bunun için Ramazan boyunca bu altı vahyin temel ilkelerini sade bir şekilde ele almayı ve analiz etmeyi düşünüyorum.
Bazı arkadaşlarım Müslümanlar arasında bu gidişatın ne olacağı ve ne yapmamız gerektiği konusunda soru sordular. Onlara vahyin temel ilkelerine yeniden iman edip bir meşale yakmak gerektiğini söyledim. Peygamberimizin yaptığı gibi önce zihinsel ilkelerimize imanın gerekliliğinin fark edilerek yola çıkmamız gerektiğini söyledim. “Böylece belki Anadolu’da bir meşale hep birlikte yakarız” dedim. “Belki gelecek nesillerin duasını alırız” dedim. “Belki baharı bekleyen bülbüllerin sedası oluruz” dedim. “Belki dünyamıza medeniyet güneşinin doğmasına sebep oluruz” dedim. “Belki de vahyin yeniden pratiğimize hâkim kılınmasına bir başlangıç yaparız” dedim.
Öyle ki bendeniz vahyin bu temel ilkelerini, tekraren icraata sokmak, insani ve İslâmi bir görev olarak addediyorum. Vahyin birlikte yaşam projesine imanın gerekliliğine inanıyorum. Önce birlikte yaşam ilkelerimize imanın farz olduğuna inanıyorum. Vahyin birlikte yaşam projesine iman etmeyen bir toplumun selamete çıkması mümkün gözükmemektedir. Bu inanç ilkelerine iman etmeyen toplumlar, bir bataklıktan başka bir bataklığa sürüklenip dururlar. Allah ile aldatıp kendilerini kandırırlar. Atalarına sığınıp Allah’ın yolunda kütük olurlar.
Öte yandan umulur ki ülkemizde daha yiğit üstatlar çıkar da bu temel ilkeleri hayatımıza hâkim kılmamızda bizlere de öncülük ederler. Öncelikle insan bizim insanımızdır. Hangi aşiret ve kabileye esir düşmüş olsa da kayıp kardeşlerimizdirler. Bu insanların kimi aldatılmış, kimi aldanmış, kimi de akan nehir içerisinde kendini hayatın kollarına bırakmış bir meçhule doğru yol almaktadırlar. Yüzlerini güneşe çevirmiş, bir kıvılcım beklemektedirler. Artık güneşin şarktan yeniden doğmasını beklemektedirler. Bilesiniz ki güneş şarktan çoktan doğmuştur. Bugün karanlıkta kalıp kışta üşümüş, bir meşale yakılmasını beklemektedirler. Desene bugün insanlık, tutunacak bir dal, sığınacak bir liman aramaktadırlar.
Bu ağır yükün altından nasıl kalkarız bilemiyorum. Ancak samimi niyetlerle bu altı temel inanç ilkesini tekraren kaleme almak istiyorum. Yıllarımı bilimsel alana vermiş biri olarak, çok kitaplar okuduk, çok süslü laflar dinledik. Hiçbiri dertlerimize derman da olamadı. Yaralarımız kanadıkça kanadı. Bir yerlerde hata yaptığımızın farkına vardığımızda belki de çok geç oldu. İnşallah bugüne kadar yaptığımız hatalardan vaz geçeriz. İnsanlığa örnek bir nesil yetiştirir de geleceğimiz belki kurtulur diye ümit ediyorum.
Bilinmelidir ki İslâm dininin, birlik ve beraberlik içinde yaşamanın temel ilkeleri vardır. İslâm dininin, birlik ve beraberlik içerisinde yaşanmasının temel ilkesi de TEVHİTTİR. Bu ilke vazgeçilemez ve terk edilemez bir ilkedir. Bu ilke doğuştan kazanılmış, hak edilemez bir ilkedir. Tevhit ilkesi, bütün insanların, insan olarak, doğuştan kendilerine verilen hakların eşitliği esasına dayanmaktadır. Bu tevhit ilkesi, doğuştan hakların eşitliği yanında, bütün insanların sosyal hayat ve hukuk önünde eşit olduğunun bir haykırışıdır. Gelin Mazlumlar…! Hep birlikte bu TEVHİDİ haykıralım…!
Tevhit ilkesi, İslâm dininin birlikte yaşam projesinin asli ilkesi kabul edilmiştir. Vahyin yeryüzüne doğrudan veya dolaylı müdahalesi, bu tevhit esasına dayanmıştır. Hz. Peygamber bu tevhit ilkesini esas alarak sorumluluğunu ifa etmiştir. Bu tevhit ilkesi ile bütün insanlığa genel bir çağrı yapılmıştır. Bu tevhit ilkesi gereği, üstünlüğün ancak ve ancak, Allah ve insan hakkına saygı duymaktan geçtiği ifade edilmiştir. Esen takva da her türlü rüzgârlara karşı şekil değiştirmeden sabit kadem olmaktır. Gelin hep birlikte vahyin bu tevhit ilkesine iman edelim…!
Tevhit ilkesinin zorunlu şartı, bireyler ve toplumlar arasında sınıfsal ayrıcalıklara son verilmesini emreden bir akide olmasıdır. Bu akidenin pratik uygulanışı, camideki saf düzeninde kurulmuştur. Vahyin bu saf düzeni bizlere sosyal hayatta da her türlü sınıfsal ayrıcalıklara son verilmesini emretmiştir. Desene sosyal hayattaki tevhit ilkesinin pratik göstergesi, camideki saf düzenidir. Peygamberimiz döneminde, sosyal hayattaki tevhit ilkesinin pratik göstergesi de sınıfsal ayrıcalıkları reddetmekle başlatılmıştır. Bu tevhit ilkesinin zorunlu şartı, bütün insanların doğuştan kazandıkları haklarının ihlali ve ihmaline son verilme çağrısıdır. Akıl sahibi insanlar arasındaki üstünlüğün ise ancak ve ancak düşünmek ve insanlığa faydalı işler yapmakta olduğu temel ilkesi benimsenmiştir.
Öyle ki bu tevhit ilkesinin sosyal hayattaki icrası, camideki ibadet hayatındaki saf düzeninin, sosyal hayattaki hakların, adl ve kısd düzeninin pratik göstergesi olsa gerektir. Oysa mümin, kelimeyi tevhidin lafzını söyleyerek Müslüman olmaktan ziyade, manasına inanan ve pratiğe yansıtan insan demektir. Ancak akidevi terazimiz bozuksa tarttığımız hep boşuna olacaktır bilesiniz.
Sonuçta tevhit ilkesiyle, sosyal hayatta haklar konusunda bu terazinin de (ibadetlerdeki saf düzeninde olduğu gibi) hiçbir sınıfsal ayrıcalığa imkân tanınmadan, denk tutulması akidesi yerleştirilmiştir. Ne yazıktır ki Peygamberimizden sonra, İslâm’ın bu tevhit ilkesi, Emevi ve Abbasiler dönemlerinden sonra, trenin ray değiştirmesi gibi sosyal siyasetle ray değişimi yaşatıldığı, cahiliye adetlerine gerisin geri dönüldüğü belki de hiç akla getirilmemiştir.
Sosyal hayattaki tevhit ilkesinin pratikte uygulamasına gelince; tevhit; kadın ile erkek, emek ile sermaye, zengin ile fakir, işçi ile işveren, devlet ile vatandaş, efendi ile köle gibi insan olma özelliğinden kaynaklanan, doğuştan kazanılmış ve vazgeçilemez bir hak terazisinin sosyal hayatta da denk tutulması anlamına gelmektedir.
Dinlerin gönderiliş gayesine bakıldığında, yeryüzünde bu tevhit ilkesi ihmal edilince, Allah (cc) yeryüzüne Peygamberler aracılığı ile müdahalelerde bulunmuştur. Allah’ın yeryüzüne bu müdahaleleri, genellikle toplumların zihinsel tefessüh etmiş olmalarından, ibadetlerine de bidat karıştırdıklarından gerçekleşmiştir. Allah’ın yeryüzüne son müdahalesi de Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile bu tevhit ilkesinin yerleştirilmesi için yapılmıştır. Hz. Peygamberimiz Mekke’de bu tevhidi mücadeleyi verdiği için imtiyazlı Mekke müşrikleri bu tevhidi ilkeyi kabul etmeyerek inkâr ettiler. Mekke müşrikleri kendilerini imtiyazlı insanlar gördüklerinden bu rahatlıklarından vaz geçmek istemediler.
Öyle ki Mekke müşrikleri sınıfsal ayrıcalığı hayatlarında saygınlık olarak kabul etmişlerdi. Kendilerinin dünya nimetlerindeki üstünlüklerini bir ayrıcalık olarak görmüşlerdi. Bâtılı hak gören bir anlayışa saptıkları, yaşadıkları gibi inanmaya başladıkları bir ortam kurmuşlardı. Sonuçta mağdurlar ve mazlumlar çoğalmış, zayıf olanlar ezilmiş, haklar ihlal ediliyordu. Güçlü olanların haklı oldukları inancına sahip bir toplum yapısı oluşmuştu. Mekke müşriklerinin zihinleri tefessüh etmiş olduğundan yeryüzüne tekraren Kur’an ile son müdahale yapılmıştır. Bu müdahale, yeryüzündeki bütün insanlığa yapılmış son tevhit çağrısıdır.
Tarih boyunca Allah’ın yeryüzüne müdahalesi hep bu zihinsel / itikaden tefessüh etmiş toplumların akidesini düzeltmek için olmuştur. Bugün bu gerçeği göremediğimiz sürece (Mekke’de Peygamberimizin yaptığı gibi) önce ilkelerimizi belirlemediğimiz sürece hep sürüneceğimiz anlaşılmaktadır. Bunun için önce Allah (cc) akidevi tevhit ilkesini temel ilke olarak emretmiş, bu temel ilke olmadığı sürece hayatın hiçbir anlamı olamayacağına vurgu yapmıştır. Her dönemin ilkesi bulunmaktadır bilesiniz.
Bu tevhit mücadelesi, tarihten günümüze özgürlük ve kölelik mücadelesi olarak da görülebilir. Tarihten günümüze kölelik müessesesi bir şekilde devam ettirilmektedir. Oysa tarihten günümüze analarının hür ve eşit olarak doğurduğu insanları, köle yaparak, sosyal hayatta eşit haklarla mücadele etmelerinin önü sürekli kesilmiştir. Zamanla insanlar tekrar cahiliye adetlerine gerisin geri dönerek, insanlar tekrar modern şekilde köleleştirilerek sömürü düzenlerini devam ettirmişlerdir.
Bugün dünya Anayasalarında eğitimde, iş hayatında, kanun önünde, sosyal hayatta fırsat eşitliği yazılsa da pratikte hiçbir ülkede bu eşitlik / tevhit sağlanamamıştır. Tevhidin meşalesini tekraren yakmak için yiğitler meydanına er kişiler aranmaktadır. Buyurun gençler er kişi niyetine..! Peygamber mücadelesinin erleri meydanlar sizlerindir. Bu yol hak yoludur. Bu yol medeniyet yoludur. Bu yol insanlığın kurtuluş yoludur. Bu yol tevhit yoludur. لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ
Bir sonraki devamı yazımda konunun daha iyi anlaşılması için tevhit ilkesinin sosyal hayattaki pratik uygulaması hakkında ayrıntılı analiz yapmak istiyorum. Saygılarımla.