Aslında öğrenciler, internler, hatta asistanlar, askerlerimize çok benzerler. Komutan, emirlerini ne kadar sert verirse, askerlere ne kadar çok bağırırsa, verdiği emirler çok daha kolay, anında ve net uygulanırmış. Bize bunu askerlik eğitiminde, üstüne basa basa anlatmışlardı. Teorik derslerde ve vizitlerde, zaman zaman hocaları kontrpiyede bırakacak sorular soran öğrenciler olur, olmuştur. Bunu bilen bazı uyanık hocalar, derslerde, vizitlerde, başta asistan, intern, stajyer, hemşire, personel, hasta yakını, refakatçi, artık yanında kim varsa, olur olmaz ona buna, gördüğüne bağırır, eleştirir, önüne gelen herkesi fırçalar. Özellikle ameliyatlarda, asistan, hemşire ve diğer görevlilere, bilerek kötü davranır, onları sıkça aşağılar, her yaptıklarına bağırır durur. Böyle sert ifadeler, sadece askerlikte ya da üniversitelerde olur diyenler, yanılırlar. Siyasette de liderler, mitinglerde sadece konuşmuyorlar, toplumla kavga edecek şekilde, var güçleriyle bağırıyorlar.
Fakültede bir süre sonra, “ters hocadır” bulaşmaya gelmez diye hocanın namı duyulur, adı çıkar. Hele de sözlü sınavlarda, diğer hocalara kıyasla, çok fazla öğrenci bırakıyorsa, öğrencileri devamlı aşağılıyorsa, asistan ve öğrenciler, kendisinden çekinip tırsarak, derslerde ve vizitlerde ona bulaşmamaya çalışırlar. Soru sormaya dahi, cesaret edemezler.
Bunu bir örnekle açıklayayım. Vefat edene kadar, yirmi altı yıl boyunca, Ankara Zekai Tahir Burak Doğumevi’nin başhekimliği görevinde bulunan, yıllardır hastane bahçesindeki lojmanda yaşayan büyüğümüz, gece acil olarak gelen bir hastası için hastaneye çağrılıyor. Nöbetçi doktorlar, el pençe divan, onu bekliyorlar. Aslında başhekim, evinde TV seyrederken rahatsız edildiği için, çok sinirli ve burnundan soluyor. Bir eksiklik bulup, girişteki görevliye okkalı bir tokat atıyor. Nöbetçi görevli boş durur mu, ertesi gün hemen yöresinin milletvekiline şikayette bulunuyor. Konuya çok hakim olmayan milletvekili, (güya başhekimi azarlayabilecekmiş gibi) hemen telefona sarılıyor. Başhekim ise, uzun yıllar içinde, çok sayıda, vali, genel müdür, müsteşar, bakan, başbakan ve sayısız milletvekili görmüştür. Yöneticilikte oldukça deneyimlidir. Hastanenin durumunu, yılda kaç doğum, kaç ameliyat yapıldığını, ihtiyaç, eksiklik ve aksaklıklarını, doktor, hemşire, personel ve hastane yönetimindeki sorunları milletvekiline uzun uzun anlattıktan sonra, tokat attığı görevli için, ‘gelsin elimi öpüp özür dilesin, affedeyim’ diyor. Mesaj alınmıştır, görevli hemen ertesi gün başhekime gidip, elini öperek özür diler.
Despotism, mobbing ve emir komuta yönetimleri, maalesef hala günümüzde, pek çok hastane, klinik ve devlet dairelerinde uygulanan, çoğunlukla da normal görülen bir davranış biçimi. Fakültede, öğrenci ve asistanlarımıza, koçluk yaparak, modern hekimlikle birlikte, teorik tıp bilimi, cerrahi teknik, humanist davranış ve özellikle deontolojiyi elden geldiğince öğretmeye çalışırız. Yaşamında, şimdiye kadar ailede ‘el bebek gül bebek’ büyümüş, anne-babası dahil, kimseden emir almamış, egoları tavanda, ekmek fiyatını bilmeyen, maddi durumu oldukça iyi öğrencilerin yanında, çok güç koşullarda, ekonomik ve sosyal sıkıntılar içinde büyümüş, deyim yerindeyse, itilip kakılmış, çekingen öğrencilere de rastlıyoruz. Hepsini, klinikte aynı potada olgunlaştırmak, hümanist davranış, empati, bilgi ister, sabır ister, bunların yanında, zaman ister. Öğrenci ve asistanları, bilgili, kendine güvenen, her açıdan sağlıklı bireyler olarak yetiştirmek öğretim üyelerinin ana hedeflerinden olmalıdır.
Hekimlerin, ‘Allah ile insan arasında bir yerde bulundukları’ hep söylenir. Hastaların tedavileri ve gelecekleri hakkında, yargıçlar ve savcılar gibi kesin karar vermemiz doğru değildir. Eskiden olduğu gibi, ‘sen bilcen doktor bey’ dönemi çoktan bitmiş olmalıdır. Hastalığın tanısı konulduktan sonra, tedavi seçeneklerini, tedavilerin riskleri, avantaj ve dezavantajlarını, tek tek, sabırla hasta ve yakınlarına anlatıp, tedavi seçeneklerini de net olarak ortaya koyduktan sonra, hastalarımız, hangi tedaviyi seçeceklerine, yine kendileri karar verirler.
Hastanede işler, daima belirli düzen içinde devam etmelidir. Mesaiye, sabah kaçta başlanacak, kim hangi gün, kaçıncı vakanın ameliyatına girecek, vizite, derse, pratiğe kaçta başlanacak, hepsi önceden bellidir. Eğer sabah başlangıçta bir aksama olursa, işler akşama kadar, aksayarak devam eder. Bu bakımdan zamanlama çok önemlidir. İşlerin düzenli yürümesi için, öğretim üyesi, asistan, öğrenci, hemşire, sekreter, memur, personel dahil, tüm görevlilerin işlerine zamanında başlamaları gerekir.
Beyaz önlüklerimiz, devamlı temiz ve ütülü olmalıdır. Öğrenciler hocalarını, birer rol model olarak gördüklerinden, hocaların ve asistanların, kılık kıyafet, konuşma ve davranışlarına çok dikkat etmeleri gerekir.
Aslında tıp eğitimi, uzun olmakla beraber, aşırı zor değildir. Ancak, devamlı ve sistemli çalışmayı gerektirir. Ailevi ya da ciddi bir sağlık sorunu olmadıkça, fakülteden isteyerek ayrılmadıkça, öğrencilerimizin hemen tamamı, (bazıları sınıf kaybetseler de) eninde sonunda, başarıyla mezun olarak, diplomalarını alırlar.
Bir dönem asistanlar vizitlerde, çoğu kez hastaları, isimleri yerine hastalık adlarıyla sunuyorlardı. Bir gün ameliyat ettiğim bir hastam bana, ‘hocam biliyor musunuz bilmem, burada benim adım yok. Soranlara, ‘ben Haldun hocanın endometriumuyum’ diyorum. Çünkü asistanlarınız, her sabah vizitte, beni öyle takdim ediyorlar’ dedi. Böylece hastamız tarafından, nazikçe uyarılmış olduk. O olaydan sonra asistanlarımız, önce hastanın adını söylemeye özen gösterir oldular.
Cuma hariç, klinikte her gün ameliyatlarımız olur. Cuma günleri, haftalık eğitim günümüzdür. Sabah dokuzda, hocalar, asistanlar intern ve stajyerlerle birlikte dershanede toplanırız. Toplantıyı varsa anabilim dalı başkanı, yoksa kıdemli bir hoca yönetir. Bölüm başasistanları, haftanın vakalarını sırayla anlatırlar, filmler, ultrason, radyoloji ve patoloji raporları gösterildikten sonra, her vaka tartışmaya açılır. Daha sonra haftanın semineri ya da konferansı olur. Konferans vermek için, bazen başka fakültelerden davetli hocalarımız olurlar. Her vaka, stajyerlerden başlayarak, sırasıyla intern ve asistanlara da sorularak, onların fikir görüş ve önerileri alınır. Vakanın sahibi başasistan ve hocası, her soru ve öneriyi yanıtlamaya çalışırken. Yapılanları savunur. Toplantılarımız, genelde kırıcı ve sert geçer. Bu yüzden adına, ‘kanlı cuma’ diyenler de olmuştur. Maalesef, cuma toplantılarından sonra, bir başasistanımızda mide kanaması oldu. Bir diğeri, kalp krizi geçirerek, acil bypass ameliyatına alındı. Bir hocamızı, şiddetli göğüs ağrısı nedeniyle, acile götürdük, yapılan tetkiklerde akciğer kanseri olduğu anlaşıldı ve tedaviye alındı. Maalesef hocamızı, birkaç ay sonra kaybettik.
Halide Edip, milli mücadele sonrası, Demirci Efe’ye sorar: “kızanlarına ve ahaliye neden çok zulmediyorsun?” Demirci Efe cevap verir: “yönetmek ya ilimle olur, ya zulümle. Bende ilim yok”. Üniversitede ve hayatta, yolumuza daima ilimle devam etmeliyiz. Her tartışmada, daima bilimsel verileri referans göstermeliyiz.
Atatürk, bu konuda şöyle diyor: ‘Günün birinde benim söylediklerim, bilimle çelişirse, bilimi seçin’.
Gençlerle çalışmak, onlarla birlikte olmak, hocaları da gençleştir derler. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar, üniversitede hocalık yaptım. Bildiklerimi öğretmek ve yenilikleri öğrenip gençlere de aktarmaktan büyük haz aldım. Bilginin aktarılması ve dağılımı için, çok sayıda, telif ve çeviri kitaplar yayınladım. Yetiştirdiğimiz öğrencilerin, fakülteden mezun olduktan sonra, ülkemizin her yöresinde, iyi hekimlik yapmaları ve yüksek görevlere gelmeleri beni fazlasıyla memnun ediyor.
Yurt dışına çalışmaya gidecek genç arkadaşlarıma önerim :
Gelişmiş ülkeleri, toplumların yaşantılarını ve tıptaki yenilikleri, gidip görün ve yerinde öğrenin. Yurt dışında, kısa ya da uzun süre çalıştıktan sonra, öğrendiklerinizi gelip ülkemizde uygulayın. Bildiklerinizi, gençlerimize öğretin. Ülkemizin sağlık alanında gelişmesine, katkıda bulunun.
Aradığımız her bilgiye ulaşmak, eskiye oranla çok daha kolaylaştı. Pek çok kitap ve bilimsel dergiye sanal ortamdan da erişilebiliyor. Yolda, otobüs ve metroda, kulaklığınızdan kitapları dinleyerek okuyabilir, hem de boşa geçecek olan vaktinizi değerlendirebilirsiniz. Özellikle şu iki şeyi çok iyi öğrenmenizi isterim. Çalışmalarınızda ve mesleki yaşantınızda onları daima kullanın. Birincisi, başta İngilizce olmak üzere, en az bir yabancı dil, diğeri ise istatistiktir.
Gençler, görüyorum ki, hepiniz çok zeki ve akıllısınız. Bunu, bizleri dinlerken, kütüphanede çalışırken hatta koridorlarda gezerken, gözlerinizden anıyorum. Diğer fakülteleri kazanan öğrencilerin de, sizler gibi olduklarını umuyorum. Sizi meslektaşlarınızdan ve diğer mesleklerden ayıracak olan tek şey, ‘çok çalışmanız ve çok okumanız’ olacaktır. Zira tıptaki bilgilerimiz, 3-5 yılda bir revize olup yenileniyor. Yeni buluşlar, yeni ilaçlar, yeni teknikler, yepyeni tanı olanakları ve devamlı olarak, daha gelişmiş sofistike cihazlar çıkıyor. Bunu bir bayrak yarışı olarak düşünün. Ülkemizi ve görevlerimizi, gençlerimize emanet ediyoruz. Aldığınız emaneti, çok iyi değerlendireceğinizden, asla kuşkum yoktur.
Ben çok çalışmaktan yorulupta sıkıldığımda, önce pencereyi açıp derin derin nefes alır, bir süre Anıtkabir ve uzaklara bakarım. Yerime oturduğumda, masada daima elimin altında bulunan, şu iki yazıyı okurum. Bunlardan İlki, ‘Atamızın Gençliğe Hitabesi’dir. İkincisi ise, milattan önce dokuzuncu yüzyılda yazılmış olan, ‘Xsanthos Tapınak Yazıtı’dır. Size de, sıkıldığınızda okumanızı öneririm. Genç arkadaşlarım, size hem fakültede hem de ilerideki çalışma hayatınızda, üstün başarılar dilerim.
Biruni Tıp Fakültesi’ndeki toplantı için, önceden hazırlayıp, vakit darlığından söyleyemediklerimi, ‘Akademik Akıl’da yazarak, sizlerle paylaşmak istedim.
8 yorum
Aslında benim çok üzüldüğüm doktorluk mesleğinin kalitesinin kaybolmasıdır nedeni çok eğitim düzelmedikçe olmaz
Maalesef tepeden tırnağa kokuşmuşluk Tıp Eğitimini de bozdu. Akademisyenlerden de hastaya müşteri gözüyle bakılması isteniyor. Akademik kafa yapısı yerini esnaflığa bıraktı(istisnalar hariç) Pediatriye asistan gelmiyor. Kadın Doğumun puanı 46 ya düştü. Örnek aldığımız Hocalar yaş haddinden emekli,ya da hayatım kaybetti. Şahsım için O bir efsaneydi diyorlarmış çoğu öğrencilerim.Yine de şanslıyım,mesleğimi de akademisyenliği de keyfle yaptım. Bu sistem sağlığımı bozduğu için yaş haddini beklemedim.
Çok değerli Haldun Hocam,
Olayları çok güzel tasvir edip ,değerli bilgi ve deneyimlerinizi anlatmışsınız. Doktor değilim ama emekli bir subay olarak da askerlik hayatını da çok güzel irdelemişsiniz. Elinize, kaleminize ,yüreğinize sağlık. Selâm ve saygılarımla.
Çok faydalı,aydınlatıcı ve gençlere yol gösterici bir yazı.böylesi uyarılara çok ihtştaç olduğunu düşünürüm
Makalenizi okuduktan sonra nedense; bu platformda yayınlanan; Prof. Dr. Hülya Yücel’in yazdığı “Akademisyenler psikopat mı” adlı makaleyi hatırladım.
Makaleyi bir kere daha okudum. Bence iki makale birbiri ardısıra okunmalı…
https://www.akademikakil.com/?s=psikopat+m%C4%B1
Değerli hocam
Üniversitede yenilikleri takip edip,tecrubelerinizi devamli aktaran ,iyi insan iyi hekim olmayı destekleyen saygın bir bilim adamsınız.
Sizi ,uzaktada olsa hep takip ettim,yazdığın jinekolojik onkolojibkitabini k9nulari tekrar tekrar altını çizerek beynime nakşettim. ESGO ile ortak servik ca,over ca çalışmalarına katildim sonunda
Buda bana başarı getirdi .Ardindan ESGO dünyada 114 akademisyene uluslararası sertifika verdi ve bende bunun içinde yer alıyorum.Atamizin bana sağladığı eğitimde eşitlik uygulamasından, parasız yatili lise desteğinden Köyden çıkıp en üstlere çıkmayı sağladı.
Ağzınıza sağlık
Değerli abim,hocam
Profdrkadir güzin
Makalenizi okuduktan sonra nedense; bu platformda yayınlanan; Prof. Dr. Hülya Yücel’in yazdığı “Akademisyenler psikopat mı” adlı makaleyi hatırladım.
Makaleyi bir kere daha okudum. Bence iki makale birbiri ardısıra okunmalı…
https://www.akademikakil.com/?s=psikopat+m%C4%B1
İyi hoca ‘ya en güzel örnek sizsiniz .
Değerli Hocam saygılar sevgiler selamlar.