1966 İtalyan yapımı ve orijinal adı İtalyanca: “Il buono, il brutto, il cattivo” olan ünlü Western filmini çoğu insan hatırlayacaktır. O yıllarda uzun süre gösterimde kalan bu filmde Clint Eastwood iyi, Eli Wallach çirkin, Lee Van Cleef de kötü rollerini paylaşmışlardı. Normalde de Western filmlerini severim, ama özellikle bu filmi hatırlamamın nedeni, son birkaç haftadır tanık olduğum bazı olaylardır. Bu haftaki köşe yazımı böylesine sevimsiz bir konuya ayırmaktan aslına bakarsanız hiç de hoşnut değilim. Gelelim, bu yazının yazılmasına neden olan gözlemlerime.
Son günlerde eşimin bazı rahatsızlıkları dolayısıyla gerek kamu gerekse özel sektördeki sağlık kuruluşlarına sık sık gidip gelmeye başladım. Bu sırada bir de “Doktor kendi başına gelince gerçeği gördü” (Hürriyet, 30 Mart 2012) başlıklı haberi okuyunca, tanık olduğum bir iki çarpıcı olayı bu köşeye taşımam gerektiğine kanaat getirdim.
Uzm. Dr. Aytekin Yalman’ın anlattıklarını benim gibi pek çok insan okumuş ve özellikle belli bir yaşın üzerindeki tüm sağlık çalışanlarının en azından gözleri yaşarmıştır. Ne diyor Dr. Yalman hikâye haline getirdiği yaşadıkları ile ilgili olarak: “Tümör konseyine girdiğimde, hekimler bırakın ‘Geçmiş olsun’ demeyi, yüzüme dahi bakmıyorlardı. Hasta bir hekim olarak zaten başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak ne kadar değersiz olduğumu düşünüyordum. Oysa, onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?” Bu sözlere eklenecek başka ne olabilir ki? Bu hikâye, tüm tıp fakültelerinin her sınıfında hekim davranışlarının nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir kaynak olarak genç hekimlere hatırlatılmalı ve öğretilmelidir.
İzmir’de üniversiteden emekli olup muayenehane açan bir cerrah hoca. Bir başkası, İstanbul’da emekli olup muayenehane açan bir cerrah hoca. İkisinin de ortak noktası pırıl pırıl bir muayenehane, oldukça kibar hasta ve hasta yakını kabulü, paragözlülük yok, sevgi ve saygı ön planda, etik ve deontolojik kurallara son noktasına kadar riayet. İşte iki örnek hekim profili ve herhalde filmdeki “iyi” örneği.
Bursa’da bir öğretim üyesinin özel muayenehanesi; darmadağınık, bir tarafta bisiklet ve spor ayakkabısı diğer tarafta hasta muayene masası, asık bir surat, sevgisiz ve saygısız bir karşılama, hastaya ve hasta yakınına höt höt. Düşünülen sadece para. Bunu da filmdeki hangisinin yerine koyarsanız koyun; ister “kötü”, ister “çirkin”, isterse “terbiyesiz!”
Üniversitelere ve Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerdeki içler acısı durumu daha sonra örnekleyeceğim.
Sağlık çalışanlarının birazcık empati kurarak, varlık nedenleri olan hasta ve hasta yakınlarına karşı davranışlarını ayarlamaları gerekir. Yani, birazcık da iğneyi kendimize batırmalıyız, daha sonra hastaya ya da hasta yakınına çuvaldızı batırabiliriz. Hekimlik, hâkimlik ve öğretmenlik özveri ve sabır isteyen mesleklerdir. Kimse insanları zorla hekim yapmıyor. Hekimlik ilkelerine uyma gücünü ve yeteneğini kendisinde göremeyenler bu kutsal mesleği seçmemelidir.
Sağlık Bakanlığının televizyonlarda yayımladığı bir kamu reklamı ile yazıma son vereceğim: “Sevgi en iyi ilaçtır!”
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kaalın.