İzmir’de arsenikli su tartışması devam ederken kentte kanser vakalarında artış yaşandığı savları gündemde yerini aldı. İzin verirseniz bu gelişmeyi, alanımla ilgili yorumlamak isterim. Demans ve Alzheimer vakalarının etiyolojisinde beyinde birikici ve toksik etkisi olan ağır metaller önemli yer almaktadır.
Her ne kadar ülkemizde demans ve çeşidi olan Alzheimer vakalarına yönelik henüz sağlıklı bir veri tabanı oluşturulmamışsa da Alzheimer ve demans vakalarının yurt dışı postmortem çalışmalarında içme sularına karışan ya da endüstriyel ve tarımsal kirlilik sonucu besin koruyucu ya da tarım ilacı olarak kullanılan arseniğe (ve diğer amalgam, alüminyum, civa ve kurşun gibi ağır metallere) yıllar boyu maruz kalan insanlarda demans görüldüğü saptanmıştır (Casdorph &Walker;, Toxic Metal Syndrome,1992)
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yapılan araştırmalara dayanarak 1993 yılında suda arsenik miktarını 50mg/10 mg/litreye indirmiş ve 2006 yılından itibaren de arsenik konsantrasyonu 10 mg/litre üzerinde olan suları zararlı olarak belirtmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri bu arsenik standardını benimserken gelişmekte olan ülkelerde ve bizde hala 50 mg/litre sınırı kullanılmaktadır.
Gündemde arsenikli su tartışmaları sırasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Toksikoloji Bilim Dalı Başkanı Sayın Yeşim Tunçok’un Ege Ajansına verdiği demecinde; içme suyunda bulunan arseniğin 50 mg /litre üzerindeki konsantrasyonlarda insan sağlığına zararı (ve özellikle kanser gelişme riskini) arttırdığını, sinir sistemi üzerinde kısa dönem maruz kalışlarda; bilinç değişiklikleri, deliryum, ensefalopati ve uzun süreli maruz kalışlarda ise; periferik sinir sistemi bulguları (el ve ayaklarda duyu kusursu,yanma hissi, ağrı, parestezi, kas fasikülasyonları, tremor) ataksi, koordinasyon bozukluğu, bilinç bulanıklığı gibi belirtiler görüldüğünden söz ediyor. İzmir bölgesi halk sağlığına yönelik yapılan çalışmalar özellikle bu anlamda retrospektif olarak incelenmelidir.
Sayın İzmir Valisi ve Belediye Başkanı, İzmir şebeke suyunu içmemeleri için halkı uyararak çok önemli bir görevi(!) yerine getirmişlerdir. Halk da paşa paşa (parası olanlar tabii) hazır su satış istasyonlarına koşmuşlar. Fakir olanlar ise, kuzu kuzu şebeke suyunu içmeğe devam etmektedirler… Yönetimlerin en başta gelen görevi halkın sağlığını koruma, sağlığı bozucu tehditleri ortadan kaldırma, tüm bireylerin (sağlıklı hava, su, besin ve barınma gibi )temel gereksinimlerini karşılayıcı düzenlemeler yapmaktır. Yıllarca arsenikli suyu halka içir, metropol belediye başkanları “Senin suyun benim suyumdan daha zehirli” diye kakışırken ortaya çıkan bu durumda “sular arsenikli içmeyiverin” çözümüne söylenecek tek şey “Pes doğrusu !” olur.
Çevre sağlığında DSÖ standartları Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yıllarca kulak ardı edilmiştir. Bunun yanı sıra çiftçi ve tarım işcisi de kısa sürede çok ürün ve çok kazanç hevesi ile özellikle örtülü tarımda bilinçsiz kullandığı tarım ilaçları ile başta kendisinin, ailesinin ve tüketicinin sağlığını bozmuştur. Yakın zamanda yaşanan ve Türkiye’nin gündemine oturan bir haberi hatırlayalım; Rusya Türkiye’den yaş sebze ve meyve alımlarını, üzerlerindeki tarımsal ilaç kalıntılarından dolayı durdurmuştu. Türk yetkililer ne yaptı; üzerinde insan sağlığını bozacak miktarlarda tarım ilacı (arsenik dahil) kalıntılı domatesleri, iç pazarlarda ucuz ucuz sevgili halkımızın hizmetine sunmuştur.
Son yıllarda kanser çok arttı diyoruz. Teknolojinin negatif ürünlerini tüketen ve teknoloji kullanımında ve teknoloji çöplüğünü imha konusunda yanlışlıkları ve duyarsızlığı fazla olan bir ülke olarak, bu sonuç çok doğal değil mi?
Güzelim kese kağıtlarının, bakır çanakların yerini naylon poşetler, naylon ve alüminyum daha sonra teflon kaplar aldı. Yıllarca alüminyum tencerelerde pişen yemekler afiyetle yendi, marketlerden hala içi alüminyumlu kutu içecekleri alıp bebeğinden yaşlısına kullanıyoruz. Ağzımızda hala amalgam dolgularla dolaşıyoruz, içinde kurşunu, arseniği barındıran sigaraları içiyoruz. Geçim sıkıntısından bozulan gastroentestinal sistem rahatsızlıklarında (ülser, kusma ve ishallerde) antiasitli, alüminyumlu ilaçları bilinçsizce bol bol kullanıyoruz. Yıllarca ağızdan ve makattan hastalarımızın ateşini civalı termometrelerle ölçtük ve ölçmeye devam ediyoruz. Sanayi artıkları ile kirlenen topraktan, sudan besleniyor ve havasını soluyoruz.
Sonuç olarak DSÖ’nün kirlilik standardı sadece suyumuzda değil dört bir yanımızda. Yöneticiler koltuk rüyasında derin (derin devlet arkalarında) uyurken, sevgili halkı da kanserle ya da demansla uğraşıversin canım… Ben kanser değil, demans olmayı yeğlerim; hiç olmasa nedenini ve sebep olanları hatırlamam. Ne de olsa Türküm ve kaderciyim…