Daha önceki birkaç yazımda da zikrettiğim gibi, akademisyenler için yurt dışı seyahatleri büyük önem arz etmekte. Akademisyenler katıldıkları uluslararası toplantılar vesilesi ile hem bilgi ve görgülerini artırırlar, hem de farklı ülkeleri tanıyıp onlara da kendi ülkelerini tanıtma imkanı bulurlar. Nasıl ki bu tür toplantıların ülkemizde Antalya ve İstanbul başta olmak üzere büyük ve/veya turistik açıdan cazip olan şehirlerde yapılması yaygınsa, uluslararası ölçekli toplantılarında başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Avrupa’nın ve Uzak Doğu’nun turistik açıdan cazip olan ülke ve şehirlerinde düzenlenmesi oldukça sık görülmekte.
Uluslararası toplantıların sağladığı bilimsel kazanımlar yanında sosyal ve kültürel faydaları da düşünüldüğünde bunda yadırganacak bir şey de bulunmamakta. Yadırganacak olan, bu ülkeler dışında düzenlenen toplantılara katılanlara karşı gösterilen tepkiler.
Bu yazıyı bazı akademik faaliyetler için 1 haftalığına geldiğim Pakistan’ın Karaçi şehrinden yazıyorum. Evet! Benazir Butto’nun memleketi olan ve kendisine düzenlenen bombalı suikast teşebbüsünde 200’e yakın kişinin hayatını kaybettiği Karaçi’den… Akademik faaliyetin detaylarını, “kendimi anlatma ve övme” teşebbüsü olarak algılanabileceği kaygısı ile vermeyeceğim. Ancak şu kadarını söylemek isterim ki, Karachi Üniversitesine bağlı bir Merkezin davetlisi olarak burdayım. Sizlerle paylaşmak istediğim, bu davet vaki olduğunda gerek Üniversitemden görevlendirme almam sürecinde gerekse arkadaşlarıma “ben haftaya burada olmayacağım, Pakistan’a gidiyorum” dediğimde aldığım tepkiler.
Malum, üniversitelerde yurt dışı görevlendirmeleri Rektörün başkanlığında toplanan üniversite yönetim kurullarında görüşülüp onaylanır. Yönetim Kurulunda olan ve “beni sevip, benim iyiliğimi düşünen” bir üyenin bana aktardığına göre Pakistan görevlendirmem tartışılırken bazı üye –veya üyeler- benim daha önce İran ve Lübnan’a da gittiğimi dile getirerek “bu tip yerlere” ne demeye gittiğimi sorgulamış. Tabii aslında bu soru ilk bakışta bir yönetim kurulu üyesinin, hem üniversite çalışanlarının katıldığı yurt dışı toplantılarını yakından takip ediyor olması, hem de sorumlu bir birey olarak bir meslektaşının güvenliğini düşünüyor olması açısından masum ve yerinde gibi görünse de, Amerika (kapkaç, terör, silahlı soygun, ırkçılık, vs.), İsrail (terör, ırkçılık), Japonya (deprem), Filipinler (deprem, tsunami, AIDS), Tayvan (deprem), Tayland (AIDS), Kore (?), İngiltere (kapkaç, hırsızlık, terör, ırkçılık, vs.), Hırvatistan (ırkçılık), İspanya (?),… gibi ülkelere de benzer amaçlarla giden birisine yönelik olarak sorulduğunda ne masumiyeti kalıyor ne de yerindeliği.
Daha önce İran’dan vaki olan bir davet karşısında da üst kurullardan benzer tepkiler gelmişti. Neyse, dün CNN International’da İran’da beni davet eden Merkezde koyun klonlandığı ve kök hücre çalışmalarında büyük gelişmeler kaydedildiği haberini duyunca biraz daha rahatladım. Ne de olsa böylece gittiğimiz yer (Royan Institute) rüştünü bilimsel olarak da ispatlamış oldu. Adamlar bizi Humeyni’nin yaşadığı eve de götürdüler, Şii camilerini de gezdirdiler. Ne benim ne de benimle beraber Türkiye’den katılan veya 48 farklı ülkeden gelen kimsenin Humeyni’ye olan hayranlığı arttı veya Şii olmaya karar verdik. Biz de, onlar Türkiye’ye geldiğinde Anıtkabir’e götürürüz veya Süleymaniye Camii’ni gezdiririz olur biter. Hırvatistan da katedrale götürülünce, Roma da Vatikan’a gidince, Japonya’da Şinto Tapınağı’na girince, İsrail’de Soykırım Müzesi gezdirilince, Tayland’da Budistlerle saf tutunca oluyor da İran’da veya Pakistan’da benzer yerlere gidince niye olmasın ki?
Bir de bu ülkelere gideceğimizi duyunca samimi olarak bizim adımıza endişelenen dostlar var ki, onların da bilmesi gereken, ulusal ve uluslararası medya bu ve benzeri ülkeleri “bilerek veya bilmeyerek” olduğundan farklı gösteriyorlar. Örneğin bugünlerde Silahlı Kuvvetlerimiz Kuzey Irak’taki terör örgütüne yönelik operasyonlar düzenliyor. Buradaki uluslararası TV kanallarına baksanız veya gazeteleri okusanız sanırsınız ki Türkiye savaşa girmiş ve Kuzey Irak’ta Kürt katliamı yapıyor. Gerek merakımdan gerekse çevremdeki insanların sorularına cevap vermek üzere ülkemizdeki internet haber sitelerine ve gazetelere bakıyorum (tabii burada da biraz seçici davranmak gerekiyor, malum yangına körükle gitme ve olanı çarpıtarak verme konusunda bizim bir grup medyamız da sabıkalıdır), her şey son derece yerli yerinde ve usulüne uygun yapılıyor, asayiş de berkemal.
Demem o ki, bundan 5-10 yıl önceye kadar yurt dışındaki imajı, 20-25 yıl önceye kadar da gerçek hali bizimle aynı olan bu ülkelere gelmekten çekinmeyelim. Evet buralarda Trafalgar Square, Eiffel Tower, St.Paul Cathedral, Manhattan Street yok. Ama, Türkiye’den geldiğinizi duyunca sizi bir kez daha kucaklamak isteyen, sizden gelecek her türlü bilgi ve yoruma sinelerini açmış sıcacık insanlar var.
Şahin Aksoy yine taşra muhabbetine ve duygu sömürüsüne başladı diyenlere bir not –Böyle diyenler olduğunu biliyorum, onlar da kendilerini bilir-: Ömrümün son birkaç yılı hariç tamamı Ankara, İtalya ve İngiltere’de geçtiği gibi, akademik faaliyetlerimin son birkaç tanesi hariç tamamı da Avrupa, Amerika ve Uzak Doğu ülkelerinde gerçekleştirdim. Yani hem içeride hem dışarıda her iki dünyayı da gayet iyi bildiğimi zannediyorum. Bilip-bilmeden konuşanlara selamlarımla…
SON DAKİKA NOTU: Yazımı Medimagazin\’e gönderdikten 1 saat sonra çok trajik bir şey oldu ve Benazir Butto uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. Yaşanılan kargaşa ve korkudan Üniversiteden otele zor ulaştım. Herkes gibi ben de sokağa çıkmadan 2 gündür otelde uçağımın kalkacağı günü bekliyorum. Bu notu yazmamın sebebi, aynı badirelerden geçmiş, Pakistan gibi kendi ülkesinin üzerinde de \"aynı mihrakların\" aynı oyunları oynadığı bir ülkenin çocuğu olduğum için, yukarıda yazdıklarımın arkasında aynen durduğumu, aksini düşünmenin bunu yapanların amaçlarına hizmet edeceğini düşündüğümü ve şimdi yazının başındakinden daha yüksek sesle \"JEVEY PAKİSTAN!\" dediğimi sizlerle paylaşmak. Vakit dolmadıysa, bir sonraki yazıda sizlerle buluşmak üzere…
*Çok Yaşa Pakistan!