Gelenekleri yıkmak çoğu zaman kanıta dayalı bulgulara rağmen çok zor olur. Jinekolojik cerrahi pratiğinde ilk laparoskopik pelvik-paraaortik lenfadenektomi 1990’ların sonlarında yapılmaya başlandığında, açık cerrahiye gönül vermiş otörlerin itirazları yükselmişti. Kimisi laparoskopinin etkin olamayacağını, kimisi de bunun gerçek olmadığını ve uygulanamayacağını savunmuştu. Fakat zaman laparoskopiyi haklı çıkardı ve şimdi günümüzde jinekoloji başta olmak üzere birçok alanda endoskopi yaygın ve ilk seçenek olarak kullanılmaktadır.
Bilim ve gelişmenin önünde durmak imkansız gibi görünüyor. Şimdi ise robotlarla cerrahi, birçok itirazların ve farklı görüşlerin gölgesinde ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Ülkemizde yeni yeni duyulmaya başlanan robotik cerrahi bir mit mi, yoksa gerçekleşemeyecek bir bilimkurgu mu?
Leonardo Da Vinci, kraliyet mensuplarını eğlendirmek için 1495 yılında ilk zırhlı robotu tasarlamıştır. Buna binaen, Amerikan askeri mühendisleri tarafından geliştirilen ve savaş esnasında doktorun başka bir şehirden bile müdahalesini mümkün kılabilecek olan ilk robotik cerrahi ünitesine Da Vinci adı verilmiştir. Da Vinci robotu esasen 3 üniteden oluşmaktadır: Birincisi üç veya dört kollu operasyon ünitesi, ikincisi cerrahın oturduğu master denilen ve parmaklarla idare edilen ve çeşitli pedallara sahip, aynı zamanda üç boyutlu görüntü sağlayan konsol ünitesi, diğeri ise rutin laparoskopilerde de kullandığımız tower denilen monitor, ışık kaynağı ve gaz sağlayan ünitedir.
Yakın gelecekte tabii ki cerrahsız operasyon mümkün olabilir ancak şu an robotik operasyonda kesinlikle yine her şey cerrahın kontrolündedir. Yani robot kendiliğinden bir müdahale yapamaz. Cerrah ve asistanı hastayı laparoskopideki gibi hazırlayıp trokarları yerleştirir. Yalnız umblikusdan iki ışık kaynağı ile çalışan ve çapı 10 mm den büyük olan robotik teleskop geçeceği için 12’lik trokar, pelvik bölge için ise 8’lik trokarlar kullanılır. Dördüncü kol varsa pelvik üst bölgeye bir adet daha trokar uygulanabilir. Asistan için ise kolay çalışabileceği bir yere bir adet 5’lik trokar uygulanır. Sağ kanule makas, sola ise bipolar forseps takılır. Kollar kanüllere sabitlendikten sonra cerrah sterilitesini bozar ve konsolun başına oturur. Parmaklarıyla makası, bipolar forsepsi ve kamerayı hareket ettirebilir. Görüntü için başını dayadığı konsolda yorulmadan sahayı çok net üç boyutlu olarak görür. Asistan ise hastanın başında bekler, gerekirse teleskobu siler, aletleri değiştirir veya aspire eder. Robot ile operasyon yapmanın en büyük avantajı, cerrahın iki elini çok rahat kullanabilmesidir. Ayrıca görüntü üç boyutludur ve bunda titreme ve oynama hiç olmaz. Kamera da cerrah tarafından kontrol edilir. Bunun yanında yorgunluğa bağlı tremor sıfır düzeyindedir, çünkü makine titremeyi süzer ve aletlere iletilmesini engeller.
En büyük dezavantajı ise taktil hissin olmayışıdır. Tuttuğunuz dokunun sertliği, yumuşaklığı hakkında fikir sahibi olmak güçtür. Da Vinci yeni bir ünitedir ve her ne kadar son modeline harmonik makas ilave edilmişse de laser veya ligasure gibi yeni teknolojilerin kullanılması mümkün değildir. Bunun yanında çok güçlü bir bipolar ve monopolar jenaratörü vardır ve bu avantaj olduğu kadar deneyimsiz ellerde dezavantaj da olabilir. Hantal kütlesi, deneyimli personel ihtiyacı, ek aksesuarların pahalı oluşu ve her an servis alamama sorunları ise göze çarpan diğer dezavantajlarıdır.
Robotik cerrahi tabii ki yeni ufuklar açacak olan bir teknolojidir. Ancak ülkemizin şu an buna ihtiyacı olup olmadığı düşünülmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Robotik üniteyi kurarken fayda- zarar ve maaliyet analizi iyi yapılmalı, tüm disiplinlerin bu cihazı kullanabilmesi sağlanmalıdır. Sadece prestij için atıl yatırımlardan kaçınılmalıdır.