Her zaman söylerim “Hekimlik bir meslek değil, yaşam şeklidir.” diye. Bizim hayatımızdaki her şeyin belirleyicisi mesleğimizdir. Kadın olmanın, özellikle bizim gibi erkek egemen toplumlarda ne kadar zor olduğu açıktır. Benim kuşağım için “kadın olmak” çok zordu, hele “kadın hekim olmak” çok daha zordu. Bizim neslimiz geçiş neslidir, arabesk bir kuşak olduk biz. Önceki kuşağın alaturka, gelenekçi ve erkek egemen tutumu ile kadına sosyal yaşamda yer veren yenilikçi bakış açısı bizi hem evde hem de işte aşırı çalışan insanlar yaptı. Daha doğrusu biz her yerde çok çalışmaya mecbur hissettik kendimizi.
Aslında kadın hekim olmak tarih boyunca zor bir iş olmuş. Bundan tam beş yıl önce Medimagazin’de, ilk kadın hekim “Agnodice”ten söz etmiştim. Agdodice, eski Yunan’da yaşamış bir kadın hekim. Öyküsü muhteşem. İlk kadın hekim olduğu rivayet olunur. Agnodice, kadınların tıp okuluna gitmesinin yasak olduğu bir dönemde erkek kılığında okula gider ve hekim olur. Kimse kadın olduğunu bilmez. Günün birinde zor bir doğuma yardım eder ve sonunda kimliği ortaya çıkar. Önce erkek olarak kadınlara müdahale ettiği için; daha sonra da erkek rolü yaptığı, yani kadın olarak tıp okuluna gittiği için. Her iki durumda da cezası ölümdür. Ancak tedavi ettiği kadınlar ayaklanır ve Agnodice’i kurtarırlar. O gün bugündür Agnodice “Adalet namustan önce gelir.” söylemiyle özdeşleşir. Adalet nasıl olur da namustan önce gelir? Adaletin olmadığı yerde namustan nasıl söz edilebilir ki? Hak yenen, hakkın korunmadığı yerde ne yeşerebilir ki?” (https://www.medimagazin.com.tr/authors/dilek-ozcengiz/tr-agnodiceten-gunumuze-adalet-72-49-3785.html). Antik Yunan’dan günümüze çok yol aldığımız söylenebilir.
Benim akademik hayata başladığım 1991 yılında, TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 4.474 profesör vardır ve bunların 974’ü yani %20’si kadındır. 2019 verilerine göre ise 26.453 profesörün 8.356 (%31’i)’sı kadındır. Akademide kadın öğretim üyesi sayısının artmasını memnuniyet verici buluyorum. Ancak, Türkiye’deki üniversite sayısı 197’dir; 127 devlet, 70 vakıf üniversitesi. Devlet üniversitelerinden sadece 6’sının rektörü, vakıf üniversitelerinde ise 14’ünün rektörü kadındır. Profesör sayısı son 30 yılda oransal olarak 1,5 katına çıkmıştır. Ancak hâlâ akademide erkek egemenliği devam etmektedir. Rektörlerin yaklaşık %85’i erkektir. Genel olarak Türkiye’de üst düzey yöneticilerin de %84-85’i erkektir. TÜİK’in verilerine göre Türkiye’yi erkekler yönetmektedir.
Birçok iş kolunda kadınların doğum yapmaması için bazen açık bazen de üstü kapalı imalar yapılmaktadır. Özellikle asistanlık süreci kadın hekimler için çok zordur. Hem hayatın kurulduğu hem de işte çok çaba gösterilmesi gereken bir zamandır. Fiziksel ve zihinsel yorgunluk çok artar. Doğum yaptığı için işini, işteki pozisyonunu kaybeden kadınların sayısı az değildir. Eğer yasaların verdiği haklara rağmen hâlâ bunlar oluyorsa bu büyük bir problemdir.
5 Aralık 1934 yılında Türk kadınları seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur. Bizim seçilme hakkımızı almamızın üstünden 85 yıl geçmiş olmasına rağmen TBMM’de kadın milletvekili %17’dir. 2010 yılında hiç kadın vali yokken, 2018’de 3’tür. Kadınların iş yaşamında giderek daha çok yer almaları önemli bir gelişmedir. Ancak, bütün bunlara rağmen kadınların yönetici olması hâlâ zordur. Kadınların yasalarla korunması önemlidir, ancak toplumsal bakış açısı değişmezse hakların kullanılması bile zorluklar taşır. Kadınlar yazık ki hâlâ her yerde şiddete maruz kalmakta ve ayrımcılığa uğramaktadırlar. Kadınların şiddet ve ayrımcılığa uğramadıkları, engellerin kalktığı bir ülkede yaşamayı diliyorum.
GETİR SÂKÏ
• — — —/ • — — — / • — — —/ • — — — /
(Mefâ’îlün/mefâ’îlün/mefâ’îlün/mefâ’îlün)
Bahar vaktinde doğdum yâsemin, gül, lâle şehrinde.
Arındım dağların ikrâmı binbir renkli nehrinde.
Senin sevdâ şarâbından içen dîvânedir her dem,
Getir sâkî, içip bulsun gönül dermânı zehrinde.
Dâi Dilek