Kadınların eşleri tarafından dövülmesi, özellikle çocukları olumsuz etkileyen, aile içi ilişkileri zedeleyen, aile sağlığını bozan, stres yaratan ve buna bağlı bazı hastalıklara neden olan önemli sorunlardan biridir. Öfkesini bu yolla ortaya koyma eğiliminde olan erkeğin, eşine verdiği maddi ve manevi acı ve zarara karşın bundan hiç bir pişmanlık duymaması, ve kendisinin bir çeşit hakkı olduğuna inandığı bu eylemini adeta bir iletişim biçimi olarak sürdürmesi ve hırsını alamadığı zaman çocuklarına da şiddet uygulaması, soruna süreklilik kazandırmaktadır.
İnsan gereksinimleri ve hakları açılarından, kadın ve erkeklerin eşit olduğu tartışma gerektirmeyecek kadar belirgindir. Ancak, bu iki grubun fiziksel ve duygusal yönlerden farklılıklar gösterdiği yadsınamaz. Örneğin, kadının iletişimini konuşarak erkeğin ise dokunarak gerçekleştirmeyi yeğlediği bazı kişiler tarafından savunulmaktadır. Konuşmalarında ayrıntılara yerverme eğiliminde olan kadını, tartışma anında dinleme sabrını gösteremeyen erkek, belki de söz konusu farklılıkların katkısı ve o sıradaki gerilimle, fiziki güç üstünlüğünü de kullanarak, ilkel bir tarzda eşine karşı şiddete yönelebilmektedir.
Kadına karşı dayak olaylarında önlem olarak, kadının eğitimle güçlendirilmesi savunulmaktadır. Kuşkusuz eğitim, herkes için, her bakımdan desteklenmesi gereken bir konumdadır. Ancak dövülen kadınlar arasında üniversite mezunlarının da bulunması, bu önlemin tek başına yeterli olmadığını göstermektedir. Ayrıca salt bu önlemden yarar umulması, "erkektir, döver de, sever de" zihniyetiyle erkeği olduğu gibi kabullenme anlamanı da taşıyabilir. Oysa, asıl ele alınması ve değiştirilmesi gereken dayakçı erkeğin davranışlarıdır. Eşlerini döven erkekler arasında da üniversite mezunlarının oluşu, eğitimin bu grup için de yeterli olmadığını gösterdiğinden, bu konuda profesyonel yardım alınması zorunludur. Bu bağlamda erkeğin davranışlarını söndürmeye yönelinirken, kadın ve çocuklara yaşadıkları travmatik olayların izlerini silebilecek destekleyici girişimlerde de bulunulur.
Annesinin babası tarafından dövüldüğü ortamlarda yetişen çocukların, anneye karşı acıma, babaya karşı öfke duymaları olağandır. Bu duygular, çocuğun kendisini desteksiz duyumsamasına ve güven duygularını kaybetmesine neden olabilir. Çünkü, çocuğun olumlu duygular geliştirebilmesi için anne ve babasının kusursuz ve güçlü olduğu inancına gereksinimi vardır. Evinde bu gereksinimleri karşılayamayan çocukların küçük yaşlarda evlerinden kaçtıkları ve sokak çocuklarının çoğunluğunu bu çocukların oluşturduğu bilinmektedir.
Çocuklara verilen zarar bununla da sınırlı değildir. Çünkü bu olumsuzluklar, onların gelecekteki yaşamlarını da etkilemektedir. Bilindiği gibi büyüme-gelişme çağında, kız çocuk anneyi ve erkek çocuk babayı rol, model alarak geliştirdiği davranışlarını, büyük bir olasılıkla evlilik yaşamına taşır ve bunları sergiler. Bir çelişki gibi görünse de, zamanında dayak nedeniyle annesine üzülmüş ve babasına öfke duymuş erkeğin eşini dövme ve kadının dayağı kabullenme davranışlarını gösterme olasılığının yüksek olabileceği düşünülebilir. Dövülen kadınların bir kısmının bunu ailelerinden saklamaları, aileleriyle paylaşanların ise, onlardan beklenilen desteği göremiyor olmaları belki de bu olasılığın bir kanıtıdır.
Ataerkil aile yapısına sahip olduğumuza inandığımız ülkemizde, her nekadar baba otorite figürü olarak gösterilmeye çalışılıyorsa da, babaya kıyasla çocukla daha uzun bir süre birlikte olan, onu eğiten ve onun davranışlarını kendi değerleri ve doğruları yönünde biçimlendiren annedir. Olumsuz duygularını ilkel tepkilerle değil de, sorunlarını tartışarak halletmesini küçük yaşlardan itibaren çocuğa öğretmesi gereken yine annedir. Kuşkusuz annenin bu işlevini yeterlilikle yerine getirebilmesi için eğitimli olması önde gelen koşullardan biridir.