“Dünya Kadınlar Günü” veya “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”, her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Türkiye’de ise 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Sosyal ve fen bilimleri, siyaset gibi farklı alanlarda dünya genelinde söz sahibi olan kadınların, tüm bu görevleri yanında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Büyük başarılar kıymetli anaların yetiştirdikleri seçkin evlatlar sayesinde olmuştur.” sözünü de unutmamamız gerekir. “Farklı dallardaki başarılı bilim kadınları yanında immünoloji alanındaki başarılı kadınlar kimlerdir?” sorusuna, çalışma arkadaşım Doç. Dr. Suzan Adın Çınar’ın yazısını sizlerle paylaşarak yanıt vermek istiyor ve kendisine teşekkür ediyorum.
“Kadın İmmünologlar
Her 8 Mart’ta ‘Dünya Kadınlar Günü’nde emekçi olsun olmasın, kadınların her gün yaşadığı sorunlar bir kez daha hatırlanır, yöneticilerimiz çözmek için yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırlar. Hayatımızdaki erkekler günümüzü kutlar, mutlu oluruz. Kadınlar gününde bilim dünyasında adını duyurmuş başarılı kadınları düşünürüz. Marie Curie ve Rosalind Franklin gibi olmak isteriz. Peki, immünoloji alanında ses getirmiş buluşları olan kadınlar yok mu? Var tabii ki… En azından adları Wikipedia’nın önemli immünologlar listesinde yer alan kadınları tanıyalım…
Eva Engvall (doğum 1940), ELISA’yı (Enzyme-linked immunosorbent assay) icat edenlerden biridir. Peter Perlmann ile birlikte Stockholm Üniversitesinde geliştirdiği bu teknikle antikor kullanarak proteinleri veya başka immünojenleri saptamışlardır. Engvall ve Perlmann, yayınladıkları 1971 tarihli ELISA hakkındaki ilk makalede, belirteç olarak kullandıkları alkalin fosfataz sayesinde nicel gücünü ortaya koymuşlardır. Engvall bundan dört yıl sonra Ph.D. derecesini almış ve çalışmalarını ELISA’yı parazitoloji (örneğin; malarya ve trişinoz), mikrobiyoloji ve onkoloji alanında uygulamış, daha sonra bilimsel çalışmalarını doku biyokimyasına (fibronektin, laminin, integrin gibi) yöneltmiştir. Ülkemizde her ne kadar ELISA testi HIV/AIDS ile özdeşleşmiş olsa da tanı testleri açısından vazgeçilmezdir. Günümüzde ELISA çalışılmayan bir tıbbi laboratuvar düşünmek mümkün değildir.
Otoimmün hastalıklar alanında öncü klinik immünolog olan Deborah Doniach (1912-2004), Hashimoto’lu hastaları gözlemlemiş, bu hastalarda saptadığı aşırı miktardaki antikorun çevresel mikroorganizmalara karşı değil de tiroid bezinin kendisine karşı oluşturduğu antikorlar olduğunu anlamıştır. Çalışmaları sadece Hashimoto hastalığının otoimmün temelini anlamayla sınırlı kalmamış; pernisiyöz anemi, primer biliyer siroz ve Tip 1 Diyabet gibi diğer otoimmün hastalıkları da açıklığa kavuştururken, ortaya “organa özgü otoimmünite” kavramını çıkarmıştır. Diğer Amerikalı bilim kadınları tarafından 1984 yılında kendisine takdim edilen ‘Yılın Bilim Kadını Ödülü’ aldıklarının içinde en anlamlısı olsa gerek…
Otoimmün hastalıklardan özellikle Tip 1 Diyabette uzmanlaşmış olan başka bir kadın araştırmacı, Denise L. Faustman (doğum 1958)’dır. Otoreaktif T-hücrelerine odaklanan Faustman bu hücrelerin normal T-hücrelerine göre TNF-alfa’ya (TNF-α, immün sistemi etkileyen bir sitokin) duyarlı olduğunu, bazı durumlarda apoptoza (programlı hücre ölümüne) uğrattığını gözlemlemiştir. Böylece TNF- α salınımını uyararak otoimmün hastalıkları tedavi etme hipotezini kurmuştur. Hayvan deneylerinde başarılı sonuçlar elde edince, insanda TNF- α salınımına neden olan BCG aşısı ile Tip 1 Diyabetin tedavi edilebileceği konusunda umutlar doğmuş ve deneyler başlamıştır.
Mary Hewitt Loveless (1899-1991) ise arı (Hymenoptera) zehiri allerjileri konusundaki keşifleri ile adını duyurmuştur. Böceklerin zehir keselerinden elde edilen özütlerle tedavi etme (desensitizasyon) fikrini ortaya atmıştır. Çalışmalarına önce saman nezlesini polen özütleri, daha sonra bloklayıcı antikorlarla tedavi etmekle başlamış; 1946’dan itibaren ilgisini arı sokmasının sebep olduğu anaflaktik şoku önlemeye yönlendirmiştir. Geliştirdiği immünoterapi yöntemini ‘Wasp Venom Allergy and Immunity’ başlıklı makalesiyle 1956 yılında yayınlamıştır. Makalesine halk yoğun ilgi göstermesine rağmen, 1970’lere kadar bilim camiası kayıtsız kalmış, ancak FDA onayından sonra 1990 yılların başından itibaren Loveless’in immünoloji alanındaki katkıları kabul görmeye başlamış, “American Association of Immunologists (AAI)” tarafından kendisine ‘klinik immünolog öncüsü’ unvanı verilmiştir.
En renkli ve çok yönlü kişilik, her hâlde Polly Celine Eveline Matzinger (1947)’dir. İmmün sistemin nasıl çalıştığını ‘tehlike modeli’ ile açıklamayı deneyen immünolog, bir makalesine eş-yazar olarak köpeğinin adını eklemiştir. ‘Tolerance, Danger and the Extended Family’ başlıklı makalesiyle (1994) hasarlı veya stresli hücrenin (bad cell death, apoptozun karşıtı) gönderdiği ‘tehlike sinyaline’ antijen sunucu hücrenin yanıt vermesi olarak bildirmiştir. Bu model organ nakli, anne/fetüs bağışıklığı, oto immünite, kanser tedavisi ve aşıları kapsamaktadır. İmmün yanıtın nasıl tetiklendiğini ve sonlandığını açıklasa da farklı durumlarda immün sistem neden farklı yanıt verir, sorusunu aydınlatamamıştır. Tehlike modeli genel olarak kabul edilmese bile immün yanıtı açıklarken, Matzinger’in ortaya çıkardığı Hyppo (molekül veya hücre zarı gibi yapıların iç kısmında saklı hidrofobik parçalar), tehlike ile bağlantılı moleküler kalıplar (Danger-associated molecular patterns, DAMP), usta antijen sunucu hücreler (professional antigen-presenting-cell) gibi terimler sık sık kullanılmaktadır.
Ellen S. Vitetta, çalışma arkadaşları ile birlikte fare B-hücrelerinin yüzeyindeki IgD’yi tanımlamış ve interlökin (IL)-4’ü keşfetmiş, IL-4’ün B-hücrelerinin ürettiği immünoglobulinleri değiştirme ‘switch’ faktörü olduğunu göstermiştir. Son 20 yıldır kanserli veya infekte (örneğin; HIV ile) hücreleri yok edecek antikor temelli ‘biyolojik mermiler’i ve risin toksinine karşı aşı geliştirmekle uğraşmaktadır.
Zaman zaman buluşlarını kabul ettirmekte zorlansalar da meslektaşlarımız bıkmadan hipotezlerini denemişler ve bulgularını bilim dünyası ile paylaşmışlardır. İyi de yapmışlar… İnsan sağlığına ve bilime katkıları için ne kadar teşekkür etsek az.”