Kalite kavramı her obje / hizmet / imalat vb. için farklı şekillerde tanımlanır. Her sektörde olmasa bile birçok sektörde yasa ve yönetmelikler ile üretici (üreten) veya tüketici (muhatap) hakları açısından korunma altına alınmıştır. Burada bahsedeceğim kalite “tarım ürünlerinde kalite” olacaktır.
Kalite, bitkisel üretimde taze-meyve sebzede özellikle iç piyasada pek aranmasa ya da sorgulanmasa da, ihraç ürünlerimizde bir zorunluluktur. İhraç edeceğiniz bir meyvede istenen ve TSE’de belirtilen kalite ölçüleri, adı “Türk Standartları Enstitüsü” olsa da, ürünü sattığımız ülke standartları (örneğin Almanya, İngiltere gibi) dikkate alınarak hazırlanmıştır. Zaman zaman güncellense de bu standartlara bakıldığında neredeyse tamamında kalite “dış kalite” tanımıdır ve “irilik” esas alınarak yapılmıştır. Bu kalite standartlarında iç kalite (şeker, asit, sertlik, aroma vb.) ile raf ömrü gibi tüketiciyi ve satışını doğrudan ilgilendiren hiçbir özellik kalite standartlarında yer almamıştır.
Bunları niye anlatıyorum; gelelim sadede…
Anadolu coğrafyası muhteşem ve zengin “bitki / canlı gen kaynağının müzesi” durumundadır. Üstelik yok olan / edilen bunca canlılara rağmen halen bu özeliğini korumaktadır. Son 30 yılda bu tahribat daha da hızlanmıştır. Birçok canlı türü yok olmanın eşiğindedir. Gen kaynaklarının nasıl tahrip edildiğini aşağı yukarı herkes tahmin edebilir. Ancak, şimdi belirteceğim konuyu birçoğumuz düşünmemiş olabilir; o da “kalite algısıdır”.
Şu an bahçe tarımında kullanılan sebze ve meyvelerin çoğunun yetiştirilebilmesi için inanılmaz bir “ilaç ve gübre” kullanılmaktadır. Adına da yoğun tarım diyerek sevimlileştirmeye çalışıyoruz. Yediğimiz sebze-meyvelerin nerede ise tamamı ilaçlı ve ticari gübrelidir. Peki bu niye böyle oldu?
Üretimde verimi artırmak, hiç şüphesiz hepimizin arzu ettiği bir kriter. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ve kalite standartlarında yer almayan kalite özellikleri içinde sadece “meyve iriliği” dikkate alınarak, bizim olmayan yüzlerce çeşit yurdumuza girmiş ve halen girmeye de devam etmektedir. Bu çeşitler ile beraber ülkemize giren çok yıkıcı olan hastalık ve zararlılar, soğuğa, sıcağa, olumsuz toprak şartlarına uymayan ve uydurmaya çalıştığımız özellikleri, ticari gübre olmadan ürün alınamaz algısı ile sınırsız ve kontrolsüz ilaç kullanımı… Şimdi bunlar inanılmaz tarım girdileri olup kesemize açtığı tahribat yanında, tüm insanlığa zararlı olan ilaç kullanımı ve ticari gübre kullanımı ile yediğimiz sebze-meyveler zehir deposu haline geldi. Dikilen toprağın zehirlenmesi, yıkanarak yeraltını inip kirletilen sular, soluduğumuz zehirli hava ve faydalı canlıların / böceklerin hızla yok olması da cabası…
Ülkemizde yıllık tüketilen gübre miktarı tahminen 6 milyon tonun üzerindedir. Tarımda verimliliğin arttırılması adına, gübre için 2015-2019 döneminde yaklaşık 6 milyon dolar ithalat yapılmış. Günümüzde dünya pestisit pazarı tahminen 80 milyar doların üzerindedir. Ticari gübre olmadan yetiştiricilik yapmaya çalıştığınızda bu gübre ve ilaç şirketlerinden nemalanan binlerce akademisyen ve araştırıcı size acımasızca saldıracaktır. İlaçsız tarım ise adeta var olan tür ve çeşitler ile imkansız hale gelmiş, getirilmiştir…
Şimdi, ülkemizde çok yakın geçmişte her türlü meyve sebze nerede ise (örneğin, yağışın en fazla olduğu Karadeniz bölgesinde, birçok hastalık ve zararlılardan etkilenmeyen çok sayıda meyve türlerimiz halen var) hiç ilaç ve ticari gübre kullanılmadan rahatlıkla yetiştirilmekteydi. Üstelik bu ürünler verimli ve inanılmaz derecede bir tat, koku ve aromaya sahipti. Sadece irilik ve yola dayanımı esas alınarak, ülkemize giren yüzlerce çeşit kendi çeşitlerimizi, doğal varlıklarımızı itibarsız ve ilgisiz hale getirerek yok etmiştir. İri meyveli ve sert yapılı çeşitlerini bize kakalayan (affınıza sığınarak) ancak yine bizim coğrafyamızda hiç iriliğine bakılmadan ilaçsız, ticari gübresiz yetişebilecek genetik kaynaklarımızı buradan kaçıran ve daha sonra bize satacak olanların maalesef tuzaklarına düştük. Çok geç olmadan zaten ilgili bakanlığın öncelikli projeleri arasında olan, “genetik kaynakların korunması ve tarıma kazandırılmaları” na ilişkin ar-ge projeleri hep devam etmeli ve destek verilmelidir.