Birinci bölümde anlatmaya başladığım rüyanın devamını bu ikinci bölümde okuyacaksınız. Umarım hikayenin birinci bölümü aklınızda kalmıştır ve iki bölüm arasındaki bağ kopmamış olur. Ayrıca, daha önce de belirtildiği üzere, bu ikinci bölümünün bir kısmı ile üçüncü bölümde, gördüklerim ve yaşadıklarımdan oluşan deneyimimin bir süzgeçten geçirilerek sunulması şeklindeki “Çözüm Önerileri” yer almaktadır. Şimdi yine kaldığımız yerden rüyayı anlatmaya devam edelim:
Artık tanıklar, soruşturmacı ve rektörden oluşan şer üçgeni hazır durumdadır: Olmadık iftira ve yalanlarla istenmeyen kişi için “yenme” kararı alınır. Hemen üst makamlarla temasa geçilir ve adamcağızın defteri dürülür. Fakat “bertaraf” edilen kişinin idari yargıdan aklanabileceği ihtimaline karşılık ihbarı bir de adli yargıya yaparlar. Hakkında “yenme” kararı verilen kişi mahkemelerle uğraşarak 4 ya da 5 yıl sonra hem idari hem de adli yargıdan aklanır, fakat bütün hayatı altüst olmuştur. Hasbelkader “bertaraf” edildiğine inanılan kişi idare mahkemesi kararı ile yeniden kuruma dönecek olursa; bu kez de kendisine yer verilmez, kendi birimine sokulmaz, rektörün “sürüngenler”i tarafından 40 yıldır okuttuğu öğrenci dersi okutturulmak istenmez, duvarlarda resimleri varsa indirilir, üç paralık menfaati için yalan yere velinimeti olan hocasına hakarete yeltenen satılıklar çıkar. Amaç ise bu kişiyi tahrik edip suç işletmek ya da “lanet olsun size” diyerek ayrılmasını sağlamaktır. Çok şükür ki bu “şer üçgeni” elemanları adliyeyi kendi emellerine alet edemezler ve adalet geç de olsa tecelli eder. Onun için, bu rüyalar ülkesindeki mağdur edilmiş insanların hem adli hem de idari yargı mensuplarına şükran borçları vardır. Bütün bu olayların sonucunda ne olur derseniz, rektör 8 yıllık rektörlük saltanatını keyifle sürdürmüş olur.
Başlıktaki sonuncu kelime ise “denetim”dir. Üniversitelerle ilgili yukarıda sıralanan tüm sanal olumsuzlukların, yolsuzlukların, kanunsuzlukların, keyfiliklerin, insafsızlıkların hesabını kim sorar ya da kim denetler, kim denetlemelidir? Aslına bakarsanız soruya verilecek cevap “hiç kimse”dir!
Haksızlık ve zulme uğrayanlar elbette yasal yolları kullanarak haklarını er ya da geç alırlar. Fakat gerek adli yargı ve gerekse idari yargıdaki davalar iş yükünden dolayı yıllarca sürer. Bu sırada da rektör ve şürekası, saltanatlarının keyfini çıkarır ve “atı alan Üsküdar’ı geçmiştir”. Ama “mahkeme-i Kübra”da ne olur denecek olursa, herhalde belalarını bulurlar. Ya görevi aslında koordinasyon ve üniversiteleri denetleme olan kurum ne yapar? O da elbette kendi yarattığı Frankeştayn’ını kollarının arasına alacaktır. Sonrası ne mi olacak derseniz, Allah kerim! Derebeyleri derebeyliklerini sürdürüp gidecekler. Ne zamana kadar; bu gidişle “Mahkeme-i Kübra”ya kadar! Galiba hesap ancak orada sorulabilecek. Nitekim “derebeylerinin beyi”ne de yanlışlarının bir tekinin bile hesabı sorulmamış ya da sorulamamıştır. Sonuç olarak her şey kötüye gitmektedir; ülkenin geleceği olan gençler kendi gelecekleri ile ilgili yolda soru işaretleri görmeye başlar.
Rüyalar ülkesindeki insanlar, bu keyfiliğin ve zalimliğin sonunun geleceğini, sorumluların da mutlaka hesap verme durumunda kalacaklarına inanarak beklemeye başlarlar.