“çalışmayan kalp” ile ilk nakil, geçtiğimiz günlerde Sydney’deki St. Vincent Hastanesinde 57 yaşındaki Michelle Gribilas’a uygulandı. Bizim ülkemizde de çok başarılı kalp nakilleri uygulayan hastaneler mevcut. Peki, fark ne, niye ilk? Bunları tartışmadan önce, gelin biraz St. Vincent Hastanesini tanıyalım. Niye “ilk” , biraz anlarız.
2007 yılında hastane kuruluşunun 150. yılını kutlamış olan St. Vincent,1857 yılında İrlandalı kız kardeşlerin, fakir ve engellilerin tedavi edilmesi amacıyla kurdukları bir hastanedir. İlk iş olarak “grip” salgını kurbanları ile hapiste yatan hasta ve yakınlarıyla ilgilenilmiş, oralardan aldıkları ivme ile bugün dünyanın en saygın kalp, akciğer ve kemik iliği nakil hastanelerinden biri olmuştur. Avustralya’da zaten nakil programlarında en önde gelen kurum iken, bazı hasta tedavileri ile de dünyada çok ses getirmiştir.
“Grip” hastası tedavi eden bir poliklinikten, dünyada ilk “çalışmayan kalp” ile kalp nakline…
Hastane içinde “çalışmayan kalp” ile ne yapabiliriz diye araştıran “çalışan yürek”liler var belli ki.
İşte bu kişi(ler) zamanla, “zamana karşı çıkma”yı başardılar ve kalp naklinin yapılmasında en “hassas” süre olan dört-altı saatlik kalbin “iskemi süresi”ni uzattılar.
Kalp nakli -tüm kalp cerrahları iyi bilir-, işlem ve teknik olarak diğer kalp ameliyatlarına oranla daha zor değildir. Rutin kalp ameliyatı yapan her klinikte uygulanabilir, ancak çok iyi bir organizasyon gerektirir. Eğer tıp alanında hangi konu multidisiplinerdir dense, cevabı bu olur. Ama burada en büyük disiplin zaman ve onu kullanabilme becerisidir.
Peki, zaman ve zamanlama niye önemli?
Cerrahsınız, gece yatarken telefon gelir: “Antalya’da kaza geçiren bir hastada beyin ölümü var, kalp nakli için uygun.” Koşuşturma başlar. Ekipler ayarlanır, uçak ayarlanır, kalp nakli bekleyen hasta ameliyata alınır, beklenir ve kalbi çıkarıp getirecek ameliyat ekibiyle diyaloğa geçilir. Her şey orkestra uyumluğunda olur ve eş zamanlı işler başlar. Amaç, çıkarılan kalbin en erken zamanda merkeze gelmesidir.
Kalp, içinde buz ve soğuk bir ortam olan kutularda taşınır. Tabii ki bu süre içinde kalp çalışmaz, ideal beslenemez. Ne kadar korunur böyle? “Finish” süresi dört-altı saatçik. Sonra kalp hücreleri hızla ölür, başarıyla takılsa bile çok da etkili olmayabilir.
Kalp çıkarılırken beyin ölümü olan hastanın kalbi belirli sınırlarda iyi olmalı, en azından iyi çalışıyor olmalıdır. Ya “çalışmıyorsa”?
İşte St. Vincent’da bu yenilik gözümüze çarpıyor: “Kalp kutusu” olarak bilinen “Heart in a Box”, yani donörden alınan kalp alıcıya yerleştirilene kadar çalışır vaziyette, daha sıcak yapay bir “vücut ortamı” oluşturan kutuya konuyor. Bu sistemde ameliyatlarda kullanılan kalp akciğer makinesinin bir çeşit minyatürü olan perfüzyon sistemi ile kalp sıcak, besin içeriği ideal sıvılar ile besleniyor ve hayatta kalıyor. Yani hayati öneme sahip ilk dört-altı saat uzuyor. Ayrıca kalp, nakledilene kadar olan sürede incelenebiliyor, testlerden geçirilip sorunları düzeltiliyor. Böylece nakil yapıldıktan sonra çok daha efektif çalışıyor ve rejeksiyon riskleri azalıyor.
Kalp naklini diğer organ nakillerinden ayıran en önemli noktalardan biri de, kalbin çalışmayı bıraktıktan sonra nakledilemeyecek bir organ olması idi. Diğer organlarda yine böyle bir şans vardı ama kalpte yoktu. İşte bu bilgi de biraz olsun esnedi.
“Grip” tedavisiyle yola çıkanlar “çalışmayan kalp”leri kullanmaya başladılar. Darısı etrafımızdaki “çalışmayan yürek”li “bilim insanları”nın başına.
Görüşmek üzere…