Leonardo da Vinci (1452-1519), “Matematiksel olarak kanıtlanmadıkça, yapılan hiçbir araştırma bilimsel değildir.” sözünü kullanmıştır. Tıbbi kararlar da bilimsel kanıtlara dayandırılarak verilmelidir; çünkü tıp müspet bir bilimdir.
Etik ve hukuka uygun kurallar içinde yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda farklı güçte kanıtlar ortaya çıkabilir. Ancak, hekim olarak bir girişimi yaparken, bir tedaviyi uygularken ya da hastanın sağlığı ile ilgili herhangi bir karar verirken mevcut en güçlü kanıtları kullanmak zorundayız. Aynı durum bilirkişi raporlarının kararını verirken de geçerli olmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014 yılı sonunda verdiği bir karar yeniden gündeme geldi.
Kurulun komplikasyonlu bir tıbbi malpraktis davası için verdiği kararda, “hastanın genel vücut travması sebebiyle öngörülemeyecek ve engellenemeyecek biçimde ortaya çıkan akciğer embolisi komplikasyonu sebebiyle öldüğü kesin olarak belirlense bile, erken taburcu edilmesinin görevi ihmal suçunu oluşturacağı” kabul edildi. Dayanağı ise Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun raporu.
Raporda “genel beden travmasına maruz kalmış vakaların en az 24 saat müşahede altında tutulması gerektiği” söylenmektedir. Görevi ihmal suçuna karar veren üyelerin tek dayanağının bu söylem olduğu görülmektedir.
Genel beden travmasına maruz kalmış vakaların en az 24 saat müşahede altında tutulmasının bilimsel kanıtı var mı? Hiçbir bilimsel yayında ya da travma bakım kılavuzunda bu şekilde bir öneri mevcut değildir. Kurul, “genel beden travması” ile tam olarak neyi kastetmiştir? Bu konuda da herhangi bir tanımlama yok.
Adli Tıp Kurumunun herhangi bir kanıta dayandırmadan, kaynak göstermeden verdiği en az 24 saatlik müşahede zorunluluğu, acil servislerdeki travma bakımını etkileyecek, bundan sonra ortaya çıkabilecek malpraktis davalarında emsal karar teşkil edecektir.
Günümüzde zaten birden fazla kliniği ilgilendiren acil servis hastalarının sonuçlandırılmasında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bölümlerin hastayı sahiplenmek yerine başka bir bölüm tarafından hastanın yatırılmasını beklemesi, hem hastayı hem de acil servis hekimlerini risk altına sokmaktadır. Acil serviste hastalar yatış veya çıkış kararı verilinceye kadar tutulmalıdır; acil servisler 12 saat, 24 saat gibi sabit saatler söylenerek gözlem yapılan birimler değildir. Acil servisten hasta yatırılması, ancak konsültan hekimin hastayı yatırma kararı sonucu gerçekleşir. İlgili konuda daha uzmanlaşmış olduğu için çağırılan bir konsültan, hastanın yatışını gerekli görmüyorsa, taburculuğu sonrası ortaya çıkabilecek durumun da sorumluluğunu üstlendiğini bilmelidir.
Bu ve benzeri malpraktis davalarında ve soruşturmalarda, sadece adı geçen olgunun mevcut klinik durumu ve uygulanan bakım ile ilgili durumların dikkate alınması doğru olan yaklaşımdır. Yapılan uygulamaların ve verilen kararların bilimsel kanıtlara dayanıp dayanmadığı irdelenmelidir. Olgu bir zarar gördü ise tedavisini üstlenen hekimlerin veya kurumsal organizasyonun, sonuç ile illiyet bağı olan bir kusuru olup olmadığını sorgulamak gerekir. Kusur varsa, kusurun kimde olduğunu doğru tespit etmek adaleti getirecektir. Nihai karar, da Vinci’nin 500 yıl önce tanımladığı bilimsel araştırmaların kanıtlarına dayandırılarak verilmelidir.
Acil tıp, malpraktis yönünden en yüksek riske sahip alanlardan biridir. Bu davada olduğu gibi, tüm malpraktis davaları ve soruşturmalarında bilirkişilerin önemi çok fazladır. Bilirkişi görevi yapan hekimlerin bilimsel kanıtlara dayandırmadan verecekleri kararlar zor şartlarda çalışan meslektaşlarının geri dönüşü mümkün olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Sağlık hizmetlerinin günümüzde nasıl zor şartlarda sunulduğunu bile bile birbirimizi sırtımızdan bıçaklamanın da toplum sağlığına bir getirisi olmayacaktır.