İnsanoğlu uzun yıllar boyunca kanser hastalığı ile mücadele etmiş, ama bu hastalığın tam anlamıyla yenildiğini söylemek pek mümkün olmamıştır. Çünkü kanser, tek bir sebebi olan veya herhangi bir mikropla oluşan bir hastalık değildir. Bir önceki yazıda herkesin anlayabileceği, terminolojiden uzak daha basit ifadelerle ve biraz da eğip bükerek kanser hastalığına değinilmişti. Ancak kanser hastalığının moleküler geleceğinden söz edecek olursak, ne yazık ki herkesin bilmek/anlamak zorunda olmadığı ifadeleri kullanmak zorundayız.
Akademik Akıl platformunun düzenlediği ve kanserin konu edildiği Youtube kanalındaki yayınına katılanlar veya izleyenler anımsayacaktır. Kanser hastalığı, vücutta farklı doku ve organlarda farklı tipler (hatta alt tipler) şeklinde görülen tehlikeli bir hastalık. Her doku veya organın kendine özgü kanser sebebi ve gelişimi söz konusu. Bir önceki yazıda da kısaca değinildiği gibi; hücre döngüsünde bölünme (mitoz/mayoz) ile ilgili her gen, potansiyel olarak bir kansere yol açabilir. Zaten bu yüzden kansere sebep olan genleri ifade ederken, bu potansiyeli olan genlere “protoonkogenler” adı verilmekte. Zaten koşullar uygun olduğunda bir veya birden fazla protoonkogende herhangi bir mutasyon meydana gelirse ve kansere yol açarsa, artık onlara “onkogen/ler” demekteyiz.
Günümüzde bazı kanser tiplerinde onkogen dizilerini veya bu onkogenlerin ürünleri olan proteinleri (antijenleri) tespit eden moleküler markörler (belirteçler) bulunmakta. Ancak bu durum tüm kanser tipleri için söz konusu değil. Yeni moleküler markörlerin geliştirilmesi, kanser tanısı ve tedavisi için önemli bir avantaj olacağı açıktır. Tabi ki bilimin doğası gereği, bu moleküler markörlerin geliştirilmesi için, önce bu farklı kanser tiplerinin oluşum mekanizmaları ve onkogenlerin tanımlanması gerekmekte. Bu araştırmalar elbette ki hem uygulamalı olan tıp hem de temel bilimcilerin birlikte yoğun mesai yapmalarıyla mümkün olacaktır. Kanser oluşum mekanizmalarının aydınlatılması, kanseri önlemede önemli başlangıç noktalarını teşkil edecektir. Her ne kadar kanseri erken safhalarda belirlemek ve bu amaçla markörler geliştirmek tedavi için çok önemli olsa da, kanser oluşumunu önleyici uygulamaların da geliştirilmesi hastalığı yenmede etkili olacaktır.
Moleküler Düzeyde İlerlemeler
Yakın zamanlarda moleküler çalışmalar bakımından CRISPR (Clustered Regularly Interspaced Palindromic Repeats)/Cas (CRISPR-associated protein-9 nuclease) adı verilen popüler bir teknik, gen terapisi için bir umut oldu. Bu teknik aslında bakterilerin kendilerine düşman bakteriyofajlar için kullandıkları savunma mekanizmasından esinlenilmiş. İlk aşamada bakterilerin, içine giren viral genomun belli özgül bölgelerini tanımlayan bir rehber RNA dizisi (gRNA) ve onunla birlikte hareket eden bir nükleaz enziminden oluşan bu savunma sistemine sahip olduğu keşfedilmiş ve bu mekanizmanın faj genomlarını keserek etkisiz hale getirdiği anlaşılmış. Bilim insanları aynı mekanizmayı, insan dahil diğer canlıların genomları üzerinde kullanmayı düşünmüşler. Tabi ki biraz modifikasyona uğratarak. Bilim insanları hedef organizmanın genomundaki hedef bir gen veya DNA dizisini gRNA ile tanıyıp endonükleaz enzimi ile kesebileceklerini öngörmüşler. Bu kesim tek iplikten olduğunda; homolog rekombinasyon adını verdiğimiz bir mekanizma ve yardımcı enzimler ile gen transferinin mümkün olacağı ve sonuçta gen terapisinde kullanılacağı düşünülmüş. Çift iplikten kesim yapıldığında ise, kesilen bölgede oluşacak nükleotid kayıpları ile genlerin aktivitesini engelleme (gene knockout) mümkün olmakta.
Bu yeni yöntemin kanser için önemi; ilk olarak mutant bir genin sağlıklı bir gen ile yer değiştirme imkanıdır. İkinci olarak da kanser hücrelerindeki hedef genlerin gene knockout’u ile engellenmesi şeklindedir. Ama hala geliştirilmekte olan bu yöntemin dezavantajları da vardır. Bunlardan bir tanesi, insan gibi büyük genomlarda gRNA için hedeflemenin özgüllüğünün düşük olabilmesidir. Bu dezavantajı da bilim insanları yine her iki DNA ipliğine (sense-antisense) farklı endonükleazlar ile kesim yaparak çözmeyi planlıyorlar.
Covid 19 salgını sonrası mRNA aşılarının hayatımıza girmesi, aslında kanser ve genetik tabanlı çoğu hastalığın tedavisi ve önlenmesi için de bir umut teşkil etti. Çünkü bu mRNA aşıları ile insan hücrelerine viral antijen sentezletmenin kolay bir yolu denenmiş oldu ve başarıya ulaştı. Kanser hastalığına yönelik gen terapisi ile tedavide bu yöntem önemli bir ilerleme olacaktır. Kanser hücrelerine fenotipik düzeyde müdahale edebilmenin yanında, aktarımın genoma kalıcı olarak yapılması durumunda da daha etkili sonuçların alınması mümkün olabilir. Zaten günümüze kadar kanser hücrelerine dokulara özgül viral vektörler ile aktarım yapılsa da, farklı doku ve kanser tipleri için vektör kullanımının sınırlı olduğu görülür. mRNA aşılarındaki metodoloji, kısa ve uzun vadede hastalıklara müdahalede önemli bir gelişim sağlayacaktır. Belki de yakın gelecekte farklı tiplere özgü farklı kanser aşılarını konuşabileceğiz. Kanser hastalığına kalıtsal yatkınlığı olan insanlar için de önleyici uygulamaları da kapsayacak son zamanlardaki bu önemli gelişmeler ile; gelecekte insanlık, kanser hastalığını yendiğini de iddia edebilecek.
Hepimize kanserden uzak sağlıklı günler.