Mutlu günler dileyerek bu ayki yazımda sık gördüğüm bir abartıyı yorumlamak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir TV kanalında bir tür amatör yetenekler yarışmasına gözüm takıldı. İzmirli amatör bir orkestra oldukça güzel “rock” türü bir eseri yorumluyordu. Özel ilgim olması sebebiyle gitaristin elindeki gitarın markasını merak ettim. TV’ye gitarı görebilmek için dikkatli bakınca büyük bir şaşkınlık yaşadım. Gitarın markasının olması gereken yerde elektrikçilerin kullandığı siyah renkte büyük bir izolasyon bantı parçası yapıştırılmıştı. Diğer enstrümanlara da bakınca aynı şekilde tümünün markalarının üstünü örtecek şekilde yapıştırılmış olduğunu gözlemledim. O zaman anladım ki bu olay o markaların reklamlarının TV’den reklam kuşağı dışında yayımlanmasını önlemek için yapılmış. Ancak bu bana göre çok da mantıklı bir durum değil. Bu gitarın markası Fender (bakın reklamını yaptım işte). Bu gitar ile Türkiye sınırları içinde ilgilenecek kişi sayısı ise 5 bin, bilemediniz 10 bin yoktur. O anda bu programı seyredip bu gitarın markasını açık görüp de aman ne güzel gitar ben de alayım, diyecek 500 kişi var mıdır, o da tartışılır (Zaten öyle 100 kişi çıkarsa, Türkiye’nin sanattaki hali çok da farklı olur aslında). Bu durumda nedir bu kara sansür, anlaşılmaz. Artık tişörtlerin, ayakkabıların üstünü kapatmaya başladık. Tamam, insanın gözüne sokar tarzda reklam zararlı, ama sokakta yapılan çekimde adamın üstündeki tişörtü, arkadaki kafenin ismini yok ediyoruz derken, flulaştırılan ekran seyretmekten de içimize sıkıntılar basıyor. Ben buna kantarın topuzunu kaçırmak diyorum.
Asıl lafı getirmek istediğim benzeri durum ise yine bizim meslekte. Geçtiğimiz günlerde hepiniz duymuşunuzdur. 25 Mayıs 2010 tarihinde Aile Hekimleri Yönetmeliği isminde aile hekimliğinde uygulanacak kuralları içeren bir yönetmelik yayımlandı. Ancak bu yönetmeliğe ek olarak ceza puanı uygulaması adı altında bir de taslak hazırlandı. Bunun da sansasyonel tarafı gazetelerde ve Medimagazin’de “Aile hekimleri promosyon kalem bile alamayacak.” tarzı başlıklarda yer buldu. İçerik olarak doğru bir uygulama olarak gözükmekle beraber, ceza puanı uygulaması pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Yönetmelikte uygulanan ceza puanlamasına göre aile hekimliği merkezinde görev esnasında ilaç reklamı içeren malzeme kullanmak 5 puan ile cezalandırılacak. 100 ceza puanını dolduran hekim de aile hekimliğinden men cezasını almakta. Dolayısıyla, ilaç reklamı içeren 1 kalem veya defter 5 puan diye düşünüldüğünde 20 kalemin ortamda olması men cezası için yeter de artar bile. Bu arada reklam içerikli bir kalemin cezasının işe izinsiz olarak gelmemekle aynı olduğunu da hatırlatmakta fayda var. E o zaman, aile hekimi ilaç firmasından kalem de, defter de almasın, diyebilirsiniz. Peki devlet veya üniversite hastanesi hekimleri olarak biz bunu yapıyor muyuz, çifte standart niye? Bu tip standartlar ülkenin tüm hekimleri için geçerli olmalıdır. Sadece bir kısmı için değil. Aynı zamanda bir kalemin veya defterin üzerinde reklam olmasının kime ne zararı olduğunun da tartışılması gerekir. O ilacın reklamını gören hasta aile hekiminden ısrarla o ilacı yazmasını mı isteyecek diye korkulmakta. Yoksa kalemin üzerinde o ilacın ismini görecek olan aile hekimi her hastasına aynı ilacı mı yazacak savı var. Eğer ilaç firması isterse ilacını hekime hatırlatacak oldukça kuvvetli ve pek de yasal/etik olmayan yolları kolaylıkla bulacaktır. Üstelik bu durum ilaç firmasının basit promosyonlar için harcadığı yatırımı da ortadan kaldıracağından aslında firmaların lehine de denebilecek bir durum yaratmaktadır. Bu tip yasaklamaları oluştururken mutlaka getirdikleri kadar götürebileceklerinin de hesaplanmasında yarar vardır. Bir kez daha belirtmek isterim ki, yaptığımız uygulamalarda hakkaniyetli olalım, aman ha kantarın topuzunu kaçırmayalım. Esen kalınız.