Sağlıkla ilgili bir konu (Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararları olduğu halde), yangından mal kaçırma misali Adalet Bakanlığının Kanun Hükmünde Kararnamesinin içinde gizlenerek çıkarıldı. Ben bu yazımda muayenehane ve diğer sakıncalara değinmeden ve bu yönleri başka yazarlara bırakarak, sadece öğretim üyelerini yanıltıcı aşamaya sokulan yorum abartısına değineceğim.
Yüksek Öğretim Kanunu’nun 22. maddesinde öğretim üyelerinin görevleri şöyle tanımlanmıştır: “Yüksek Öğretim Kurumlarında ve bu kanundaki amaç ve ilkelere uygun biçimde ön lisans, lisans ve lisans üstü düzeylerde eğitim-öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak, proje hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek.” Bu maddeye göre bir öğretim üyesinin yasal görevleri arasında “uygulamalı çalışmalar yapmak ve yaptırmak” bulunmakta ve bu görev özellikle tıp fakültelerinde olmazsa olmazlar arasındadır. Çünkü, hekimlik mesleği, sadece teorik bilgilere dayanmayan ve usta-çırak iletişimi temelinde uygulamalara dayanarak öğrenilen bir meslektir. Öğretim üyesi, teorik eğitim yanında, verdiği bu bilgileri pekiştirmek üzere öğrenci veya asistan ile birlikte hasta muayene pratiğini ve varsa ameliyatları birlikte yaparak ameliyat tekniklerini bizzat uygulayarak yerine getireceklerdir.
Resmi Gazete’nin 26 Ağustos 2011 tarihi ve 28037 sayılı baskısında yayımlanan ve Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin Madde-40/a ile 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun; 36. maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“… öğretim üyeleri, yükseköğretim kurumlarında yalnızca eğitim ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak ve döner sermaye faaliyetleri kapsamında gelir elde edilen hizmetlerde çalışmamak kaydıyla mesai saatleri dışında yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde meslekî faaliyette bulunabilir ve meslek veya sanatlarını serbest olarak icra edebilir. Yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde çalışan öğretim üyelerine 58 inci madde ile 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3. maddesi uyarınca ek ödeme yapılmaz; bunlar rektör, dekan, enstitü, yüksekokul ve konservatuar müdürü, bölüm başkanı, anabilim ve bilim dalı başkanı, başhekim ve bunların yardımcısı olamaz.”
Bu maddede, uygulama yanında yine öğretim üyelerinin yalnızca eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunacağına değinilmiştir ve halen yürürlükte olan bir maddedir. YÖK Yasası’nın 22. maddesi halen yürürlükte olduğuna göre, öğretim üyesi ayrıca uygulama görevi ile de yükümlüdür demektir. Yukarıda değindiğim gibi eğitim ve öğretim sadece teorik değil, pratik uygulamalarla birlikte olan bir özelliktedir.
Bu kararnameden önce de “part-time” çalışan öğretim üyeleri, YÖK Yasası’nın 36. maddesinde değinildiği gibi gelir elde etmek üzere döner sermaye faaliyetlerinde bulunmamakta ve eğitim-öğretim çerçevesinde yaptıkları uygulamalardan herhangi bir gelir sağlamaksızın çıplak maaşla çalışmaktaydılar. Son Kararname’nin 36. maddesinde de yine aynı şekilde gelir elde etmek üzere çalışılamayacağı vurgulanmaktadır. Yoksa gelir elde etmek veya etmemek fark etmeksizin “kesinlikle hastaya dokunmamak, ameliyat yapmamak veya hasta üzerinde pratik uygulama yapamamak” şeklinde hatalı bir yorum, bir taraftan ortalığı kaosa ve huzursuzluğa sürüklemek, diğer taraftan mesleki yaşama uymayan bir keşmekeşe yol açmak demektir. Dolayısıyla tüm öğretim üyelerinin ön yargılı ve aldanışa sokacak yanlış yorum ve yönlendirmelere kapılmamaları ve açıkladığım çerçevede eğitim ve öğretimi tamamlayıcı olan uygulama, hasta bakımı ve ameliyatlar gibi aktiviteleri organize etmeleri yasal hakları ve yasal bir zorunluluktur. Özellikle tıp eğitimi de zaten bunu gerektirir.
Olaya hekim gözü ile baktığımızda ayrıca acilimiz var, öğrenci ve asistan eğitimi var, araştırmalarımız çoğunlukla hasta tetkiki, teşhisi, izlenmesi ve tedavisine dayanmaktadır. Hasta yönünden ise uygulamalı hekimlik ile hastanın hekimini seçme özgürlüğü gerçekleşmiş olmakta, hastanın mutlaka özel bir sağlık kuruluşuna gitmesi ve masraflara katlanması olmayacaktır. Ülke yönünden düşündüğümüzde de hekim öğrencilerin kaliteli yetişmesi gerçekleşecek, resmi sağlık kurumlarında yararlanılan hekim sayısı azalmamış olacaktır.
Pratik uygulamalı “part-time” çalışmanın istismar edilmemesi için şart olan bir durum, gerekli denetlemelerin çok çok ciddi bir şekilde yapılması ve cezai müeyyidelerin caydırıcı özellikte uygulanmasıdır.
Keşke hekim maaşları başka bir grubun maaşına indeksli olacak şekilde (Örneğin; milletvekili, hakim veya belli bir bürokrat maaşına) ve emekliliğe yansımak üzere özlük hakları ön planda tutulacak şekilde düzeltmeler yapılsa ve hekimler performansa mahkûmiyetten kurtulsalar.