Hızla artan dünya nüfusunun en önemli ihtiyacı, vazgeçilmezi kuşkusuz ki güvenli su ve güvenli gıda. İnsanlığın verdiği yaşam mücadelesinin temelinde bu vazgeçilmez ihtiyacı en iyi şekilde karşılama güdüsü var. Düşünmeye bile gerek olmadan hemen hepimizin vereceği en doğal tepki “tabi ki!” olsa gerek.
İstatistikler incelendiğinde ise tablo maalesef pek iç açıcı değil. Mevcudun içler acısı durumu, vahim görünümü herkesi durup düşünmeye sevk edecek cinsten. Eski dünyanın önemli bir bölümü, Afrika ve Asya nüfusunun hatırı sayılır kısmı büyük bir çıkmazın içinde. Açlık ve susuzluk insanlara uyku bile uyutmaz olmuş. Bugün 8 milyara yaklaşan dünya nüfusunun 850 milyonu açlıkla mücadele içinde. Her gün 27 bin kişi yetersiz beslendiği için hayatını kaybediyor. İçilebilir nitelikteki suya ulaşamayan insan sayısı 800 milyon. Temiz kaynaklardan elde edilemeyen, içilebilir nitelikte olmayan suların sebep olduğu ölüm sayısı yılda yaklaşık 140 bin. En doğal, en vazgeçilmez ihtiyaçlarını karşılamak, bir somun kuru ekmek, bir bardak temiz su içmek bile bu insanlar için ütopya olmuş durumda.
Açlıkla ve susuzlukla mücadele eden bu insanların yaşadığı coğrafyaların yeraltı kaynaklarının ve enerji rezervlerinin oldukça yüksek düzeyde olması ise ilginç bir tesadüf olmasa gerek. Altının, elmasın, zümrüdün, yakutun, petrolün, doğalgazın asıl sahipleri aç. Temiz su içmekten mahrum kalmışlar. Bu içler acısı paradoksun müsebbiplerinin bir medeniyetin sahipleri ya da varisleri olduğu iddiasında bulunmaları ise tam bir akıl tutulması. Beyaz adam buralara geldiğinde onlara ne getirdi tam bilinmez ama her şeylerini acımasızca alıp götürdüğü gün gibi ortada.
Eşitlik, demokrasi, insan hakları mottosu ile dünyaya insanlığı öğretmeye talip gibi görünen batının mevcut bu tablo ile sadece kendi halkının refahı için mücadele ettiği çok açık, çok net. Bu bitmek bilmez mücadelesi ile batı, mevcut tablonun görünümünün her gün daha da vahim bir hal almasına sebep oluyor. Kendi geleceğini garanti altına almak için sömürgelerinin bu gününe ipotek koyuyor, sömürgelerini bilinmeze sürüklüyor. Sömürdükçe sömürüyor. Sömürdüğü ülkeleri karanlık yarınlara terk ederken ancak bilimsel deneyler, aşı denemeleri, belgesel çekimleri ve ödüllere aday olan fotoğraf karelerini yakalamak için bu coğrafyalara uğrayıp, insanlık naraları atıyor. Irkçılığa hayır sloganlarıyla ise yüzyıllardır süregelen kendi ayıplarını gizlemeye çalışıyor. Büyük ve acımasız planlarını sahneye koyarken doğruların yanlış, yanlışların doğru algılanmasını sağlayacak illüzyonlarla dünyanın yörüngesini değiştiriyor…
Şimdi sadece fark etmeniz, yanı başınızdaki gerçeği görmeniz için soruyorum sizlere!
Fosil yakıtları hunharca tüketenler, sanayi devrimi sonrası kalkınacağız diye çevreyi katledenler, her seferinde yeni icatlarını, yeni iş modellerini hayata geçirmek için doğayı fütursuz deneyleriyle kirletenler, yakıp yıkanlar kimler?
Sömüremedikleri toprakları karışıklıklara sürükleyenler, savaşlar çıkarıp insanların kanına girenler, aç ve susuz çocukları umutsuzluğa mahkûm edenler işte bunlar…
3 yorum
Hocam çok güzel bir yazı. Yaşadığımız dünya üzerindeki güçlülerin güçsüzler üzerinde yapmış oldukları entrrikalarla yaşam haklarinin kısıtlanması, su ve gıda gibi temel ihtaclardan mahrum edilmesi biraz da sanki muslamaniz diyen bizlerin de sucu
Kaleminiz bitmesin teşekkürler harika bir yazı
Günümüz dünyasında realitiye gösteren sözler olmuş. Malasef ki bir tarafın zenginleşmesi için diğer tarafın onlar için çalışması gerekiyor tüm zenginliklerini onlara peşkeş etmesi lazım, bu birazda insan doğası kimin elinde güç varsa bunları yapıyor. Ama bir toplum açlığa mahkum etmek canilik.